Hani "İnsanın en büyük düşmanı kendisidir" derler ya... Ya da "İnsana en çok kendisi zarar verir..." İşte burada söylenilmek istenilen anne babalar için de aynen geçerlidir. Bir çocuğu büyütürken mutlak bir doğru olamaz çünkü bu çocuğun hayatında bir baba (babanın kendi ailesinden getirdikleri), bir anne (annenin kendi ailesinden getirdikleri), ikisinin de kendine has yaşam travmaları ve inanç kalıpları yaşar o evin içinde. Ebeveyn "canım" dediği yavrusunu büyütürken belki de en zor sınavı verirken, ‘benim istediğim ve doğru bildiğim ile çocuğum için bu koşullar altında iyi olan’ arasındaki içsel yolculuğa çıkabilmeli.
Bir ebeveyn çocuğunun olacağının haberini aldığı andan itibaren her şeyi çocuğu için en iyi şekilde, en doğru şekilde yapmak için dayanılmaz bir istek duyar. Bu çok heyecanlı ve mutluluk verici haberden sonra artık her şey değişmiştir, kendine bile daha iyi bakar hamile kadın, baba olacak eş ise yıllardır kendi sağlığı için bırakamadığı sigarayı bile bırakır hamile olduğu için eşi. İşte böyle bir güç ve böylesine anlaşılmaz bir motivasyon verir çocuk sevgisi ebeveynlere. İşte tam da bu güç ve kudrettendir ki ebeveyn "canım" dediği yavrusu için aşağıda bahsedeceğim durumlarda belki de en zor sınavı verirken, benim istediğim ve doğru bildiğim ile çocuğum için bu koşullar altında iyi olan arasındaki içsel yolculuğa çıkabilmelidir. Hiçbir çocuğun aynı kitap bilgisiyle ve aynı doğrularla büyütülemeyeceğine inanan bir kişiyim. Tabi ki ortak bazı doğrular ve yapılmaması gereken kesin yanlışlar vardır belki fakat şu esastır ki her çocuk bir diğerinden farklı olduğu gibi her aile de birbirinden farklı dinamiklerle yürür hayat yolunda. Bu inancım doğrultusunda, çocuklarla çalışırken sadece annenin şikâyetlerine göre değil, önce aile dinamiğini anlayarak, bireylerin rollerini tanıyarak ve o aileye özgü doğruları göze alarak çalışırım. Kısaca, bir çocuğu büyütürken mutlak bir doğru olamaz çünkü bu çocuğun hayatında bir baba (babanın kendi ailesinden getirdikleri), bir anne (annenin kendi ailesinden getirdikleri), ikisinin de kendine has yaşam travmaları ve inanç kalıpları yaşar o evin içinde. Bu resmin içinde çoğu zaman büyük etkisi olan büyükanne, büyükbabalar veya diğer yakın aile fertleri vardır. Ailenin işleyişini etkileyen birçok farklı dış etken de olabilir fakat ben bugün anne-babaya eğinmek istiyorum. Aslında söyleyeceklerimi her insan, her ilişkisinde uygulayabilir.
Her ebeveynin sergilediği davranışın iki kaynağı vardır
1. Kendi geçmişinden, deneyimlerinden getirdiği ve sorgulamadan içselleştirdiği inanç kalıpları,
2. Kendi süzgecinden geçirerek içselleştirdiği kendi doğruları yani birey olarak kendi oluşturduğu inançları.
Örnek olarak bir anne küçük yaştaki çocuğuna istemese de zorla son kalan lokmaları yedirmek için büyük bir çaba harcarken akşam çocuğunun geç saatlerde yatmasına izin verir. Yukarıdaki örnekte annemiz yemek yedirme konusunu sorgulamadan içselleştirdiği, ‘ne kadar yerse o kadar iyi’ inanç kalıbını farkında olmadan kendi annesinden almıştır ve çocuğu istemediği halde bile zorla yedirmeye çalışır. Fakat aynı anne çocuğunun geç yatmasının yanlış olduğunu bilmesine rağmen kendisi çalıştığı ve gün içinde çocuğuna istediği kadar vakit ayıramadığı için bu inancını kendi koşullarına uygun olarak değiştirmiş ve ‘biraz geç yatsa çok zararı olmaz, beni çok özlediği için biraz geç yatabilir’, gibi inançlarla değiştirmiştir. Aslına bakarsanız anne her iki örnekte de kendi ihtiyaç ve doğrularını karşılayacak şekilde davranır. Fakat bunu kabul etmek çok zordur ve iç görü gerektirir. Gelin bunu kabul etmekten önce çocuğun bu durumlarda parantez içlerini nasıl okuduğuna bir bakalım. Aç olmayan çocuğa daha fazla veya zorla yedirildiğinde; çocuk şunu öğrenir: Sen kendi bedeninin ihtiyaçlarını bilmediğin için senin neye ihtiyacın olduğunu ben daha iyi bilirim. Bu zorlamalar sonunda çocuk zaman içinde pes eder. Ve fiziksel açlık sinyallerini artık dinlemeyi bırakır. Bu da ileride ciddi yeme bozukluklarına sebep olabilmektedir. Küçük yaşlarda söylenmese bile ileri yıllarda yemek dışındaki tüm konularda bile anneler "Ben senin annenim, senin için en iyisini ben bilirim, ben karar veririm" gibi cümleler kurmaktalar. Anneler her zaman çocuklarının iyiliğini ister ve hiçbir anne isteyerek ve bilerek çocuğunu üzmez. Fakat burada parmak basmak istediğim nokta iyi anne kötü anne değil, kişinin çocukla temasında vermesi gereken o büyük sınavdır. Ebeveyn davranışları ile çocuğuna zarar veriyor ve onun birey olmasına engel oluyorsa burada kötü niyet değil, iç görü eksikliği vardır. Özellikle ülkemizde çocukların birey olup ailelerinden ayrılıp kendi hayatlarını kurabilme yaşlarının yüksek olması da bize aile yapılarımızın ve davranışlarının bunu yeteri kadar destekleyici olmadığını gösteriyor. Aslında 'sınır' bunun temel adıdır. Ebeveynlik çok kutsal bir olgudur ve o yüzden kendisine bencilliği yakıştırmıyorum fakat iç görüden yoksun, kendini sorgulamayan ve en önemlisi "Ben bu davranışımla çocuğuma iyilik yapmak isterken zarar mı veriyorum?" diye kendine sormayı reddeden anne babalarımızdan rica ediyorum; çocuklarınızın iyiliği için onlara sınır koyun, her istediklerini yapmayın, ara sırada kızın. Davranışlarının sonuçları olduğunu öğretin ve her zaman çok sevgi verin. Ancak önce şunu kabul edin. Mükemmel anne baba yoktur, biz de hata yapabiliriz. Bazen ne yapılması gerektiğini bilemeyebiliriz. Ancak her zaman kendimizi geliştiririz.
Takıldığınız noktalarda kendinize sormanız gereken sorular
Bu davranışıma nasıl tepki alıyorum?
Sürekli aynı davranışı sergileyip farklı sonuç mu bekliyorum? (ve hep aynı şey oluyor)
Neyi farklı yapabilirim?
Bu davranışım hangi ihtiyacımdan dolayı oluşuyor? (inanç veya düşüncem)
Bu davranışım beni nasıl besliyor?
Ve son olarak en ama en önemlisi; Ben bu davranışımla ilgili iç görüye sahip miyim? Ve kendimi değiştirmeye açık mıyım?
Sizlere kendinizi sorguladığınız, geliştirdiğiniz ve iç görü sahibi olmak için içinizi açık bakabilecek cesarete sahip olduğunuz güzel bir yıl diliyorum. O cesaret çocuğunuza beslediğiniz sevgi de gizli…
Sevgiyle kalın…