Bilgiye merakı, hayatının pusulası olmuş. Kendini kalemiyle ifade etmeye başlamadan çok daha önce, deneyimlerini, gözlemlediği insanlarla ilgili izlenimlerini ve öğrendiği her şeyi bir bir zihin defterine kaydetmiş. İkinci kitabı ‘İnsan Dünyasında Yabancılaştırıcı Akıl ve Etik Akıl’ hakkında sorularımızı yanıtlayan Dr. Daniş Navaro için insan hayatı, toplum, tarihi akış içindeki neden-sonuç ilişkileri, ideolojiler, düşünce akımları ve trendler, her zaman öncelikli ilgi odağı olmuş.
Kendinizi hangi felsefe akımına yakın görüyorsunuz ve neden felsefe?
Özellikle insan felsefesi ve varoluşçuluk ile ilgileniyorum. ‘İnsan ne için yaşar?’ sorusunu küçük yaşlarımdan beri sorgulayıp durdum. Bu hallerimden olsa gerek, hayat beni felsefe okumaya doğru sürükledi. Bence felsefe, heyecan verici bir tür düşünme ve bilgi etkinliğidir. Görünenin ardındaki gerçeği aramak bana her zaman çekici geldi. Gerçekler de değişken olduğundan, aradığımızı bulamazsak bile, arkasından koşmak dahi, inanılmaz keyif verir.
Bir yandan yoğun iş hayatı, diğer yandan felsefe ve beraberinde ilk kitabınız ‘Kariyer ve Varoluş’...
Evet; Felsefede yüksek lisans okurken, üstüne yoğunlaştığım konu, insan ve çalışma idi. 2013’te yayımlanan ‘Kariyer ve Varoluş adlı kitabım çalışma kavramını insanla ilişkilendirdiğim felsefi bir analizi içerir. Bu konu, içinde bulunduğumuz büyük kapitalist sistemin ne olduğu, bu sistemin özellikleri, bize ne tür yaşama olanakları sağladığı ve sonuçta çağımızın önemli sorunlarından kariyer ile ilgili temel sorulara cevap ararken ortaya çıktı. Bu çerçevede, kariyer, meslek, çalışma gibi kavramları, insan ve varoluş felsefesi bağlamında araştırdım. ‘Çalışmak nedir?’, ‘İnsan neden çalışır?’, ‘Doyumlu çalışmanın esasları nelerdir?’ ‘Kendini aşmak, aşkınlık nedir?’ sorularını yanıtladım. Ortaya, sekiz aşamalı bir kariyer haritası çıktı; yani sıradan çalışan bir insandan, bilge çalışan bir insana kadar, aşama aşama katedilmesi gereken yolları gösterdim.
Yeni kitabınızda, yabancılaşma sorununu ele aldınız. Yabancılaşma sorunu nasıl oluşuyor?
İkinci kitabıma ‘İnsan Nedir?’ sorusuyla başladım. İnsanın kalıcı bir özü var mıdır, yoksa insan, tarih boyunca sürekli değişen bir varlık mıdır? Tarih boyunca oluşan yeni koşulların etkisiyle değişen bir yanı olsa da, insanı diğer canlılardan ayıran, çekirdek bir ‘öz’e sahip olmasıdır bence. İçinde bulunduğumuz büyük kapitalist sistem ile insan arasındaki ilişkiyi inceledim. Bu ilişkinin, özellikle insanda büyük bir yabancılaşma üzerine konumlandığını görüyorum. Bu bence, çağımızın en büyük sorunu çünkü insanı yok olmakla tehdit ediyor. Kitabımda, bu noktaya nasıl geldiğimizin tarihsel seyrine değiniyorum. Tarih boyunca insanın doğayla ilişkisi, zamanla doğadan nasıl koptuğu ve son kertede, insanın kendi doğasından nasıl koptuğunu, aklı merkeze alarak anlattım.
Neden akıl?
Çünkü insanı diğer canlılardan ayıran en temel yetisi akıldır. Bu da, ‘Aklın, insanı insan yapan etken olarak rolü nedir?’ sorusunu ortaya çıkartır, ama aynı zamanda akıl, insanı insanlığından çıkartan neden haline de dönüşebilir.
Araştırmanız ne şekilde gelişti?
Çeşitli filozofların izini sürdüğümde, aklın kullanım biçimlerinin araçsal ve etik akıl olarak iki ayrı düzlemde olduğunu gördüm. İşte sorun da tam bu noktada çıkıyor. Araçsal akıl insanı sırf kendi çıkarları doğrultusunda onun hayatta ‘var kalabilmesi’ni sağlayacak akıl türüdür. Etik akıl ise insanın, değer, değerler ve değerlendirme varlığı olarak yaşamasını sağlar. Etik akıl kapsayıcıdır. İçinde duyguyu, her türlü duyumu ve sezgiyi barındırır. Etik akıl insanın sayısal olmayanla ilişkilerini de düzenler. Örneğin sevgi, saygı, anlam, ahlak ve değer gibi.
Kitapta, yabancılaşma sorununu, yaşamın içinden örneklerle anlatmışsınız...
Evet; insan kendini yağmurdan korumak için araçsal aklı kullanarak şemsiyeyi icat etti, ama her yağmur yağdığında şemsiyeyi kullanan insan, kendini ıslanmaktan da mahrum etti! Bu da, insanın doğadan kopuşuna sebep olan faktörlerden biridir. Bir diğer güncel örnek: Bir köprünün yapım aşamasında, araçsal akıl, ekonomik maliyet, yapım süresi, verimlilik gibi doğrudan toplumun çıkarı olan unsurları göz önüne alarak karar verir. Hâlbuki etik akıl bu noktada devreye girse, böyle bir inşaatın doğa, toplum ve insan üzerindeki etkileri de göz önüne alınır. Özetle, insan, varoluşunu salt araçsal akıl üzerine konumlandırdığında, kendini bütünden soyutlayarak yabancılaşmanın yolunu açar ve bu da toplumu dramatik sonuçlara götürür.
Kitabınızda ‘Para’ ve ‘Ekonomi’ konularına pek çok sayfa ayırdığınızı görüyoruz. Paranın yabancılaşma sorununda etkisi çok mu büyük?
Kesinlikle. Bu konuyu ‘iktisadi akıl’ kavramı içinde inceledim. Günümüz insanı maalesef, varolanla ilişkisini salt ekonomik hayat vasıtasıyla kurmaya başladı. Gençlere baktığımızda, çoğunun kariyerlerini sadece para, ün, makam gibi maddi değerleri hedefleyerek kurduklarını görüyoruz. Yaşama böyle bir bakış açısı, insanın özünde varolan gerçek yetenek ve becerilerini ‘yok sayması’na ve giderek kendi doğasını bastırmasına neden olur. Yıllar sonra, kişi kendisini bir tür huzursuzluk içinde bulur. Bunun temel nedeni de, hayatında bir türlü anlamlandıramadığı şeyler yapıyor olmasıdır. İşte, bu durum, bireyi asıl doğasından uzaklaştırır; bunun adı yabancılaşmadır. İktisat, ekonomi, para tek başına bir amaç haline geldiğinde, çağımız insanının yabancılaşmasında en önemli unsurlardan biri olarak yer alır.
Bu kitabınızı yazarken, aklınızda özel bir hedef kitle var mıydı?
Akademik bir metin olduğundan, özel bir kitle tabii ki hedeflemedim. Ancak, iki kesim bu kitaptan özellikle faydalanabilir. Birincisi, insan ve toplum bilimleri öğrencileri ve akademik çevresi. İkincisi ise, yoğun olarak iş dünyası içinde var olan tüm bireyler.
İnsanın ‘yabancılaşma sorunu’ yaşamaması için kişisel önerileriniz nelerdir?
Varolan büyük sistemi değiştirmemiz mümkün değil; sistem ancak ve ancak tarihsel doğal seyri içinde, olumlu veya olumsuz bir noktaya doğru evirilecektir. Buna karşılık, bireysel olarak, yabancılaşma sorununu yaşamamak için yapılacak şeyler de vardır. Her şeyden önce insan, böyle bir sorunun varlığının ve aklın ne şekilde işlediğinin bilincine varması gerekli. Bu bilince ulaşan kişi artık aklını bir bütün olarak çalıştırır, insanın bütünsel bir varlık olduğunu kavrar, etiğin yüksek değerini anlar, sonuçta araçsal ve etik aklı bir arada kullanmayı başarır. Böylece, karar alırken, bir yandan çıkarlarını gözetirken, diğer yandan da öz çıkarlarının doğaya ve insanlığa yüklediği maliyetleri de kaale alır.
Dr. Daniş Navaro, İstanbul’da doğdu. Evli ve iki çocuk babası. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde Ekonometri okudu. Yüksek lisansını, Fransa Orleans Üniversitesinde, Makro-ekonomi alanında yaptı. Özel şirketlerde yöneticilik yaptıktan sonra, bugün uluslararası bir firmada Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’luk görevini yürütüyor. Felsefe Anabilim dalında da, Maltepe Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora yaptı. Yüksek Lisans ve Executive M.B.A. programlarında, Çağdaş Yönetim, Liderlik ve Rekabet Stratejileri konularında dersler verdi. Kariyer dergisinde iş dünyası ve çalışma hayatı ile ilgili makaleleri yayımlandı. Hâlen Maltepe Üniversitesinde, İşletme ve Felsefe alanında dersler vermekte.
Bir sonraki kitabınızın hangi konuda olacağını öğrenebilir miyiz?
Uluslararası iş dünyasında uzun süredir bir üst düzey yönetici olarak, şirket ya da iş yeri dediğimiz olguyu incelemeyi düşünüyorum.