Tiyatroadam, 11. sezonundaki iki yeni oyundan Bertolt Brecht’in yazdığı, Ümit Aydoğdu’nun yönettiği ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ ile, bir kez daha Türkiye’de defalarca oynanmış çok ünlü bir metne, Can Yücel’in kendine has, eşsiz Türkçesiyle farklı ve özgün bir yorum getirmeye soyunuyor.
‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’ gibi, ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ de ülkemizde ve kentimizde çok kez sahneye konmuş, Mehmet Ulusoy’un 1985’de Dostlar Tiyatrosundaki yorumu da aynen Arturo Ui’de olduğu gibi bir tiyatro efsanesine dönüşmüştü. Ulusoy’un önce 1975’te Paris’te, hemen ardından Avignon’da yönettiği bu Kafkas Tebeşir Dairesi’nin en çarpıcı öğesi, Metin Deniz’in sahneyi boydan boya kaplayan, kimi zaman saraya, kimi zaman eve, kimi zaman dağa dönüşen dev yamalı yorganıydı.
Bertolt Brecht’in 1944 yılında yazdığı en uzun oyunu olan Kafkas Tebeşir Dairesi, “Bir çocuğun annesi; onu doğurduktan sonra terk eden mi, yoksa onu terkedildiği yerde bulduğunda koruyup yetiştirip büyüten mi?” sorusu üzerinden, bir şey üzerinde hak iddia etmenin ona harcanan emeğe bağlı olduğunu anlatan, iyilik, dürüstlük, vicdan, özveri, adalet gibi evrensel insanlık değerlerini, emek-mülkiyet ilişkisini sorgulayan ve sorgulatan çarpıcı bir başyapıt.
Brecht’in en uzun oyun derken, özgün metin, iki Grusinyalı kolhozun, üzerinde hak iddia ettikleri vadinin sahibinin kim olacağını belirledikleri uzunca bir prologla başlar. Vadinin ona en iyi bakanlara, meyve verebilsin diye sulayanlara verilmesinin ardından, Tebeşir Dairesi Oyunu’nun temsiline karar verilir.
Ümit Aydoğdu sahnelemesinde radikal bir karar vermiş; oyunun ana fikri olan “toprak işleyenin, su kullananın” temasını tekrarlamamak için proloğu hepten kaldırarak doğrudan öyküye girmiş. Çok da iyi etmiş. Bu toparlanmış hâliyle bile oyunun süresi bölüm arasıyla birlikte iki saati aşıyor. Ama ne iki saat! Her türlü didaktizmden ve hantallıktan arınmış fenomen oyuncu Gizem Erdem’in dans ve hareket düzeninin de büyük katkısıyla, coşkulu, heyecanlı, dinamik, soluk soluğa oynanan, soluk soluğa izlendiği için de nasıl geçtiği anlaşılamayan, şarkılı, müzikli, kıpır kıpır iki saat!
Aydoğdu’nun ikinci radikal kararı öyküsünü dekordan, kostümden, makyajdan arındırarak, asgari aksesuarlarla, en yalın en sade haliyle anlatmak olmuş. Sekiz kişilik ekibin fiziksel tiyatroya yakın bir yorumla anlatıcı-oyuncu olarak tüm karakterleri canlandırması, Brecht’in epik anlatımına başarıyla uyum sağlamanın çok ötesinde, tiyatronun özüne inen, tiyatro dediğimiz mucizevi olguyu elle tutulur hâle getiren bir olaya dönüşmüş.
Kafkas Tebeşir Dairesi, savaş sırasındaki ayaklanmada vali kocası öldürülen kadın bebek oğlunu bırakıp kaçınca, çocuğu sahiplenen aşçı yamağı Gruşa’nın öyküsünü anlatır. Bebeği korumak için hayatını tehlikeye atan Gruşa, soluk soluğa bir kovalama sonrası köyüne ulaştığında, sığındığı ağabeyi onu bir köylüyle evlendirir. Savaş bitince cepheden dönen sözlüsü Gruşa’yı evli ve çocuklu bulunca ondan uzaklaşır. Valinin dul karısı, kocasının mirasını alabilmek amacıyla asıl mirasçı olan terk ettiği çocuğu geri almaya kalkışır. Çocuğu büyüten Gruşa, öz annesine verilme emrine karşı çıkarak, eğriyi doğru yapmasıyla ünlü deli yargıcın karşısına çıkar. Yargıç davayı çözmek için eski bir yönteme, ‘Tebeşir Dairesi’ oyununa başvuracaktır…
Oyun başladığında sahneye şarkı söyleyerek dans ederek gelen siyah tişört ve siyah pantolon giymiş beş erkek (Baransel Gürsoy, Deniz Özmen, Ediz Akşehir, Gökhan Azlağ, Serdar Aküler) ve üç kız (Esra Şengünalp, Pelin Büyükbaş, Rana Büyükyılmaz), sadece birer
sopa, birer battaniye, köpükten yapılmış birkaç mask ve de bir fıçıyla müthiş inandırıcı bir dünya yaratarak bir yandan öyküyü anlatırken, diğer yandan da bütün karakterleri canlandırıyor. Tabiî ki tüm yük, olağanüstü bir takım oyunculuğu çıkaran, sınır tanımayan yaratıcılıklarıyla battaniyelerden giysiler, çadırlar, bir bebek hatta bir çocuk bile yapan, cinsiyet ve sosyal konum belirleyen ifadesiz masklara bedenleriyle ifade yükleyen Tiyatroadam’ın deneyimli birkaç oyuncusunun ve onlara eşlik eden pırıl pırıl gençlerin sırtında. Onlarınki, oyunculuk denen zor işin tüm öğelerini, sesleri, yüzleri ve bedenleriyle kullanan benzersiz bir toplu gösteri. Öyküsel yapı, yaptığı fedakârlıklar sayesinde gerçekten bir anneye dönüşen Gruşa’yla deli yargıcı öne çıkarsa da, Rana Büyükyılmaz ve Gökhan Azlağ, bu iki ana karakteri büyük başarıyla canlandırdıkları sürecin dışında, asıl ait oldukları yere, sekizlideki anonim yapıya dönüyorlar.
Kafkas Tebeşir Dairesi 18, 25 Ekim & 15, 22, 29 Kasım Baba Sahne’de, 19 Ekim Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde, 18 Kasım Akatlar Kültür Merkezinde. Tabiî ki sezon boyunca devam edecek. Sakın kaçırmayın.
kumbaracı50’de Shakespeare’in ‘III. Richard’ı
“Ben kendimi bir hain olarak kanıtlatmaya karalıyım Ve günlerin bu boş zevklerinden nefret ediyorum”
Kendisini “deforme ve bitmemiş bir şekilde kaba-saba olarak darp edilmiş” biri olarak tanımlayan, ülkeyi başarıyla idare eden kardeşi Kral IV. Edward’ı deli gibi kıskanan çirkin, kambur ve özürlü Richard, İngiltere tahtını ele geçirmek için her türlü entrika ve cinayete hazırdır. Önce krallık sırasında önde gelen kardeşi Glochester aleyhine komplolar kurarak onu Londra Kulesine hapsettirir, sonra da onu gizlice katlettirir. Arada babasını ve kocası Galler Prensi Westminster’i öldürtmüş olduğu Anne Nevile’i baştan çıkararak kendisiyle evlenmeye razı eder.
IV. Edward ölürken devleti ve ülkeyi koruyucu naip olarak onu bıraktığında, Richard tahta geçmek için son engelleri ortadan kaldırmak için, bir yandan yeğeni genç V. Edward’la küçük kardeşini korunaklı olacağına inandırarak Londra Kulesinde kalmalarını sağlar, diğer yandan kuzeni Buckingham’ın desteğiyle tahtın gerçek varisi olmak için kampanya başlatır. Yükselişine karşı olan Lord Hastings’i uydurma bir suçlamayla tutuklatarak idam ettirir. Edward’ın iki oğlunun gayrimeşru oldukları söylentilerinin yayılmasını sağlayarak Buckhingham’a prensleri katletme emri verir. Buckhingham tereddüt ettiğinde cinayeti Richard Tyrrel’e yaptırır. Garezini açığa vurup vermeyi vaad ettiği arazileri ona vermekten vazgeçince Buckingham Richard’ın aleyhine döner. Zamanla gittikçe paranoyası artmaya başlayan Richard halkın desteğini kaybeder ve idaresine karşı isyanlar çıkar. İlk isyan bastırılarak başındaki Buckhingham idam edilir. Richmond Dükü Henry’nin başlattığı ikinci isyan kıran kırana bir savaşa dönüşür ve son bir düelloda Richmond Dükü Kral Richard’ı öldürerek VII. Henry adı ile krallık tahtına çıkar…
Shakespeare’in kısaca ‘III. Richard’ diye anılan, ‘The Life and Death of King Richard III / Kral III. Richard’ın Yaşamı ve Ölümü’ adlı trajedisini Yiğit Sertdemir mevsim başından beri kumbaracı50’de yönetiyor.
Sertdemir de radikal bir karar vererek dramaturg Sinem Özlek’le birlikte, oyunu iyice kısaltarak ara vermeden oynanan 110 dakikaya indirgemiş. Kanımca, Londra Kulesi sahnelerini iyice azaltan, sondaki iki isyanı tek bir ayaklanmada toplayarak iyice soyutlayan bu yorum, olay örgüsünü arka plana çekerek, ‘her şeyi mubah gören omurgasızlığıyla eze çiğneye, kanırta kanırta en tepeye yükselen’ bu psikopat katili öne çıkarmakta ve iktidar hırsından inanç sahtekârlığına, kişisel çıkarcılıktan muktedir yalakalığına güç tutkusunun parlak bir eleştirisini yapmakta.
Candan Seda Balaban’ın kumbaracı50 mekânına cuk oturan sahne ve giysi tasarımı, Cem Yılmazer’in ışıkları, Burak Çöllü’nün müzikleri, Sanem Oğuz’un hareket düzeniyle, Burakhan Yılmaz, Cemre Gümeli, Ceren Sevinç, Deniz Gürzumar, Eren Demirbaş, Erkan Baylav, Feride Çetin, Tolga Bayraklı ve Yeşim Sarı’nın dört dörtlük toplu oyunculuğuyla yarı karanlıkta oynanan bu kapkaranlık öykü, Altıdan Sonra Tiyatro’nun son yıllardaki büyük prodüksiyonlarından biri.
Çok ustaca yönetilmiş olan oyun, Yunan tragedyalarındaki gibi, sözlerini Sinem Özlek’in Shakespeare metinlerinden oluşturduğu şarkıyı söyleyerek oyunu başlatan ve sonlandıran koro, cesetleri simgeleyen kum dolu torbalar, farklı ve çarpıcı finalde Richard’ın atlettiklerinin eliyle öldürülmesi gibi, birbirinden parlak buluşlarla dolu.
Ama asıl nefes kesici tarafı Yiğit Sertdemir’in canlandırdığı, oyun boyunca kendi zavallılığı ve kötücüllüğüyle dalga geçen Richard. Oyunculuk müthiş de, beden dili oyunculuktan bile etkileyici. Sahneye tekerlekli sandalyede, yarı felçli gelen Richard, giderek insanlıktan çıkım canavarlaştıkça bedensel olarak düzelip normalleşiyor. Başlayan düşüşüyle bedensel kusurları geri dönüyor ve ölüme, aynen oyuna başladığı gibi, eciş bücüş bir özürlü olarak gidiyor. Bu Richard, Yiğit Sertdemir’in milim aksamayan bedensel değişimlerini izlemek için bile bir kez daha izlenebilir.
Mevsimin olmazsa olmazlarından, çok başarılı bir yorum. Ekim ayı için sadece 23’ünde Baba Sahne turnesine yer var. Kasımda kumbaracı50’de.
Hepinize iyi seyirler dilerim.