Kien ve Holokost

Ferhat ATİK Toplum
2 Ağustos 2017 Çarşamba

Kien bir sinologdur. Evinden dışarı adım atmayan, kitapları ve bilimi ile yaşayan Kien’in ev içindeki hayatı, hizmetçisi Therese’ye, kitaplarına gösterdiğine inandığı yakın ilgiden dolayı yakınlaşması ve evlenmesi ile gelişir. Kien’in kafasında oluşturduğu, dış dünyadan tama-men bağımsız iç dünyasında yaşar. Bu ‘dünyasız bir kafa’dır.

Evinden dışarı hiç çıkmamış, insanlarla ilişki kurmayı bilinçli olarak reddetmiş olan Kien, eski hizmetçisi, yeni karısı Therese tarafında sokağa atılır ve daha önce tanımadığı bir dün-yaya zorunlu bir adım atar. Küçük gördüğü, değersiz bulduğu insanların elinde oyuncak olan, oradan oraya savrulan Kien için yaşadığı bu dünya, rasyonaliteden uzak, ‘kafasız bir dünya’dır.

Tüm bu yaşadıklarından sonra Kien, kafasında oluşturduğu yeni dünyanın delilik sınırları-na getirdiği bir dönüşüm yaşar ve trajik sonuna ulaşır.

***

1981 yılında kendisine Nobel Edebiyat Ödülünü kazandıran çağının ötesindeki roman Die Blendung’un (Körleşme - Kamaşma) yazarı Yahudi asıllı Elias Canetti’dir. Canetti romanı yazdığında 26 yaşındaydı.

Roman önemli bir dönemin anlatımıdır ve temsil ettiği dönemin anlamlandırılmasını kolay-laştırır. Canetti kitapta, I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde, Alman-ya’nın ilk dünya savaşının yenilgisini üzerinden atamadığı ve yenilgi psikolojisinin faşizme önayak olduğu bir dönemi, bu dönemde faşizme taban olacak sıradan insanları anlatır.

Gerçek de böyle gelişmiştir.

Romanın kahramanı Kien, 25 bin kitapla dolu evinden, bize tüm gerçekliği ile sıradanın kitlesel faşizme dönüşümünü çarpıcı bir şekilde anlatır.

***

Nitekim biliriz ki, bu dönemin yarattığı faşist liderlik Holokost’u ve 20’nci yüzyılda bile barbarlığa dönebilen düşünceyi, sıradan insanın dönüştürülmesi ile yaratmış ve milyonlarca Yahudi’nin Holokost kurbanı olmasına neden olmuştur.

Dün vardı. Bugün yok. Ama yarın olmayacağı anlamına gelmez. Bu nedenle bu eser ve benzerleri, Holokost’u hatırlattıkça, unutturmadıkça gelecekten gelebilecek olan aynı tehli-keden kendimizi koruruz.

Yinelenmesine, yeniden üretilmesine karşı temkinli olur, bunun önüne geçeriz.

Peki, neden mi?

Çünkü bugün dahi, tüm tecrübelere rağmen, bu hastalıklı ruhu taşıyanlar, Avrupa’nın gö-beğinde dolaşmaya, içlerinden nefret ve ırkçı saldırılar yapma hayalleri kurmaya, her fırsatta da bunun dışavurumunu bir şekilde sergilemeye devam ediyorlar.