‘ŞANSLI LOGAN’ ve ‘SADAKAT YOLUNDA’ yaz sezonu sonunun iki hoş sürpriz filmi
Ünlü ‘Ocean’s’ üçlemesinden on yıl sonra Steven Soderberg ‘Şanslı Logan’ ile soygun filmleri türüne dönüş yapıyor. Bir kadın yazarın elinden çıkma senaryo üzerinden yola çıkan yönetmen, özenle seçilmiş parlak bir oyuncu kadrosunun desteğiyle, izleyiciyi ters köşeye yatıran, sürprizi bol, keyifli bir film yapmış. Görüntü yönetmenliğini de üstlendiği filmde Soderberg, üç kardeş Loganların soygun öyküsünü çılgın bir aksiyon temposunda anlatmış. İlk kez kamera arkasına geçen kadın bir yapımcıyı, kadın iki senarist ve usta bir aktris ile bir araya getiren ‘Sadakat Yolunda’ tam bir kadın filmi. Sadakat, duygusallık, hayvan sevgisi ve dayanışma temalarının hakkını veren film gerçek bir hayat öyküsü anlatıyor.
Steven Soderberg’i ilk kez 1989 yılında Cannes Film Festivali’nde yarıştığı ‘Seks Yalanları’ filminin basın konferansında gördüm.
Bu 26 yaşındaki, uzun boylu, gözlüklü, ağırbaşlı yönetmenin Bağımsız Sinema’nın öncülüğünü yapmak gibi önemli bir işlevi olan ve kariyerinin ilk filmi ‘Seks Yalanları’nın yarattığı heyecanın tanığı olmuştum.
Gazetecilerin sorularından, filmle ilgili yorumlarından, ciddiye alınacak bir sinemacının gelişini müjdeleyen bu filmin muhakkak ödül listesinde yer alacağına kanaat getirmiştim.
Nitekim ödüllerin dağıtıldığı Kapanış Galasında sıra Altın Palmiye’ye geldiğinde, Soderberg’in bu ödülü jüri başkanı Wim Wenders’in elinden almasına tanık olmuştum.
Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği’nin(FIPRESCI) En İyi Film Ödülü’nü verdiği ‘Seks Yalanları’ James Spader’e En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü getirmişti.
Toplam dört Oscar’lı başyapıt ‘Traffic’ ile 2000 yılında En İyi Yönetmen Oscar Ödülü kazanan Steven Soderberg değişik türlerdeki yapıtlarıyla ününü sürdürdü.
Son filmi ‘Şanslı Logan/Logan Lucky’ ile yönetmen ünlü ‘Qcean’s’ üçlemesinden on yıl sonra soygun filmlerine dönüş yapıyor.
Sık sık sinemayı bıraktığını ve film yapmayacağını ilan eden Soderberg, dört yıllık bir suskunluk döneminin ardından ‘Şanslı Logan’ ile sinemaya parlak bir dönüş yapıyor. Bir kadın yazarın (Rebecca Blunt) elinden çıkan senaryo üzerinden, parlak bir oyuncu kadrosu ile birlikte yola çıkan Soderberg, filmde görüntü yönetmenliğini de üstlenmiş.
Senaryosu boşluklar barındırsa da ‘Şanslı Logan’, yönetmeninin akıcı ve parlak anlatımıyla, birinci sınıf oyuncu kadrosuyla, izleyiciyi ters köşeye yatıran, sürprizi bol, keyifli bir soygun filmi olmuş.
Filmin açılış sekansında, Logan Ailesinin niye kendilerini dünyanın en talihsiz insanları olarak gördüklerini öğreniyoruz. Ağabey Jimmy (Channing Tatum), ünlü bir sporcu olma yolundayken bacağının sakatlanması ile spor kariyerini noktalıyor. Maden ocağındaki işinden ise bacağı aksadığı için kovuluyor.
Harp gazisi, takma kollu kardeşi Clyde (Adam Driver) ise bir barda barmenlik yapmaktadır. Şanssızlıklar peşini bırakmayınca, Jimmy bir soygun gerçekleştirerek talihini değiştirmeye karar verir.
Kardeşi ve oluşturduğu kadro ile eski işi, araba yarışlarının yapıldığı NASCAR’ın kasasını soyacaktır. Yarış günleri burada toplanan bahis paralarının yeraltında saklandığını bilen Jimmy dâhiyane bir plan yaparak, yeraltındaki kasayı soyacaktır.
İYİ Kİ SİNEMADAN KOPAMIYOR
Bunun için hapishanede son aylarını geçiren dahi soyguncu Joe Bang’ın (David Craig) ve zeki, becerikli kız kardeşi Mollie’nin gruba katılması gerekmektedir.
Joe Brag’ı ikna etmek zor olmaz. Küçük bir suç işleyerek aynı hapishaneye giren giren kardeşi Clyde’ın katkısıyla, ikili kaçmayı başarıp soyguna katılır.
Soygun filmlerinin bildik klişelerine sırtını dayayan senaryosu ile film son yarım saatinde girift soygun planının final aşamasında inandırıcılığını yitirse de son sekansta taşlar yerine oturuyor. İzleyici tatmin olmuş bir şekilde salondan mutlu ayrılıyor.
Soderberg’in ‘Qcean’s’ trilojisindeki Las Vegas’ın yerini ‘Şanslı Logan’da Batı Virginia’nın Carolina eyaleti alıyor. Amerikan taşra hayatı üzerine Coen Kardeşler ve David Lynch gibi belgesel tadında (Erin Brockovich gibi) filmler yapmakla ünlenen Steven Soderberg, nefis bir country müziği eşliğinde, kırsal kesim Amerika’sından başarılı bir örnek sunuyor. Özenle seçilmiş müthiş bir oyuncu kadrosu kendisine destek veriyor. Daha önce ‘Striptiz Kulübü’nde (2013) Soderberg ile çalışan Channing Tatum, aile hayatında başarısız, karısını başka bir erkeğe kaptırmış, bacağı sakat Jimmy rolünün hakkını veriyor.
Son yıllarda Van Sant, Spielberg gibi usta yönetmenlerin tercih ettiği, yıldızı yükselen aktör Adam Driver, kolsuz barmen Clyde Logan rolünde, kocasını beceriksiz bulduğu için boşayan eş rolünde Katie Holmes, filmin son bölümünü renklendiren (Dedektif Sarah’ta) Hillary Swank, soğukkanlı soyguncu Joe rolünde Daniel Craig birinci sınıf oyunculuklar sergiliyor.
Ancak asıl sürpriz, filmde gözüktüğü sahnelerde herkesten rol çalan, müthiş tiplemesiyle öne çıkan Seth MacFarlane’den geliyor.
Fırsatlar ülkesi Amerika’da, zengin olma yolunu bir soygundan geçirip şanssızlık lanetinden kurtulmak isteyen üç kardeş Logan’ın öyküsü, gerilim tansiyonu yüksek, çılgın bir aksiyon temposunda anlatılmış.
Steven Soderberg’in 41 filmlik kariyerinde yolu Cannes Film Festivali’nden, iki bölümlük, dört saatlik ‘Che’ (2008), televizyon için yaptığı (Michael Douglas- Matt Damon’lu) ‘Liberace’ ile Hayatım/Behind the Candelabra’ (2013) ile geçti.
Filmografisinde ‘İyi Alman’ (2006), gibi fiyaskolar, ‘Erin Brockovich’ (2000) gibi başyapıtlar, ‘Kafes’(1991), ‘King of the Hill’ (1993), ‘Striptiz Kulübü’ (2012), ‘Salgın’ (2011), ‘Out of Sight’ (1998) ve ‘Denizci/The Limey’ (1999) gibi kaliteli yapıtlar var.
İNSAN-HAYVAN DOSTLUĞU ÜZERİNE
Kadın yapımcı Gabriella Cowperthwaite, ilk kez kamera arkasına geçtiği ‘Sadakat Yolunda/Megan Leavey’ ile ilk uzun metrajlı filmini gerçekleştiren çiçeği burnunda bir yönetmenden beklenmedik bir beceri ile müthiş bir destek ve sadakat öyküsüne imzasını atmış. İki kadın senarist Pamela Gray- Annie Mumola) , başrolde kadın asker (Kate Mara) ve yönetmeni ile tam bir kadın filmi olan ‘Sadakat Yolunda’, insan- hayvan dostluğu üzerine yapılan en iyi filmler arasında yer alacak. Gerçek bir hayat öyküsünden alınan konusuyla film, aşkı gerçek anlamda hiç tatmamış, anne-baba sevgisi içinde yetişmemiş, güvenebileceği arkadaşı olmamış, kaçış yolunu orduya yazılmakta bilen, asosyal ve mutsuz bir genç kızı anlatıyor.
2000’li yılların başında, anne-babası boşanmış, aile sorunları yaşayan, sevgisini gösteremeyen babası ve ikinci evliliğini yapmış dominant annesiyle birlikte yaşayamayacağını anlayan Megan Leavey’in (Kate Mara) orduya yazılmasıyla başlıyor film.
Stanley Kubrick ustanın unutulmaz başyapıtı ‘Full Metal Jacket’i (1987) akla getiren, sert ve acımasız bir askeri eğitim sürecinden geçen Megan’ın hayata tutunmasını sağlayan bir bomba arama köpeği Rex oluyor.
Bir önceki eğitmenini ısırarak kolunu kıran, azgın ve dizginlenmesi zor bir köpek olan Rex, ilk karşılaşmalarında Megan’a hep kötü davranıyor. Ancak genç kız pes etmiyor. Kadın-erkek ayırımının olmadığı, katı disiplin kurallarının hüküm sürdüğü zorlu askeri eğitim sürecini geride bırakan Megan, bomba tespit ekibinde görev alan savaş köpeği Rex ile bağ geliştirmenin yollarını bulur.
Irak’ta görevlendirilen Alman avcı köpeği Rex ile fedakâr asker Megan sayısız askerin hayatını kurtarır. Eğitim süresinde genç kızı faşizan bir tutumla hakir gören maço üstlerinin gözünde, Megan artık bir kahramandır.
Kalbi soğumuş genç kıza sevgiyi öğretip hayata bağlayan Rex ile Megan’ın dostluğunu sürdürmesi kolay olmayacaktır. Askeri kuralların katılığı ikiliyi ayırır.
Ordu mensubu bir köpeğin öyküsünü anlatan ilk film olma özelliğini taşıyan ‘Sadakat Yolunda’, sadakat, duygusallık, hayvan sevgisi ve dayanışma temalarının hakkını veriyor. Hollywood savaş filmlerinin Amerikan militarizmi propagandası yapma zaafından kendini kurtaramasa da, bir köpeğin sahibine bağlanmasını, bir insanın köpeğine beslediği sınırsız aşkı, melodram tuzağına düşmeden anlatan ‘Sadakat Yolunda’, izlenmeyi hak ediyor.
Hayvan sever okuyucularıma ilaç gibi gelecek bu film, ufak tefek Amerikalı aktris Kate Mara’ya 50 filmlik kariyerinin en başarılı performansını sunma fırsatını yaratıyor.