kumbaracı50’de ‘Filifu’nun İntikamı’

Sezona çok sayıda yeni oyunla giren Altıdan Sonra Tiyatro’nun son çalışması, Filifu’nun Jean Tardieu’nün oyunlarından yola çıkarak yazdığı ‘Filifu’un İntikamı / Bir Tardieu Şeysi.’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
1 Kasım 2017 Çarşamba

Küçük yaşlarda şiirle ilgilenen Jean Tardieu (1903-1995), ilk şiirini 7, ilk güldürüsünü 15 yaşında yazmış. Çoğunlukla karanlık bir şiirsellikle alt edilemez kaygıların öne çıktığı şiir kitapları yayınlamış, Savaş sırasında Fransız Direnişinin gizli yazınsal etkinliklerine katılmış, Paris’in kurtuluşunu izleyen yıllarda şiir yazmayı sürdürürken, oyun yazarlığına yönelmiş.

Tardieu, geleneksel tiyatro anlayışına taban tabana zıt oyunlarında, lisanın olanaklarını mantıksızlığın ve anlamsızlığın en uç sınırlarına kadar zorlayarak, dilbilimsel ve toplumsal uzlaşmalardaki keyfiliği, sıradanlığı ortaya çıkarmaya çalışır. Hemen hepsi gülünç ve mizahî olan metinlerde konu, karakterler ya da gerçekçi diyaloglar, yerlerini başıboş bırakılmış sözcüklerin ritmi ve müziğiyle oluşan dilsel eylemlere bırakır.

‘filifu’, büyük olasılıkla ‘filifu’yu yazdığı bütün oyunlarda kullanan Yiğit Sertdemir tarafından uydurulmuş bir kelime. Doğru anımsıyorsam, ‘444’teki hamsterin adı, ‘Öldün Duydun Mu?’da adamın sevgilisi,‘obeb’de ne idüğü belirsiz bir şey, ‘Karabahtlı Kardeşlerin Bitmeyen Şen Gösterisi’nde kardeşlerin adlarının birleşimi, ‘Surname 2010’da saksı, ‘Katilcilik’te bilgisayar şifresi olarak karşımıza çıkan, her anlama gelebilecek ya da hiçbir anlamı olmayan gizemli bir sözcük.

Georges Perec ve Raymond Queneau’nun arkadaşı, adı ‘absürd tiyatro’nun büyük yazarlarıyla birlikte anılan, ancak hepsinden deneysel olduğu için hepsinden az tanınan, sözcüklerle cambaz gibi oynayan Jean Tardieu’yü uyarlamak için tabii ki Filifu’dan daha uygun biri olamazdı. Aslında ‘Filifu’un İntikamı’ uyarlama da sayılmaz; Tardieu’nün kısa oyunlarından hareketle yazılmış bir esinlenme, farklı, özgün, ancak Tardieu’nün ruhuna, özüne, coşkusuna son derece sadık bir metin.

Oyun, seyircilerin ortasında, Seda Özen Yürük’ün tasarladığı, bir dönemin turne kumpanyalarının dekorunu anımsatan bir sahnede oynanıyor. Candan Seda Balaban’ın döküntü kostümlerini giymiş olan ekip bir doğum günü öyküsünü, yapay perukları ve abartılı makyajlarıyla Çadır Tiyatrosu ile Commedia dell’Arte arası bir tarzda sergiliyor. Keyifle başlayan, giderek çılgın bir güldürüye dönüşen oyun, büyük ustalıkla dokunaklı bir finale ulaşıyor. Oyunun ortasında gülerek, eğlenerek izlenmiş bir sahneyi finalde bu kadar etkileyici şekilde dramatize etmek, gerçekten de usta işi.

Anlaşılan yakın geçmişte ‘değerli büyüklerimizi’ kızdırmışlar ve oyunları yarıda kesilmiş. Bu kez ‘büyüklerin’ önerilerine göre yeniden şekillenmiş olan metinde, tepeden inme bir kontrol mekanizması sahnelemeye telefonla devamlı müdahale etmekte, oyunun nasıl oynanacağı ekibe sık sık dayatılmakta.

Müzikli, danslı, şarkılı performans, her müdahale ile çığırından çıkacak, her tekrarda ipin ucu iyice kaçacak, türlerin, tarzların ve önünde sonunda sözcüklerin kargaşasıyla bir curcunaya dönüşecektir.

Oyunu tasarlayan ve yöneten Sertdemir, çoğunlukla öğrencilerinden oluşan ekibini bir orkestra şefi gibi yönetmiş. Burakhan Yılmaz, Ceyda Akel, Dilan Parlak, Gülhan Kadim, Ladin Avşar, Meriç Rakalar, Mert Asker Onur Kahraman ve Özge Emeç, tempoyu an be an arttırarak, dur durak bilmeyen bir enerjiyle sağlam bir takım oyunculuğu sergiliyorlar. Hepsi eşit düzeyde iyiler ama, metnin öne çıkardığı Gülhan Kadim ile Meriç Rakalar daha eşit düzeydeler! Onur Kahraman’ın müziğini ve Senem Oluz’un hareket düzenini de unutmayalım.

Bu ‘Tardieu şeysi’, 80 dakika boyunca kahkahalarla gülerek izlenen, hem komik hem eleştirel bir oyun. 27 - 28 Kasım’da ve sezon boyunca kumbarac50’de. Kaçırmayın.

 

DasDas Tiyatro’da Marius von Mayenburg’dan ‘Çirkin’

Gerçekte kimsin? Kendine baktığında ne görüyorsun? Gördüğün şey onların gördüğüyle aynı şey mi? Olduğun kişi ile olman beklenen kişi arasında nerede duruyorsun? Başarmak için kendinden ne kadar uzağa gidebilirsin, ya dönüş yolunda kaybolursan?

 

Alman genç kuşak yazarların en önemlilerinden Marius von Mayenburg, 1972’de doğmuş, Münih Üniversitesinde Antik Almanca okuduktan sonra Berlin Sanat Yüksekokulunda oyun yazarlığı eğitimi almış. 1999’dan beri sanat yönetmeni ve ‘residence’ oyun yazarı olarak Thomas Ostermeier’in ünlü Berliner Schaubühne am Lehniner Platz tiyatrosunda çalışıyor ve yazdığı oyunların çoğunu Schaubühne’de sahneliyor.

2016 Film Ekiminin en çarpıcı filmlerinden, büyük olasılıkla bugüne kadar yapılmış en sert bağnaz dindarlık eleştirisi ‘(M)uchenik / Öğrenci’nin senaryosunu, filmin yönetmeni Kirill Serebrennikov, Mayenburg’un bir oyunundan uyarlamış.

Mayenburg’un 2007’de yazdığı, 2012’de Devlet Tiyatrolarında da sahnelenmiş olan ‘Der Hässliche / Çirkin’ bu kez DasDas Tiyatro’da, dramaturgisini Melisa Kesmez’in yaptığı, İbrahim Selim’in yönettiği yeni bir yorumla sahneleniyor.

Mühendis ve mucit Lette, kendi oluşturduğu projenin sunumuna hazırlanırken, direktörü, sunumu konuyla ilgili hiçbir niteliği olmayan yardımcısına verir. Nedenini sorduğunda, “Sen bu suratla hiçbir şey satamazsın” yanıtını alan Lette, durumu karısıyla konuştuğunda, çok çirkin olduğunu, ancak yüzünün feci görünüşüne rağmen karısının onu sevdiğini öğrenir.

Çözümü estetik cerrahide arayan Lette, ameliyat sonrası inanılmaz yakışıklılıkta bir adama dönüşür. Bu dönüşüm kariyerini, sosyal yaşamını, karısıyla olan ilişkilerini, radikal bir değişime uğratacaktır. Doktoru, ‘yeni Lette yüzü’nü ideal görünüm olarak pazarlar, direktörü şirketin olası yatırımcısı yaşlı kadınla hafif kırık oğlundan para sızdırmak için onu yem olarak kullanır, eskiden sadık bir koca olan Lette yakışıklılığının hayranı çok sayıda kadınla ilişkiye girerek karısının da bunu kabullenmesini bekler.

Ancak bu beklenmedik şöhret, ondan en çok nemalanan doktor sayesinde çok sayıda erkek Lette’nin yüzüne sahip olunca kısa sürecek, yakışıklılığının getirdiği öncelikli durum sıradanlaştıkça hayal kırıklıkları giderek artacaktır…  

Duygusal zekâ ile sezgisel zekânın karıştırıldığı, insan bedeninin nesneye dönüştüğü, güzellik kavramının sosyal bir takıntı hâlini aldığı, her şeyin satılık olduğu günümüz dünyasında, dış görünümün algıda yarattığı izlenimi konu alan Çirkin, çağımızda herkesin fiziksel özelliklerine göre değerlendirilişiyle, fiziksel güzelliğin bir anlamda başarının olmazsa olmazına dönüşmesiyle dalga geçen kapkara bir komedi.

Marius von Mayenburg, sanırım toplumsal taşlamanın boyutunu daha da vurgulamak için oyundaki bütün karakterlerin dört oyuncu tarafından canlandırılmasını istemiş. İbrahim Selim, Mayenburg’un bu talebine uyarak, Lette’yi canlandıran Ali Yoğurtçuoğlu dışındaki Edip Tepeli, Gizem Erdem ve Volkan Yosunlu’ya bütün diğer karakterleri oynatıyor.

Özüdoğru Cici’nin dekor, Ayşe Sedef Ayter’in ışık, Funda Çebi’nin kostüm tasarımları mekânı iyice soyutlayarak, anlatılanların ‘her zaman - her yerde’ yaşanabileceğinin altını çiziyor. Basın bülteninde belirtilmemiş olsa da sanırım Gizem Erdem, müzikli ve danslı bölümlerin koreografisini de üstleniyor.

Bütün oyunculuktan gelen yönetmenler gibi, DOT’un kıdemli ve ödüllü oyuncusu İbrahim Selim, dört dörtlük bir performans elde ediyor. Ekip, günümüz dünyasının yapaylığını ve sahteliğini daha da ortaya çıkaran hem abartılı, hem doğal oyunculuklarla, kostüm ve aksesuar değiştirmeden, sadece mimikleri, sesleri ve beden dilleriyle farklı kişiliklere bürünüyorlar. Ali Yoğurtçuoğlu, Lette’nin çirkinden yakışıklıya dönüşümünü maskesiz ve makyajsız yüzünde başarıyla aksettiriyor. Edip Tepeli de, canlandırdığı kişiler ‘Lette yüzüne’ sahip olduklarında, izleyiciyi buna doğallıkla inandırıyor. Volkan Yosunlu direktörden doktora, doktordan direktöre geçerken gözümüzün önünde iki farklı karaktere rahatlıkla evriliyor. Edip Tepeli ile Gizem Erdem’in, ana-oğuldan iki sevgiliye, sevgiliden tekrar ana-oğula geçtikleri kısacık sahne müthiş etkileyici.

Sağlam bir metin; müthiş komik ve bir o kadar sert bir toplumsal eleştiri; çok üst düzey oyunculuklar. İzleyici daha ne ister ki!?  Mutlaka izlenmeli. 13,14 ve 25 Kasım’da ve sezon boyunca Ataşehir DasDas Tiyatro’da. İyi seyirler dilerim.

 

NOT: Sahne sanatlarıyla mutfak sanatlarını aynı çatı altında harmanlamak amacıyla kurulan kafe-restoran DasDas Mutfak, çok lezzetli yemekleriyle bizim gibi Ataşehir’e uzaktan gelen ve geç kalma korkusuyla çoğunlukla erkenden ulaşanlar için oyun öncesi ya da pazarları matineden sonra DasDas’ın olmazsa olmazı oldu. DasDas’ın sadece oyunlarını değil, artık daimi programımıza dâhil ettiğimiz bu mekânı da tavsiye ederim.