Bodrum Müzik Festivali’nin önemli konserleri

Erdoğan MİTRANİ Sanat
23 Ağustos 2017 Çarşamba

12 yıldır çok sayıda ünlü soliste, bir o kadar ünlü orkestraya ev sahipliği yapmış olan, 4 bine aşkın sanatçıyla 200 bine yakın müziksevere ulaşmış olan Uluslararası D-Marin Turgutreis Klasik Müzik Festivali bu yıl, Bodrum Müzik Festivali’ne dönüşerek programını Bodrum’un her tarafına yaydı. Turgut Reis D-Marin’in çekçek bölgesindeki 3000 seyirci alan Turkcell Sahnesindeki ikinci büyük konser, Şef Can Deliorman yönetimindeki sadece Türkiye’nin değil dünyanın en eski ve en saygın orkestralarından Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın Fransız soprano Emma Shapplin’e eşlik ettiği dinletiydi.

1826’da Mehter Takımı yerine batılı bir askeri bando oluşturmak düşüncesiyle II. Mahmut devrinde, Mızıka-ı Hümâyun adı ile kurularak Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın çekirdeğini oluşturan topluluk, 1802’de faaliyete geçen St.Petersburg Filarmoni’den sonra dünyanın en eski ikinci orkestrası. Kuruluşundan itibaren faal olan, Kurtuluş Savaşı yıllarında varlığını Osmanlı Sultanına bağlı olarak devam ettiren Mızıka’ı Humâyun, 1924’te Atatürk’ün isteği ile Ankara’ya taşındı. 1932’de Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası adını alarak Cumhuriyet ile özdeşleşen orkestra, 1957’deki Özel Kuruluş Yasası ile Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası adını aldı.

EMMA SHAPPLİN’İN YARATTIĞI HAYAL KIRIKLIĞI

Eğitiminin ve kariyerinin büyük bir bölümünü yurtdışında gerçekleştirmiş olan Cemi’i Can Deliorman’ın yönettiği orkestra konsere modern Rus müziğinin babası sayılan Mikhail Glinka’nın Puşkin’in epik şiiri ‘Ruslan ve Ludmila’dan yola çıkarak bestelediği operanın uvertürüyle başladı. Bu beş dakikalık giriş müziği olsun, ikinci bölümün başında seslendirilen Pietro Mascagni’nin ‘Cavalleria Rusticana’sından intermezzo olsun orkestranın ve şefin olağanüstü düzeyini ortaya çıkaran küçük birer müzikal mücevherdi.

Ne yazık ki bu köklü topluluk, bunlardan sonra ruhsuz bir dinletinin olmazsa da olur eşlikçisi görevini üstlenmek zorunda bırakıldı.

Opera ve rock müziği birleştiren, sınır tanımayan sesini Orta Çağ İtalyan Edebiyatının hamurunda yoğuran Fransız soprano Emma Shapplin’in ilk albümü Carmine Meo (1997), 25 ülkede 2,5 milyon kopya satmış. İkinci albümü Etterna’da (2002) karanlık sislerin ve derin okyanusların içinde azat yolunu arayan perilerin hikâyesini anlatmış. Tanıtım yazısında Shapplin’in Bodrum konserinde bu iki albümden ateş, hava, su ve toprağa dokunduğu antik masalları söyleyeceği belirtiliyordu. Belirli bir yaşı geçmiş olan pek çok dinleyici, müzik dünyasında 20 yıl önce bomba gibi patlamış, güzeller güzeli divayı ve onun çok özel soprano sesini dinlemek için konserin biletlerini haftalar öncesinden tüketmişti.

Süresinin neredeyse tamamı Shapplin’e ayrılan konser sanırım çoğunluğu tatmin etti ama benim için hayal kırıklığıydı. 

Allah için kadının âhı da vâhı da yerinde. 43’ünde, güzelliğinin doruğunda; sesi hâlâ çok güzel. Tüm sanatlar gibi her an gelişmek ve evrilmek zorunda olan müzik dünyasında, opera dahil tüm dallarda devrimler yaşanırken, Shapplin 20 yıl önce nerede idiyse orada kalmış.

Opera ile pop ve rock müziğini harmanlayan bir performans sanatçısının olmazsa olmazı olan seyirciyle ilişkisi hiç, ama hiç yok. Sahnede dolanırken garip el kol hareketleri yaparak şarkı söyleyen, arada gitaristine sağır-dilsiz alfabesini andıran işaretler çakan bir kadın düşünün. Şarkılarını ya yere, ya da göğe doğru söyleyen, alkışlandığında Comtesse de Ségur romanlarındaki kız çocukları gibi reverans yapmak dışında seyircisiyle hiç iletişim kurmayan bir şarkıcı. Müziğinin de bir derinliği, zengin bir melodik dokusu yok. Giderek tekdüzeliğe kayan, neredeyse hep aynı parçanın bir kez daha söylendiği izlenimini bırakan bir dinleti.  

En büyük ayıpsa bir ‘live/ canlı’ konserde,  şarkılara eşlik eden koronun ‘playback’ oluşu. Devlet Çoksesli Korosu’nun yedi yıllık sanat yönetmeni ve şefi Deliorman’ın orkestrayla birlikte bir de banttan koro yönetmesi ironik değil mi?

Hafif demode divamız seyircilerine bol reverans yaptı ama hiç ‘bis’ yapmadı. Yolu açık olsun.

RUSYA DEVLET SENFONİ ORKESTRASINDAN GÖRKEMLİ PERFORMANS

Turkcell Sahnesindeki üçüncü gecede, Echo’nun 2012 ‘Yükselen Yıldız’ı Madrid doğumlu kemancı Leticia Moreno ile Valery Platonov yönetimindeki Rusya Devlet Akademi Senfoni Orkestrası yer alıyordu. 

Orkestra, sadece iki korno ve iki obuanın yer aldığı bir yaylı çalgılar topluluğu olarak akşamı Mozart’ın ‘Don Giovanni’ operası uvertürüyle açtı. Tutkulu bir Mozart hayranı olarak 36 yaşındaki ölümüne kadar 600’ün üstünde beste yapmış bu dehanın müziğinde felsefi bir boyut bulur, neşesinin, inanılmaz melodik zenginliğinin ve yalınlığının arka planındaki derin bir düşünce dünyası hissederim. Bu benzersiz derinliğin bir örneği de ‘operaların operası Don Giovanni’dir. Uvertür, henüz opera başlamadan bu ‘dramma giocoso/ eğlenceli drama’nın trajik boyutunu, uçarı, yakışıklı, çekici, ama özgür ruhlu, gururlu, asil bir karakterin hastalıklı tatminsizliğiyle yaşamı etrafındakiler için bir cehenneme çevirmesini ve sonunda bu cehennemin ateşinde yanmasını seyircilere 6-7 dakikada aktarmayı başarır.

Platonov ve orkestrası bu nefis uvertürü, dantel gibi işleyerek, bütün gizli nüanslarını arkeolog gibi ortaya çıkararak seslendirdikten sonra “sahnedeki doğal karizması, çalgısındaki ustalığı ve derin yorum gücüyle izleyicileri mıknatıs gibi kendine çeken” Leticia Moreno’ya Wolfgang Amadeus Mozart’ın La Majör 5 no.lu keman konçertosunda eşlik etti.

Mozart’ın 20. yaş gününden hemen önce yazdığı ‘konçerto içinde saklı opera’ tabir edilen bu olağanüstü güzellikteki eserin keyifli ve hareketli ilk bölümü Allegro Aperto final havasında biter (ve tabii ki Bodrum’un bölüm aralarında inatla alkışlamaya meraklı bir bölüm takıntılı dinleyicisinden uzun bir alkış alır). Akıcı anlatımı ve zengin armonileriyle nefis bir hüzünlü bir serenad olarak gelişen Adagio’dan, (takıntılı alkışçılarımıza fırsat vermeksizin) hemen menuetto ile açılan üçüncü bölüme geçilir. Menuetto sürpriz şekilde değişime uğrayarak, Allegro tempolu ve yoğun aksanlı bir Rondo Alla Turca’ya dönüşür. Viyolonsellerin ve kontrbasların mehter köslerini anımsattığı, Yeniçeri Müziği etkisinde yazılan bu bölümden dolayı konçerto ‘Türk’ diye anılır.

Konçerto boyunca yüzüne maske gibi yapışan ciddi ifadesiyle tanıtım yazısındaki ‘doğal karizma’sını pek bulamasak da konçertoyu başarıyla seslendiren Leticia Moreno alkışlansa da nazlanarak, festivalde Shapplin’le birlikte bis yapmayan ikinci sanatçı oldu.

Müzik tarihinin en büyük piyanistlerinden Sergey Rachmaninoff (1873-1943), yazdığı çok sayıda orkestra yapıtı, koral parça ve piyano konçertolarıyla Rus müziğinin önemli bestecilerinden biri. Yapıtlarında ulusal renklerle Geç-Romantik akımın özelliklerini birleştiren Rachmaninoff, Birinci Senfonisinin aldığı ağır eleştiriler nedeniyle psikolojik yıkım yaşmış, bir daha asla beste yazamayacağını düşünmüştür. Müziğe on yıl sonra, çok uzun süren bir toparlanma sürecinin ardından iki başyapıtla dönüş yapmıştı. Bunlardan biri ünlü İkinci Piyano Konçertosu diğeri de prömiyeri 1908’de St.Petersburg’da yapılan, Mi minör, Op. 27 İkinci Senfoni’dir.

Parlak bir orkestrasyonla, tüm çalgıların olanaklarının sonuna dek kullanıldığı dört bölümlük senfoninin girişindeki zengin melodik malzeme, dönüşerek Largo-Allegro Moderato başlıklı birinci bölümle ve ikinci bölümün sonlarında tekrarlanır. Görkemli birinci bölümün ardından gelen Allegro Molto, müzisyenlerden neredeyse atletik çaba isteyen fırtınalı bir ‘scherzo’dur. Lirik bir besteci olan Rachmaninoff, bu doludizgin scherzoya bile coşkulu, parıltılı bir melodi katmayı başarır. Bölümün Dies irae ilahisine gönderme yapan ‘coda’sının ardından dört dörtlük bir rapsodi olan üçüncü bölüm Adagio gelir. Yaylıların giriş ezgisi nefistir ama klarnetin uzun uzadıya seslendirdiği ana tema karşı konulmaz güzelliktedir. Allegro Vivace final, Racmaninoff’un lirizminin karıştığı dansın galip geleceği kısmen marş, kısman tarantella yapısında bir bölümdür.

Bu bir saate yakın süren görkemli senfoniyi 80 kişilik kadrosunun tamamıyla seslendiren

Rusya Devlet Akademi Senfoni Orkestrası, kusursuz yorumuyla seslendirirken üst düzeyde bir ‘Grand Orchestra’ olduğunu bir kez daha ispatlıyordu.

Son festival izlenimleri için gelecek yazımızda buluşmak üzere…