Müzik festivalinde sıra dışı bir gösteri: Soqquadro İtaliano’dan ´La Stravaganza´

Erdoğan MİTRANİ Sanat
21 Haziran 2017 Çarşamba

Bu yazıda, yılın altbaşlığı olarak ‘sıradışı / unusual’ı seçen 45. İstanbul Müzik Festivali’nin  gerçekten de benzersiz iki gösterisinden söz etmek istiyorum.

Birincisi, çıkışını 16. ve 17 dönem İtalya’sının sanatsal, müzikal ve teatral geleneğinde arayan, barok konser formatını yeniden ele alarak tüm sahne öğelerini kapsamayı amaçlayan disiplinlerarası bir proje, 2011’de Claudio Borgianni ve Vincenzo Capezzuto tarafından başlatılan Soqquadro Italiano.

İçinde iki ‘q’ harfi bulunduran tek İtalyanca sözcük olan ‘soqquadro’, düzensizlik, kargaşa, alt üst etme gibi kavramların karşılığı olup, projenin kurucularının amacı da modernite ile geleneği ‘düzenli bir kaosla’ iç içe geçirip yeniden yorumlamak.

Bu sıra dışı topluluğun yaratıcıları da alışılmışın dışındaki kariyerleriyle dikkat çeken bir ikili. 

Sanat Yönetmeni ve Orkestra Şefi Claudio Borgianni, müzik eğitimini tamamladıktan sonra yazar, oyuncu ve dramaturg olarak çalışmış, drama, dans ve müziğin sentezinden oluşan birçok farklı prodüksiyon yönetmiş.

Konserin solisti Vincenzo Capezzuto’ya gelirsek, o başlı başına bir fenomen. Dünyanın önemli opera ve bale kurumlarında baş dansçı olarak sahneye çıkmış, çok sayıda ödül kazanmış profesyonel bir dansçı. Dansın yanı sıra şan kariyerlerini de sürdüren Capezzuto’nun, olağanüstü bir erkek alto sesi var.  Tenordan pes, kadın kontraltoya daha yakın, harika tınısı ve nefis dokusuyla tizlere de rahatlıkla ulaşabilen bu benzersiz ses sayesinde pek çok ünlü toplulukta vokalistlik yapmış. Devamlı konuk solisti olduğu L’Arpeggiata ile İstanbul’a birçok kez gelmişliği de var.

Vincenzo Capezzuto, kentimize bu beşinci gelişinde karşımıza canlı performansa odaklı çok farklı bir gösteriyle çıktı.

‘La Stravaganza’, orkestra müziği, şan soloları ve video gösterileri eşliğinde İtalya’yı bir uçtan bir uca kateden bir yolculuk. Barok konser formatını, bir concerto grosso (Prato Yaylı Çalgılar Orkestrası) ve bir concertino (Soqquadro’nun dört solisti) ile yeniden düzenleyerek, soloların tamamını Capezzuto’nun benzersiz sesine aktararak, Cristina Spelti’nin video tasarımlarını projeksiyonla arka fonu kaplayan ekrana yansıtarak, ses, müzik ve imgeler arasında etkileyici bir senteze ulaşan, sadece müzikle sınırlı kalmayan bir görsel işitsel serüven.

Bir yandan iki farklı müzik gurubunun birbirini tamamlayan nefis birlikteliği, diğer yandan Mantova’dan Venedik’e, Ferrara’ya, Roma’ya, Floransa’ya, Urbino’ya, Napoli’ye, Blogna ve Milano’ya sürreel bir gezintiye çıkaran kimi gerçekçi kimi soyut görüntüler bu şaşırtıcı yolculukta, 70 dakika boyunca izleyicilere eşlik ettiler.

Tabiî ki asıl rehberimiz o nefis sesiyle Vincenzo Capezzuto idi. Kendisini bir performans sanatçısı olarak gören Capezzuto, bir önceki projeleri ‘Vivaldi Stabat-Mater’de hem dans ediyor, hem şarkı söylüyor, hem de oyunculuk yapıyordu.La Stravaganza’da, kısa bir dans intermezzo’su dışında tamamen şarkı söylemeye odaklanmıştı. Lirik şiir konusundaki derin bilgisini bestelerinde de ustalıkla kullanmış olan Vivaldi’nin o muazzam teatral duygusunu başarıyla yansıtarak…

Capezzuto ve müzisyenleri, klasik Vivaldi dinletisini aşan bu ayrıksı gösterinin sonunda, coşkulu alkışları dinletinin duygusunu devam ettiren iki ‘bis’le cevapladıktan sonra izleyicilere veda etti. Bakalım seneye nasıl bir sürprizle gelecekler.

 

 EBÈNE QUARTET & MATTHIAS GOERNE

1999’da dört gencecik Fransız müzisyenin, konservatuar prova odalarında dinlence amacıyla başlayan çalışmaları, benzersiz enerjisi ile günümüzün en beğenilen dörtlülerinden Quatuor Ebène’in temelini atmıştı.

Pierre Colombet (keman), Gabriel Le Magadure (keman), Mathieu Herzog (viyola) ve Raphaël Merlin (viyolonsel)’den oluşan Quatuor Ebène, kendine özgü benzersiz tarzıyla çok sayıda ödül almış bir grup. Klasik ya da modern, ele aldıkları her müzik parçasına açık görüşlü, mütevazı ve saygılı yaklaşımlarıyla yepyeni bir soluk getiren, her tür müziği büyük bir tutkuyla yorumlayan, her farklı tür ve biçem değişikliğinin daha da zenginleştirdiği, gerçekten de sıra dışı bir dörtlü. Stillerini betimleyebilecek bir söz olmasa da, kendi yaratmış oldukları farklı ve ayrıksı tarzlarıyla her değişimde hep kendileri olmayı başaran coşkulu bir topluluk

On beş yıllık uyumlu birlikteliklerinin ardından viyolacı Mathieu Herzog orkestra şefliğine yönelmek amacıyla topluluktan ayrılmaya karar vererek kısa bir süre iki çalışmayı birlikte götürmüş; 2015’den itibaren de yerine ‘violanın yükselen yıldızı’ Adrien Boisseau geçmiş. 18 yıllık geçmişine karşın Ebène gene de çok genç bir topluluk; en gençleri Boisseau 25 yaşlarında, en yaşlıları Pierre Colombet henüz 38’inde.

Quatuor Ebène, Süreyya Operası’ndaki konserinin ilk bölümünde Wolfgang Amadeus Mozart’ın Haydn’a ithaf ettiği altı dörtlünün ikincisi olan KV 421, 15 No.lu Yaylı Çalgılar Dörtlüsünü seslendirdi. Mozart’ın acı-tatlı tonda, zengin armonileri, etkileyici yaratıcılığıyla öne çıkan bu dörtlüsünü hem vakur bir yaklaşım, hem besteciye yakışan bir zarafetle çaldı. Final Alegretto’nun çeşitlemeleri unutulur gibi değildi.

Peşinden gelen Ludwig van Beethoven’in No. 11, op. 95 ‘Quartetto Serioso’ Yaylı Çalgılar Dörtlüsü henüz bir orta dönem eseri olmasına karşın 130’ları, 131’leri müjdeleyen, çağının çok ötesinde, deneysel sayılabilecek bir çalışma. Dörtlünün neredeyse senfonik orkestra tınısında, ama her notayı tek tek duyurduğu yorumu her türlü övgünün üzerindeydi.

Bu ilk bölüm, klasik dönemin son büyük bestecisi 1791’de ölen Mozart ile, 1770’de doğan,  klasik dönemden romantik döneme geçişin büyük müzik adamı Beethoven’in neredeyse çağdaş olmalarına karşın birbirinden ne kadar da farklı olduklarını göstermesi bakımından çok ilginçti.

Quatuor Ebène’in bu iki dörtlüyü sadece farklı tarz ve tınılarla değil, kendi beden dillerini bile değiştirerek yorumlamalarıysa hem geniş müzikal yelpazelerinin hem de sıra dışılıklarının göstergesi gibiydi.

Konserin ikinci bölümünde dörtlünün elemanları, geniş repertuvarı, tonunun dolgunluğu ve yumuşaklığı ile alanının en çok aranılan isimlerinden usta Schubert yorumcusu bariton Matthias Goerne ve Academie de Contrebasse’ın kurucusu ünlü kontrbasçı Laurène Durantel ile birlikte, Schubert lied’leri seslendirdiler.

 Matthias Goerne’nin sesi sadece güzel değil, hem güçlü hem görkemli. Resitaller, orkestra eşliğinde konserler ve opera solistliğinin yanında, övgü dolu eleştiriler aldığı çok sayıda ödüllü kaydı da var.

Goerne o gece sekiz lied yorumladı: D677 Die Götter Griechenlands (Yunan Tanrıları), D 585 Atys (Atis), D 545 Der Jüngling und der Tod (Genç Adam ve Ölüm), D 531 Der Tod und das Mädchen (Ölüm ve Genç Kız), D 861 Der Liebliche Stern (Sevimli Yıldız), D 774 Auf dem Wasser zu singen (Su Üstünde Şarkı Söylemek), D 917 Im Grünen (Kırlarda) ve D 296 An den Mond (Mehtaba). Bunları sadece o muazzam sesiyle değil, tüm beden diliyle, şiirin de müzik kadar hakkını vererek söyledi.

O muhteşem sese ünlü kontrbasçı Laurène Durantel ile zenginleşmiş olarak eşlik eden Quatuor Ebène, basit bir eşlikçiliği aşan, hem Schubert’e hem Goerne’ye bir saygı duruşu yapan, o nefis şarkıları birer konser aryasına çeviren bir iş çıkardı.

Tabii ki burada, liedleri 4+1 yaylı ve bir insan sesi için yeniden yazan Ebène’in viyolonselcisi Raphaël Merlin’in düzenlemenin çok ötesindeki müzikal çalışmasının büyük etkisi var.

Konser bittiğinde dinmek bilmeyen alkışlara cevap olarak seslendirdikleri lied ise, hem solistin hem müzisyenlerin tüm olanaklarını ortaya koydukları demir leblebi gibi bir parçaydı.

Tabiî ki ‘sıra dışı’. Ama aynı zamanda da ‘olağanüstü’.

Hepinize iyi seyirler dilerim.