İnsanın kendi düşüncesini, fikrini yaşamak değil de, onunla yetinmeyip bir de itina ile etrafın kafasına kakmak gibi bir huyu var…
Neyi, nasıl düşünüyorsa ısrarla satma, pazarlama, bir diğer fikrin varlığından hoşlanmama, mümkünse onu ezme ve yok etme doğasında var. Benim gibi olsun, olamıyorsa toprağın olsun hastalığı yani…
Yani yaşadığını paylaşmak ile kalmıyor. Bir diğerine de bulaşıyor. Bulaşmak ile kalmıyor üzerine abanıyor. Kimisi küçük küçük takıntılı olduğu fikirleri benimsetmek için debeleniyor, kimi pervasızca herkesin üzerine yığılıyor. Kendi doğrusu, hayat felsefesi bireyin kendi özelidir, aynen seçimleri gibi.
Bir diğerinin seçimleri ve hayatı ise onun. Geçmişteki yürüdüğü uzun yol ve gelecekteki yolu gereği ona özeldir. Diğerine bulaşıp çorba etmeye kalkanlardır problem aslında.
Akil olamamış kişinin hastalığıdır bu: “Herkesi kendi gibi yapmak.” Bu sebepten yolu yürümek, kendi çıkarımlarını paylaşmak ve o noktada kalabilmek gerekir; anlaşılmayı beklemek için yitip tükenmek değil.
Kendi yolunu yaşamak ve doğrularını, yaşam felsefesini paylaşmak nasıl olurda yetmez insanoğluna… Çünkü insan herkes birbirinin karbon kopyası olsun, ‘hık’ deyince burnundan düşsün ister.
Kendini ‘Tanrısal İnsan’ değil; ‘Tanrı İnsan’ gibi görmeye başlayan hastaların geldiği haldir bu. Yolda en büyük tehlikedir budur işte…Kendini unutup işi gücü bir diğerini dönüştürmeye çabalamak.
Yitip giden çoklarını yol kenarında şarampole yuvarlanmış halde görebilirsiniz. Yanlarından geçerken hâlâ sayıklar dururlar.
Almak istemeyen, halinden memnun olan, başka başka amaçlar için yolculuk yapanlardır onlar…
Sorun, penceresi kadar alabilen birine evi yıkacak kadar kamyonla yekûnu bocalamaktır zaten.
Bu sefer ortada pencere mencere de kalmaz. Ayrıca tohumlar verimli olmayan çorak topraklara da ısrarla dikilmez.
İyi, daha iyi yapılabilir. Yani bir potansiyel olmalıdır. Çorak toprakları ısrarla eşelememeyi öğrenmelidir insan bu yolda.
Peki, nedir insan gibi insanın bir diğerine yönelik çabası…
Gerçek insan “her koyun kendi bacağından” deyip, sadece kendini dönüştürme yoluna girmez. İster ki kafaya kakmadan bu dönüşümden akil onlalar da nasiplensin. Nasıl olursa olsun az da olsa bir faydası olsun insanlığa.
Lakin burada zurnayı zırt dedirtmemek için buyurmadan, bildirmeden, bu budur demeden tolerans ile kendi yolunun paylaşımında kalmak mühimdir.
Sadece kendini dönüştürmek neden yetmez insana?
Yetmez, yetemez zira ister ki aydınlanmanın ışığı tüm kilitli, kapalı, öfkeli, dogmatik zihinlere dokunsun. Bu kötü bir şey midir? Asla, aksine çok asil bir davranış biçimidir, bir çabadır. Mutluluk sunulmaz insanlığa sadece kendi olma bilinci ve farkındalık arzulanır.
Ben de çok geç öğrendim ve öğreniyorum ki benim de gerçekten asıl işim kendi taşım; kendi felsefe taşım üzerinde, onu mükemmel yapmadan, o yolda olmadan harice çaba zaten boşa. Ne örnekler yaşadım, yolun başında ümitsizliklere kapıldım, değmeyecek kapalı kapıları şövalyece zorladım. Niyet iyiyken, her daim akıbet kötü oldu…
Dönüp bakınca öze, ‘iyi ki’ler, ‘keşke’lerden fazla ise; düşünülmesi gereken ne oldu ise olması gerektiği gibi olması gerektiği zamanda olması gerektiği biçimde olmuştur. Bizden öte, bizden büyük bir planda yol alıyoruz.
Toplumu, bireyi ve kişinin kendini dönüştürme çabası insan gibi insanın özünde, mayasında mevcuttur. Lakin abartmadan, vur diyince öldürmeden bolca çikolataya bulayıp paylaşılmasında fayda vardır. Değişim, dönüşüm, yenilik, farklılık, farkındalık, teklerin işidir, sayısal yığınların değil.
Bu sebeple bileceğiz, bulacağız, aklımızı çalıştıracağız, sıkmadan paylaşacağız ama asla susmayacağız ve yönümüzü koruyacağız…
Kitle ile birlikte değil; onlara rağmen yol alacağız…
Yolda kafaya kakanlardan, yol kesicilerden, buyuranlardan ve kendinden kopya yaratmaya çalışanlardan da uzak duracağız…
Tüm seçimlerimizin sorumluluğunu da alacağız, zira yol da yolcu da biziz…