Çağdaş sanat ile ‘hand made’i birleştiren renkli isim Milen Nae

Çağdaş sanata, kendi felsefesi ve özgün ‘hand made’ sanatıyla renk katan Milen Nae, yaşamı örerek, dikerek, çizerek soyutluyor. Değişen ve yenilenen dünyada, farklı kültürler arasında bağ kurmayı amaçlayan Milen Nae ile kumaşa olan tutkusunu ve farklı sanat dallarındaki çalışmalarını konuştuk.

Miryam ŞULAM Sanat
2 Ağustos 2017 Çarşamba

Beşiktaş’ta arkadaşının butiğinin arkasındaki cafede buluştuk. Meğer dükkânda satılan bazı giysilerin tasarımı da kendisine aitmiş; sonradan öğrendim. Saçında bebeksi bukleleri olan, özgür ruhlu, sıradanlıktan uzak bir sanatçı. Çok gezmiş, çok görmüş… Tüm sohbetimizi bu söyleşi içine sığdırmamız mümkün olmadı.

 Bize kendini tanıtır mısın?

1983’te İstanbul’da doğdum. Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Bölümünden mezun oldum. Nottingham Trent Üniversitesinde moda ve kültürel çalışmalar üzerine yüksek lisans yaptım. Avrupa’yı gezdim.  İki yıl İngiltere’de, birkaç yıl da Barselona’da yaşadım. 2011’den itibaren İstanbul’dayım. Sirk, dans, performans kostümleri, festival dekorları, sahne tasarımları ve sanat üretiyorum. Fırsat buldukça geziyorum.

 Kumaşa olan tutkun ne zaman başladı?

Babam tekstilci olduğu için çocukluğum kumaş parçaları, dikiş makinaları arasında, üretim süreçlerini izleyerek geçti. Annem, teyzem ve anneannem de modayla ilişkili kadınlardı. Sinema eğitimi aldığım sırada, babamdan dikiş dikmeyi öğrendim. Bir gün babaannemin bir elbisesini kendime göre yapmış ve babama göstermiştim. Tekstilci olduğu için, saatlerce ‘elde dikerek’ bunu yaptığıma inanamadı ve depodan yüz yıllık çalışan bir dikiş makinası çıkardı. İlk eteği o makinada beraber diktik. Sonra kendi giysilerimi dikmeye başladım. O zamanlardan, kumaşa âşık oldum diyebilirim. Hâlâ hayatımdaki en önemli iki kavram, doku ve renklerdir.

 Böylece, moda ve tasarım konularına mı yöneldin?

Evet. İngiltere’de eğitim alırken, bir butikte hem diktim, hem tezgâhtarlık yaptım. Butiğin sahibiyle, vintage parçaları modernize ederek modeller çıkarıyorduk, ben de dikiyordum. Orada kendimi çok geliştirdim. Master tezimi farklı giyim pratikleri olan alt kültürler üzerine yazdım. Bu araştırma sırasında ‘do it yourself’ kültürünü, yani aslında somut olan her şeyi, elimden geldiğince öğrenerek şekillendirebilecek olduğunu öğrendim, bu bilgi beni bir sanatçıya dönüştürdü.

 Ya örgüye olan merakın?

Örgü örmeyi anneannemden öğrendim. Daha doğrusu, kroşeyi ve tığ işini. O da benim için dikiş kadar önemli. Çocukluğumdan geldikleri için, kumaş ve ip bugün birincil malzemelerim. Yumuşak malzemeyle çalışmak, bir kadın olarak da, sembolik önem taşıyor. Ama her malzemeyi seviyorum. Estetik anlamda bir görevim var gibi hissediyorum. İçinde yaşadığım dünyaya alışılan, normalleşen katı estetiğe alternatif, el yapımı, neşeli ve akışkan bir seçenek sunmaktan hoşlanıyorum.

 Kendine ait bir atölyen var mı?

Atölyem, evim. Elimdeki işe göre şekil değiştiren çok kullanışlı bir alanım var.

 Hepsi de sanatın bir uzantısı olan birçok projede, çok farklı malzemelerle çalışıyorsun...

 Aynen. Sirk performansçılarına, müzisyenlere ve dansçılara kostüm çalışması yapmak çok keyifli. Bir başka sanatçının eserine estetik bir alan ekliyorsunuz. Mesela, geçen yıl Red Bull Anadolu Break dans gösterisinin kostümlerini yaptım. Onları, dansçıların muhteşem performansında koreografi diline eşlik etmek üzere tasarladım. Çok güzel bir projeydi.

Ayrıca, Suma Beach’te gerçekleşen Big Burn Festivalinin ana sahnesini, mimar arkadaşım Burcu Kındır’la birlikte tasarladık. Başarılı birçok DJ, performanslarını, tasarladığımız sahnede gerçekleştirdi ve binlerce insan o alanı paylaştı, dans etti. Bu sanatçı işbirliklerine değer veriyorum.

 MamutArt Project süreci senin için nasıl gelişti?

 Bu çapta bir sergiye ilk katılışımdı. Sergi çıkartmak, benim için öznel olanı yaratmak için gereken şeydi. Paslaşarak üretmek de çok güzel, ancak tamamen bağımsız, içimdekine dair kişisel üretimin yeri ayrı. Bu eserlerimi gerçekleştirirken, aklımda bir fikir vardı. Başvurumun kabul edilmesi, bunların sergilenmesi için iyi bir fırsat oldu.

 Çağımızda her şey hızla ilerlerken, sanatçının estetik algısı da zamanla değişebiliyor. Çağdaş sanat, sence, bu tür soyut eserlerle sanatsever arasında nasıl bir bağ kuruyor?

Örgüyle çalışmak benim için sezgisel bir süreç. Formun kendi kendini keşfettiği, benim aracı olduğum gibi bir deneyim yaşatıyor bana. Genel çerçeveleriyle bir tasarım yapıyorum çalışırken ama elimde aslında eserin hizmet edeceği bir fikir, bu fikre hizmet edecek renkler ve çok genel bir form ile yola çıkıyorum. Bazen 2-3 hafta düşündüğüm, giydiğim, gördüğüm hep sarı ve beyaz olabiliyor mesela. Ayrıca, anneannelerin el işi olan örgü,  ilmek ilmek ve yavaş ilerleyen bir süreç olduğu için, bende iyileştirici bir etkisi var.

Sanatseverlerle bağ kurmaya gelince, örgüde çıkan formlar, bilinç dışına tanıdık geldiğinden, izleyicinin öznel deneyimini tamamen bağımsız kılıyor.

 Sanatında kullandığın sana özel bir dil (yöntem) var mı?

Yıllarla kendime has bir dil oluşturduğumu düşünüyorum. MamutArt’la beraber ifadesi netleşen başka bir alan daha ortaya çıktı. Sürrealist, soyut işler üretiyorum. Gerçek üstü olan beni cezbediyor. Bence çağın sanatı zaman/mekân arasında yeni ve alternatif bağlar kurma yollarını arayan bir yöntem izliyor. Kendimi bu tavra yakın hissediyorum.

 Festival işlerine özel bir ilgin var. Neden festivaller önemli, sanatla ilişkisi nedir?

Dünyada festivaller, müzik ve plastik sanatların birleştiği, insanlara, sanatı yaşamlarıyla bir araya getirmek için fırsat veren, yaşamın, mevsimlerin kutlandığı etkinlikler olarak var. Türkiye’de bu durum biraz daha farklı, henüz gelişme sürecinde diyebiliriz. Ben neşe ve yaratıcılığın hayata en iyi gelen şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden kutlama ve paylaşma fırsatları yaratan festivallere özel olarak ilgi duyuyorum. Sahne tasarlamaya ve dekor yapmaya devam etmek niyetindeyim.

 Yaptıkların bana Gaudi’yi çağrıştırdı. Sanat âlemi içinden, sana ilham veren bir isim sorsam?

 Gaudi’yi çok severim. Barselona’ya ilk gittiğimde mutlaka buraya dönmeliyim diye düşünmeme sebep olmuştu. Barselona’yı şahane şehir yapan, Gaudi’nin Art Nouveau dilidir. Orada yaşamış olmamın sanatıma etkisi de büyük. Dünyanın, estetik olarak daha çok, organik ve romantik bir mimariyle şekillenmesini isterdim. Bir de Hieronymus Bosch bana çok ilham veren bir sanatçıdır. Ortaokulda resim öğretmenimin bizimle ilk paylaştığı gün içimde yer etmiş bir eseri ‘Dünyevi Zevkler Bahçesi’ beni hayatta en çok etkileyen eserlerden.

Nisanda, Maçka Küçükçiftlik’te gerçekleşen ‘Mamut Art Project’ sergisini ziyaret etmiştim. Milen Nae de bu sergide ‘Bilişsel Tercihler Çeşmesi’ adlı bir örgü enstalasyonu ile katılmıştı.

 Instagram hesabında, renklilerin içinde birkaç beyaz kare göze çarpıyor. Gelinlik de dikiyor musun?

Bu kadar renkli ve büyük işin yanında, ince el işiyle ve mükemmeliyetle ilgilenmekten de çok hoşlanıyorum. Son iki senedir, iki kış gelininin gelinliklerini yapma fırsatım oldu. Kostüm üretme alışkanlığım olduğu için, özel olarak geline iyi gelecek ve onu derinlemesine yansıtacak bir giysi yapmak, hem onları hem de beni mutlu etti. Böylece, beyazın tonlarına ve pastel renklere, ipeklere ve boncuk işlemelere de zaman ayırmış oluyorum.

 

Onu takibe alın;  size sunacağı ve ses getirecek pek çok eser imzalamaya devam ediyor!

instagram.com/milennnae