Doğa insana, kendi renkleri ile anlatıyor yaşamını.
Pencereden dışarıya bakmak yeter zamanı anlamaya. Takvime bakmaya değmez. Doğa kendi dili ile anlatır mevsimleri, ayları, günleri.
Şimdi yine bir yaz beklentisi içimizde. Gözümüze baharın yeşili yüklendikçe, dört mevsimlik bir hayat sezonun yine başında olduğumuz hissine kapılıyoruz. Bir dörtlük seri daha başlıyor sanki... Yaz, bir coğrafyaya değil sadece, kazandırdığı ya da kaybettirdiği duygularımıza da giriyor, pervasızca. Hiç sormadan, danışmadan. Kış geliyor ve bizler onun duygularına soyunuyoruz. Yeniden bir döngüye girene kadar, bahar tadında...
Kışın kuruttuğu, sararttığı, beklemeye aldığı her şey yeşile dönüşüyor, yaşama kavuşuyor.
Duvar dibinde gördüğümüz hiç sararmayan yeşillikler ise kendi kavgalarını veriyorlar, yaz kış. Onları yaratan doğa, kendilerinden geri alıyor.
Baharın bir kucaklaması bu, eve dönme hissi var, bahara dönme, yaza kavuşma hissinin içinde.
Hani, hangi yaşta olduğunuzu hissetmek önemli ya, hangi mevsimde olduğunuzu hissetmek de o denli önemli oluyor mevsimleri yaşama yansıttıkça.
***
Zamanın kendi kendine kurguladığı renksel hayatı en iyi anlatabilenlerden, çünkü en iyi anlayanlardan biriydi Ulus Baker. Belki de birçoğunuz ilk kez bu satırlarda duydunuz adını. Oysa kendi çevresine sorsanız, sıra dışı felsefik hayatı tam da mevsimlerin tüm tadını her sabah yeniden yaşamaya başlar gibi olduğunu öğreniriz. “Şu an” diye bir şeyin olmadığının, her anın, daha yaşanmaya başladığı anda geride kaldığını sadece yazan değil, düşünen ve yaşayan biriydi. Peki kimdi?
Ulus Baker, 14 Temmuz 1960’da, Leningrad’da (SSCB) doğdu ve 12 Temmuz 2007’de İstanbul’da öldü. Lefkoşa’da doğduğunu da yazan kaynaklar bulunuyor. Kısacık bir hayat yaşadı. Uzun uzun anlamlar ve öğretiler bıraktı. Ben onu kitabından tanıdım. Tanışmak kısmet olmadı. Sosyolog, yazar, çevirmen, öğretim üyesi olarak çıktı karşıma. Kıbrıslı Türk bir ailenin çocuğuydu. Babası Sedat Paker bir psikiyatrist, annesi Pembe (Yusuf) Marmara ise bir şairdi. ODTÜ Sosyoloji Bölümünü bitirdikten sonra, Gilles Deleuze ve Baruch Spinoza çevirileri yaptı, makaleler yazdı. ODTÜ, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Özgür Üniversite’de sinema tarihi, sosyoloji dersleri verdi. Politik teori, medya, sinema teorisi konularında çalıştı. Dziga Vertov üzerine sinema eleştirileri yaptı. What Is Opinion (2001) adlı bir kısa filmin yönetmenliği ile yönetmen sıfatını da alacak kadar başarılı oldu.
Sovyetler Birliğinde aldığı müzik eğitiminden dolayı müziğin her türünün bütün teknik bilgisine, yetkin kavrayışından ötürü de dünya müziğinin bütün arka planına, sosyolojik oluşumuna, felsefesine ilişkin olağanüstü bir birikime ve anlatım gücüne sahip bir yazım insanıydı. Özellikle de Çingene Müziği konusunda yetkindi. O, klasik müzik ve bütün dönemlerin müziğiyle Roman müziği arasındaki bağı, Türkiye’de en iyi kuran değil, tınıları, sözleri ve bütün kanıtlarıyla kuran kişi olma özelliğini taşıyor.
***
Zamanı incelerken etkilendiği Gilles Deleuze’ü okuyanlar bilirler. Deleuze zamanla dalga geçer felsefelerinde. O kadar ki, buna kendinin inanması yanında, inandırır da okuyucuyu. Hangi mevsim, neyin başı ya da sonu bilmediğimiz bir gezegende, her zamanı kendi kendimize kodlarla anlamlandırırken, kendimizi mahkûm da ediyoruz aynı zamanlara. Ve bittiğine inanıp biz de bitiyoruz.
En azından içinde bulunduğumuz zamanları bitmeyecekmişçesine doyarak yaşayabilmemizi dilerim.