Birleşmiş Milletler’in Filistin hakkındaki tarihi kararından sonra İngiliz Mandasının ülkeyi kaos içinde terk ettiği 15 Mayıs 1948’e dek, Filistin’de safha safha yayılan bir iç savaş başladı.
Önce Araplar ana yollardaki Yahudi konvoylarına saldırmaya başladı ve kalabalık yerlerde bombalı saldırılar düzenledi; Kudüs ile Tel Aviv arasındaki hayati yolları keserek, Negev ve Galile’deki Yahudi yerleşimcilerini açlığa mahkûm ettiler. Yollar ateşe verilmiş kamyon iskeletleri ile doldu. İngilizler, Yahudi konvoylarına eskort göndermeyi reddetti. Çünkü bu tutum, ülkenin taksim edilmesi hususunu ima edebilirdi (!)Bu yetmezmiş gibi ne yolcuların, ne de şoförlerin silah taşımasına dahi izin vermediler. 22 Ocak’ta, yedi Yahudi polis bu tür bir tuzakta öldürüldü ve cesetleri parçalandı. Yahudilerin zırh giydirdiği bir nakliye aracı da, İngilizler tarafından müsadere edildi. İngilizler yol güvenliği için güvence verdi ancak ertesi gün yedi Yahudi daha öldürüldü! İngilizler yeni bir riyakârlık örneği sergileyerek, ambülanslara da zırh monte edilmesine karşı çıktılar. Çünkü “sonuçta bu vasıtalar insani görev yapmıyor muydu?” 13 Nisan’da Mount Scopus Hastanesine giden bir sağlık konvoyu tuzağa düşürüldü; olayda 77 Yahudi öldürüldü, 20’si de yaralandı.
Arapların planı barizdi: Yahudiler tüm ülkeye yayılmış yerleşkelerden kopartılacak ve taksim planı başarısız olacaktı. İngilizler de tamamen bu doğrultuda hareket ediyorlardı. Birleşmiş Milletler Filistin Komisyonunun, Arapların bu tutumunun Genel Kurul’un kararını baltaladığını ifade etmesine rağmen, bu kez Mısır ve Suriye hükümetlerinin gönderdiği gerillalar, Filistin hudutlarını aşarak, yerli Arapların yapmaya gönüllü olmadıkları sabotajları üstlendi. 16 Ocak’ta Yahudi Ajansı, 800 silahlı Suriyelinin Ürdün, İrbid’de üslendiğini İngiliz Silahlı Kuvvetleri Merkezine bildirdi. Ancak iki hafta sonra 800 gerilla ve Arap lejyoner daha sınırı geçti. 5 Şubat’ta otomatik silahlarla mücehhez yaklaşık bin gerilla daha sınırı geçti ve kimse de bunları engellemedi. Herhalde Yönetim, bu kişileri, sınır dışı edilen Yahudi göçmenlerden daha az tehlikeli addediyordu!
HAGANA’NIN SALDIRILARA YANITI
Ancak bu kez Hagana, bu sızmayı önlemek için Galile yöresinde beş köprüyü havaya uçurdu. 3 Mart’ta ise Koloni Sekreterliği 29 Kasım’dan beri ülkeyi 5000 Arap’ın istila ettiğini teyit etti. Bu arada Esdraelon Vadisinde Hagana ile Yarmuk Arap Kurtuluş Ordusu çetin bir savaş sürdürüyordu. Yönetim ise, büyük bir pişkinlikle İngiltere’nin ülkede kanun ve nizamı koruduğunu ısrar ile belirtiyordu! Ne ilginçtir ki, Arap Lejyonu, Ürdün Kralı Abdullah tarafından yönetiliyor, Kral da, İngiltere tarafından finanse ve teçhiz ediliyordu. Değişik bir üniforma giyen bu militanların, Filistin’de İngiliz güvenlik kuvvetleri olarak hareket etmeleri ise ayrı bir rezaletti. Bu arada Yahudiler ile Lejyon mensupları arasındaki çatışmaların sürmemesi mümkün değildi. 15 Aralık’ta Lejyon militanları, Tel Aviv’den Ben Şemen’e giden bir ikmal konvoyuna pusu kurup on dört Yahudi’yi öldürdüler.
12-17 Aralık tarihleri arasında yedi Arap ülkesinin (Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen) başbakanları Kahire’de toplanarak, Filistin Araplarına silah, para ve askeri birliklerle destek olacaklarını ve İngiliz Mandası sona erer ermez, Yahudilere saldıracaklarına dair bir antlaşma imzaladılar. Kısa bir müddet sonra da Yönetim, Araplara verdikleri silahların “Filistin’e gireceğini” düşünmek için bir neden olmadığını bildirdi. 15 Mart’ta da İngiltere Ürdün ile yirmi yıllık bir savunma antlaşması imzaladı. İngiltere, ayrıca Kral Abdullah’a Lejyon’un idamesi için yılda 2 milyon Sterlin hibede bulunmayı sürdürecekti.
Artık Yahudi Ajansı gerçekleri görmeye başlamıştı. Hagana bu kez saldırıya geçti. Öncelikle pusuya düşürülen konvoyların imdadına yetişilmesi gerekiyordu. 17 Ocak’ta Hebron yakınlarındaki Kfar Etzion’u Arap militanlarından kurtarmaya çalışan Hagana’nın 35 mensubunun tümü öldürüldü. Bu kez Hagana, cezalandırıcı eylemlere girişti. Kudüs dolaylarındaki Silwan adındaki Arap köyünün yakınlarında saldırıya uğrayan bir Yahudi konvoyunda yedi kişi ölünce, Hagana da o köydeki eve hücum etti ve bazı evleri dinamitledi. Keza 24 Ocak’ta Hagana’nın Mount Castel’deki eyleminde 40 Arap ve on Yahudi öldü. Yahudilerin dördünü İngilizler öldürmüştü. İngilizlerin ülkeyi tahliye etmelerine yakın, olaylar şiddetlendi. 13 Mart’ta Hagana, Galile’deki Kfar Hüssenia adlı Arap yerleşkesine saldırdı ve 30 köylüyü öldürdü. Artık Hagana toprak kazanımına girişmişti; Kudüs – Tel Aviv yolu üzerindeki stratejik Castel Köyünü ele geçiren Hagana’nın karşısındaki Arap kuvvetleri, on günlük çatışmadan sonra komutanlarının da ölümü üzerine cepheyi terk ettiler. Samaria Tepelerinde cereyan eden ve Fawzi el Kaukaji’nin bizzat yönettiği çatışma da Arapların kesin mağlubiyetiyle son buldu. Hagana’nın Castel’i zapt ettiği günden bir hafta sonra İrgun ve Stern gruplarının ortak bir saldırısı, aynı yöredeki Deir Yassin köyüne yöneldi. 250 Arap öldürüldü; bunların arasında kadınlar ve çocuklar da bulunmaktaydı. Aynı gün içerisinde Araplar köyü ele geçirdiler; bunlar Kudüs’te coşku ile karşılandı ve daha sonra İngiliz Ordusuna katıldılar.
İNGİLİZLERİN ÇEKİLMESİ
Arapların arka arkaya uğradığı bu yenilgiler ve İngiliz birliklerinin ülkeden çekilmeye başlaması, Filistin’deki Araplar arasında panik havası yarattı. Deir Yassin olayı, Yahudilerin o güne dek işledikleri en büyük vahşetti. Yahudi Ajansı, eylemin barbarlığı hakkında duyduğu dehşet ve nefreti dile getirdi ve bunu telgrafla Ürdün Kralı Abdullah’a bildirdi. Arap radyoları, bunu 48 saat boyunca Yahudilerin vahşetini anlatmak için kullandılar. Ancak bu propaganda neşriyatı, Arapları büsbütün ürküttü ve Arap nüfusu, yerleşkelerini “Deir Yassin” çığlıkları ile terk etmeye başladılar.
17 Nisan’da Galile’de Tiberya kentindeki Araplar yöreden ayrıldı. Üç gün sonra da İngilizler Hayfa’yı terk edip Mount Carmel civarında ve limanda küçük garnizonlar oluşturdu. Hayfa’da 60 bin Yahudi ve 12 bin Arap yaşıyordu; kente sahiplenmek için bir mücadele başladı. Kentteki Suriyeli kiralık askerler bir gün içinde yenildi ve iki bin kişinin haricinde bütün Araplar Lübnan ile Samaria Tepelerine çekildi. Yüksek Komiser Sir Alan Cunnigham, Hayfa’daki çatışma ile ilgili olarak şu telgrafı raporladı: “Hayfa’daki Yahudi saldırısı doğrudan doğruya Arapların dört günden beri Yahudileri taciz etmelerinden kaynaklanmıştır. Saldırı Hagana tarafından düzenlenmiş ve herhangi bir katliam da olmamıştır. Bu durumda sürekli ihtarlarımıza karşın bu olayların bu şekilde gelişmesinden Arapların kendileri sorumludurlar.”
25 Nisan’da İrgun, Filistin’in ikinci büyük limanı olan Yafa’ya saldırdı. 100 bin kişilik bu kent tamamen Arap nüfusunu içeriyordu. Saldırıya Hagana da iki gün sonra katıldı. İngilizler, mani olmak için Yahudi mevzilerini top ateşine tutarak Yahudi ve Arap savunma hatları arasına girdiler. İki günlük ateşkesten sonra İngilizler Yafa’yı terk ettiler. İngilizler iki taraf arasında arabuluculuk yapmak istediyse de İngilizlere güvenmeyen Hagana, Araplar ile uzlaşma talep etti ve 13 Mayıs’ta Arap Aciliyet Komitesi ile Hagana’nın Tel Aviv komutanı arasındaki görüşme koşulları çerçevesinde, dört bin kişinin haricinde Arap nüfusu kentten ayrıldı. Birleşmiş Milletler tarafından Yahudilere ayrılan alanlardaki diğer Arap veya Yahudi-Arap nüfuslu yerleşkelerde de aynı şeyler oldu. Örneğin Kuzey Galile’deki temel kentlerden Safed de 10 Mayıs’ta düştü ve 12 bin Arap kentten kaçtı; Safed’de 1.500 Yahudi vardı. Yahudilere ayrılan alanda bulunan son Arap kenti Beisan da İngilizler ülkeyi terk ettikleri 15 Mayıs’tan üç gün evvel teslim oldu. İngilizlerin Kudüs’te boşalttıkları garnizonlar da Yahudilerin eline geçti. Sadece Kudüs’ün eski bölümü Arapların elinde kaldı. Ancak Ölü Deniz yöresindeki tenha Yahudi yerleşkesi Beit Ha’aravah çarpışmadan Araplara teslim oldu. Keza Betlehem ve Hebron arasında yer alan ve Kfar Etzion grubuna bağlı dört Yahudi yerleşim birimi de, 13 Mayıs’ta Arap Lejyonunun eline geçti. Sağ kalan yerleşimci Yahudiler, savaş esiri olarak Amman’a gönderildiler.
BAĞIMSIZLIK İLANI
14 Mayıs’ta İsrail bağımsızlığını ilan ettiğinde; yeni devletin kapsamında sadece birkaç bin Arap kalmıştı. Yaklaşık 300 bin Arap, savaşma isteği ve organizasyonundan mahrum liderleri tarafından terk edilmişler ve Filistin’in Arap kesimine veya komşu Arap devletlerine mülteci olarak sığınmışlardı.
Her İngiliz garnizonunun çekilişinde, yönetim hiçbir legal kuruluşa bırakılmadığından bir nevi vakum oluşuyor ve paramiliter birlikler orayı kapmak için birbirlerine giriyordu. İngilizler, bir ülkeyi - aslında Ortadoğu’yu - ateşe vermişlerdi. Hâlbuki Koloniler Sekreteri Mr. Creech Jones, 11 Aralık 1947’de BM Komisyonuna ülkeyi teslim alacaklara düzgün bir tarzda bırakmak istediklerini söylemişti!
Kaynakça:
‘Promise and Fulfilment’, Palestine 1917-1949, Arthur Koestler, London Macmillan and Co. Ltd, 1949, S. 152-163.