“Kişi, aydınlık figürler imgeleyerek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanabilir. Ancak bahsi geçen ikinci yöntem tatsızdır ve bu nedenle tercih edilmez.” Jung
Gölgesiz güneş yoktur, karanlıksız aydınlık olmadığı gibi. İyi ve kötüyü sanal olarak ayırt eden bir çizgi üzerinde yürüyen insan gibi insan, yolunun çok ince ve dar olduğunu, onun üzerinden yürümenin güçlüğünü anlar. Siyahta beyaz, beyaz içerisinde siyah var oluşu bilir ve hisseder. ‘Gölge’ sahip olduğumuz ama kültürel, ahlaki ya da kişisel nedenlerden dolayı yaşamımıza dâhil etmediğimiz tüm potansiyelleri ile birlikte ‘içsel insanı’ kapsar. Gölge ile yüzleşmek cesaret ve güç ister, çünkü sonuçta bizim için muamma olan güçlü bir yönümüzle karşılaşıyoruzdur. Bu, olgunlaşma sürecinin kendimize ilişkin önemli şeyleri öğrenebileceğimiz merkezi bir bölümüdür.
Aydınlık peşinde koşup karanlığı görmezden gelmek ve onu yok saymak onu güçlendirmekten başka işe yaramayacaktır. Bireyin kendini tanıması ve kendi ile objektif olarak yüzleşmesi ancak kendi gölgesini de varsayıp onu da kişiliğinin bir parçası olarak kabul etmesi ile olur. Zıtlıklar ile bütünleşmek bireyin görevidir. Bu şekilde sembolik cehenneme iniş fayda sağlayacaktır. Kaybedilen hazine yani bütünlük bilinç ve bilinçdışında sağlanacaktır. “Her kesin kayıp hazinesi bilindiği gibi kendi eksikliğidir.” “Hastalıklı biçimde beyaz, aydınlık bilinç zifiri karanlık bir bilinçdışını uyandıracaktır.”
Jung’a göre benliğe ulaşma yolunda kişi ilk önce kendi gölgesi ve anima/animus‘u ile yüzleşmelidir. Kişinin gölgesi ile yüzleşmesi ‘cesaretin ilk adımı’ diye nitelenir. Kendi duygularımızı sahiplenip, gölgemizi yansıtmaktan kurtulmanın en büyük avantajı dünyayı daha aydınlık görmeye başlamaktır. Bir bilincimiz bir de bilinçdışımız, bir eril bir de dişil doğamız vardır ve bizler birer içsel ve dışsal insanoğluyuzdur, aydınlık ile karanlık arasında dururuz. Yolculuğun amacı da bütün olabilmek ve her iki yönü de yaşayabilmek ve uzlaştırabilmektir. Yoksun olduğumuz şey bize yolculuk esnasında tekrar tekrar geri dönüş yaşatır.
‘’En kutsal yol kişinin kendi arayışı için çıktığı ‘yol’dur.’’ Yolculuk içe doğru başlar. Kendi cehennemine inip, kendi ejderhasını tanımayan, iyi ve kötü yönleri ile bütünleşmeyen, gölgelerini yani eksik yanlarını fark etmeyen yolcu ya da şövalye yolculuğa çıkamaz, bütünleşemez. Kendini bilmek, tanımak, aramak, ne aradığını bilmek, anlamak, idrak etmek, eyleme geçmek ve kendini gerçekleştirmek gereklidir. Aynayı önce kendimize tutmak önce kendi içine bakmak gerekliliğindendir.
“Tanrı Âdem ile Havva’yı, düşünmek istemediklerini düşünmek zorunda bırakacak biçimde yaratmıştır.” diyor Jung. Zincirlerini kıranlar, kendi yolunu bulanlar, düşünenler gölgelerle yetinmezler. İlerlemek isteyenin önce yeraltı denilen âleme inmesi gerekir, kimse ‘yeraltı’na inmeden göğe çıkamaz. “Mars gezegenine ulaşmak, kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır” der Jung. Yani bireyin önce kendini bilmesi gerekmektedir. Miraç, kişisel merdiven; akreple yelkovanın üst üste gelip birleşmesi olayıdır. Akrep insan, yelkovan ise o insanın gölgesidir. Ezoterik öğretilerde bedenler, ruhların basit gölgelerinden başka bir şey değildirler. “Bilgin arttıkça, ışığın da artacak, bir gün gelecek ışık olacaksın ve gölgen olmayacak” denir.
Yeraltına inişin bireyi dünyadan koparabilecek olması tehlikesi büyüktür, çünkü bilinçdışından akan imgeler öyle sarhoş edici, öyle güzel ve öyle rüya gibidirler ki kişi bunun sonucunda gerçek dünyayı bir kenara bırakıp unutabilir. Kahramanın yolunda yatan tehlike, ‘anima’nın karanlık yönünün esiri olmaktır. Kişisel gelişim yolunda hedefin ‘anima’ olmadığını, ama ‘anima’nın bizi kendisinin ötesindeki bütünlüğe götürmek istediğini anlamak önemlidir, aynı İlahi Komedya’da Beatrice’in Dante’yi en yükseğin bakışını görebilmesi için Araf Dağı’nın tepesine götürmesi gibi.
Jung hep dengeyi savunur. Onun artı şeklindeki dört uçlu çiziminde bir uçta ‘hissetme’ diğer uçta ‘düşünme’; bir uçta ‘sezme’ diğer uçta ‘duyumsama’ vardır. Amaç bir denge içerisinde merkeze yaklaşmaktır. Hisseden düşünmeyi, beyinsel ise sezgi ve hissetmeyi öğrenmelidir. Her bireyin kendi özgün yolunda aradığı hazinesi kendi eksiğidir. Bulunması zor olan hazine, ‘hissedişleri iyi’ olan tipler için objektif algıya yönelik makul, mantıklı ve analitik düşünmeyi öğrenmeleriyken, ‘fazlasıyla beyinsel’ olan bireyler için ise bu hazine hissetmek ve içsel gözlerini açmaktır. “Düşünme hissetmeyi zayıflatmasın, aksi takdirde ruh geri dönemez” der Jung.
Esas olan anlamı ancak dikkatlerini her iki yöne de verenler kavrayabilirler. Yalnızca dışarıya bakan kişi nasıl yönü ve yaşamda asıl olanı bulamazsa, yalnızca görünenin ötesi için can atan kişi de bulamaz. Bu nedenle kahramanın her iki dünyadan da geçmesi gerekir ki özü bulabilsin: dış dünya, bilinç dünyası ve iç dünya, bilinçdışı dünyadır. Aydınlanmaya giden yolun kestirmesi yoktur. Kahraman, aydınlık yönünü geliştirmek ve karanlık yönünü kurtarmak için her iki dünyayı da kat etmiştir ki uzlaşma gerçekleşsin. Işık ile gölgenin uzlaşmasıdır bu...
Egomuzun pohpohlamasını dinlediğimiz sürece kendimiz hakkında çok az şey biliriz. Ancak, eğer gölge yönümüzle yüz yüze gelir ve onun bize ait olduğunu fark edersek, o zaman gerçekten ışığı görürüz ve bu bizim daha başka ne olduğumuzdur. “Gnostikler bu yüzden kötüyü ‘cennetten düşmüş kırık bir ayna’ya benzetirler. Kendi görüntüsü olmayan bir ayna. Ona bakan herkese o ayna olmadan göremeyeceği bir görüntü veren ayna.”
Hayattaki en büyük başarı kişinin kendi kendisi ile baş edebilmesi, kendine söz geçirebilmesidir. Yel değirmenleri ile anlamsız bir savaş değildir bu, önce kendi ile bütünleşmektir. Güce ulaşmak, bütünlüğe ulaşmak isteyen ‘Yıldız Savaşları’ filminde belirtildiği gibi her iki tarafı da yani karanlığı da aydınlığı da bilmelidir. ‘Matriks’ filminde ana karakterler olan Ajan Smith ve Neo aynı kişinin birbiri ile savaşan aydınlık ve karanlık yönleridir. “Hepimiz doğuştan kalbimize saplanmış bir ‘excalibur’ ile doğarız ve kendi maceramızın seçilmiş kahramanı oluruz.” Kılıcı yüreğinden çıkarabilecek olan da sadece bizizdir. Ejderhayı serbest bırakmak, hayatına sahip çıkmak, egoyu öldürmeden ona kimin patron olduğunu öğretmek elimizdedir.
Gölge hakkında bir şey bilmiyor olmak onun var olmadığı ya da etkin olmadığı anlamına gelmez. Kendini tanımak gölgeni de tanımaktır. Onu öldürmek değil, onu ehlileştirerek bütünleşmek ve kendine her yönü ile hâkim olmaktır. İçimizdeki hayvanın yani içsel vahşiliğimizin esir edilmesi, bastırılması, hatta öldürülmesi çok tehlikelidir. Bir şeyi ne kadar bastırır ya da kontrol altına aldığımıza inanırsak, inkâr ettiğimiz bu yönün kurbanı olma tehlikesi o kadar artar. O yönü tanımak, ehlileştirmek ve yön vermek önemlidir.
Doğum ve ölüm arası, başlangıcı ve sonu elimizde olmayan, sadece nasıl yaşayacağımıza karar verdiğimiz kişisel macera devam etmektedir. Bir insanın yaşamda yerine getirmesi gereken görevi karşıtların uzlaşmasında yatmaktadır. Bu uzlaşma ile karşıtların ayrılığının üstesinden gelinir. Işık ile gölgenin, iyi ile kötünün, medeni ile vahşinin, erkek ile kadının, yaşam ile ölümün uzlaşması. “Her kim gölgesini ve aydınlığını aynı anda algılarsa, o kişi kendisini her iki yönden de görür ve böylece orta noktayı bulur.” Hedef insanoğlunun bütünlüğüdür. Bu yolda kendi içinde yükselmek önemlidir. İnsan gibi insan, yaşarken kendini yeniden akort edebilen seçkin kişidir.
Kahramanın yolu soldan sağa yani bilinçdışından bilince doğru, bilinçlenme yolculuğudur. “Hedef yalnızca bir fikir olarak önemlidir, asıl olan bizi hedefe götüren eserdir; yaşam sürecini bir anlam ile dolduran odur” der Jung. Bütünlüğe kavuşma ancak içsel ve dışsal büyümenin bir uyum halinde olması ile sağlanabilir. ‘Gerçek İnsan’ kendi özgür yolunda hür düşüncesi ile kendi görevini üstlenir ve toplum içerisinde yerine getirir. Önce kendini tanır ve kendi içinde bütünleşir sonra da bir ‘evrensel insan’ olarak üstlendiği görevi yaşamında aktif olarak yerine getirerek birliğe hizmet eder ve tüm insanlığın gönüllerinde kurduğu sonsuz ve sınırsız mabede de değerli katkılarda bulunur.
“Eğer ölmeden önce ölürseniz, öldüğünüzde ölmezsiniz.”