Amerikan Yaz Liginin ve Eurobasket 2017 için hazırlıkların başladığı bu dönemde her gün transfer dedikoduları ortalığı çalkalarken ortaya çıkan bir akımdan bahsetmek istiyorum.
Hem Amerikan Basketbol Liginin hem de Avrupa liglerinin sona ermesiyle başlayan transfer sezonuyla beraber gözlerin iş arasında ‘kulağı kesik’ Twitter hesaplarına kaydığını söylesek yalan olmaz herhalde. Amerikan Yaz Liginin ve Eurobasket 2017 için hazırlıkların başladığı bu dönemde her gün transfer dedikoduları ortalığı çalkalarken ortaya çıkan bariz bir trendden bahsetmek istiyorum: Atlas Okyanusunun doğusundan batısına doğru gerçekleşen Büyük Yetenek Göçünden.
Bogdan Bogdanovic (Euroleague’in en önemli combo guard’ı ve NBA’de şimdinin en pahalı çaylağı), Ekpe Udoh (Euroleague finalinin en değerli oyuncusu), Milos Teodosic (2016 Euroleague Şampiyonu CSKA Moskova’nın belki en değerli oyuncusu) gibi Euroleague’in zirvesinde kendine yer edinmiş oyuncular Amerika’ya göç etti, onların peşinden birçok genç yetenek de aynı yolu seçti. Bu da demek oluyor ki sadece şimdinin yıldızları değil, geleceğin yıldızları daha parlamadan Avrupa sahnesinden kayboldu.
Aslında bu göç basketbolu takip edenleri çok da şaşırtan bir durum değil. Kariyerini dünyanın en büyük sahnesine taşımak neredeyse her basketbolcunun açıkça ifade ettiği bir hayaldir. Bununla beraber küreselleşen dünyada scout’ların her kıtayı adım adım tarayıp yeteneği çok küçük yaştan bulup çıkarması ve buldukları yetenekli çocukları en hızlı şekilde dünyanın en büyük sahnesine çıkarma çabaları da bu yetenek göçünün hızlanmasına neden oluyor.
Ancak 2017 yazında gerçekleşen transferlerin en azından benim gözüme bu kadar batmasının temelde iki sebebi var. Birincisi, bu zamana kadar Avrupalı yeteneklerin Amerika’ya göçü nasıl olağan bir durum olarak kabul gördüyse, kolej çıkışlı ve NBA Gelişme Liginde oynayanların süre ve daha iyi kontrat bulmak için Avrupa’ya gelmesi de o kadar normal bir durum olarak karşılanırdı. Ancak NBA yönetiminin takımların harcayabileceği toplam maaş üst sınırını, artan gelirlerle orantılı olarak önemli derecede arttırması bu ters akımın önüne bir set çekmiş durumda. NBA’de sunulan düşük kontratların bile Avrupa’yla yarışabilir durumda olması özellikle düşük bütçeli takımları çok zor duruma sokuyor. Genç yeteneklerini kaybedip onlara alternatif geliştiremeyen takımların Euroleague’de rekabetçi bir ortam yaratması zorlaşırsa bu da bütün ligin değerini düşürecek bir faktör haline gelebilir.
İkinci sebep ise Avrupa basketbol yönetimlerinin bu akımın ekmeğine yağ sürmesi. Bu sene Fenerbahçe’nin Euroleague Şampiyonluğu için sadece bir milyon Euro ödül kazandığı düşünülürse, basketbolun ‘Şampiyonlar Ligi’ olması gereken bir organizasyonun ekonomik olarak hiç bir teşvik sunmadığı gerçeği yadsınamaz. Sponsor desteği olmadan lige katılamayan takımların bir de yorucu takvimden doğru düzgün bir gelir elde edememesi sporun kıtanın büyük ekonomilerine sıçramasını engelliyor. Ekonomik olarak Avrupa’nın en büyüklerinden ve futbol liginin rekor düzeyde gelir getirdiği İngiltere’den, yine Avrupa’nın köklü basketbol kültürüne sahip ülkelerinden Fransa’dan Euroleague’de hiç bir temsilci olmaması, Almanya’dan ise sadece bir temsilci olması sporun kıtada yayılması ve gelişmesine engel oluyor. Bunun yanında Euroleague yönetimiyle FIBA arasındaki anlaşmazlığın süregelmesi, FIBA’nın milli takım maçlarını normal sezonun arasına koyma ısrarı ve bunun yüzünden NBA’ye giden Avrupalıları kaybetmesiyle devam eden süreç Avrupa basketbolunun kendi ayağına sıktığının göstergesi. Bu tür yönetimsel kabiliyet noksanlığı Avrupa ile Amerika arasındaki hâlihazırda açık olan makasın artık kapanmayacak seviyelerde açılmasına neden oluyor.
Bütün bunlar göz önüne alındığı zaman benim gibi Euroleague severlerin ligin geleceği hakkındaki şüpheleri gittikçe artıyor doğal olarak. Eğer bir an önce gereken ekonomik önlemler alınıp takımlara bir şekilde önemli seviyelerde kaynak aktarılmazsa Avrupa kıtasındaki basketbolseverler için NBA’e yönelmekten başka bir çare kalmayacak.