Saldırı bir kilise veya camiye yapılsaydı ne fark edecekti? Bu saldırı Türkiye´de değil de bir başka ülkede olsa ne değişecekti? Ölenlerin çocuk, ergen ve yetişkin olması neye işaret edecekti?
14 Yıl evvel Sinagog saldırısında yakınlarını kaybedenler için 8 Kasım gecesi Neve Şalom'da anma töreni düzenlendi. Dua edildi
Takvimlerin 2003 yılının kasım ayını gösterdiği bir Şabat sabahı korkunç bir haberle sarsılmıştım. Aynı anda ‘Barış yeri’ diye bilinen Neve Şalom Sinagogu ile Şişli Sinagogu teröristler tarafından bombalanmıştı. Türkiye'de yaşayan Yahudiler, inançları yüzünden terörle 1986 yılında tanışmışlardı. O güne kadar arzu eden herkes elini kolunu sallayarak herhangi bir sinagoga merakını gidermek, dua etmek veya ibadet için girebiliyordu. İlk saldırı sonrası korku ve şüphe içinde ibadete gitmek yerine güvenlik önlemleri alınmıştı. Buna rağmen gözünü kan bürümüş katiller kendi hayatlarını hiçe sayarak yeniden bir saldırıya teşebbüs edeceklerdi.
Saldırı bir kilise veya camiye yapılsaydı ne fark edecekti? Bu saldırı Türkiye'de değil de bir başka ülkede olsa ne değişecekti? Ölenlerin çocuk, ergen ve yetişkin olması neye işaret edecekti? Ne kadar da benciliz çoğu zaman. Aslında her zaman! Bir terör olayı sonrası tanıdık kimse var mı diye baktıktan sonra kaç kişinin öldüğü rakamına takılırız. Zihnimiz kıyas yapar ve ne kadar tehlikeli olduğu hakkında sonuca varır. Kaybedilen bir çocuksa anne veya babasını düşünün. Ölen bir anneyse çocuğunun yerine kendinizi koyun. Acı hafifler mi? Herhangi birinin acısını anlamak ya da paylaşmak mümkün müdür? Annette, Yoel veya Berta birer isimden öte insandılar... O gün orada bulunan insanlardı... Bizler onların yokluğunda varlığımızı sorgularken saldırının sadece ve sadece inancından ötürü bulundukları mekâna / sinagoga yapıldığını unutmamalıyız.
Yahudi olmak hiç bir zaman popüler bir olgu olmadı fakat kabullenmekte fayda vardır. Anma töreni için Neve Şalom Sinagogu dolduğunda herkes bir olgunun parçası olduğunun farkındaydı elbette. Yapılan saldırı sana, bana, bize yapılmıştı. Suçsuz insanlara yapılan saldırılara göz yummakla, sessiz kalmakla neler olduğunu gayet iyi gördük, duyduk veya yaşadık...
Çoğu zaman terör olaylarında ölen kişi sayısına takılıyoruz. Az veya çok diye zihin kıyaslamak hatasına düşüyor. Bir insan, tek bir insan bile boş yere, suçsuzca, sadece içinde bulunduğu yer, zaman veya zihniyetten dolayı katlediliyorsa bu işte bir yanlış vardır; bir günah işlenmektedir. Bu kişinin inancı, milliyeti veya kültürü ya da eğitimi önemli değildir. İnsan insandır... Bir kişiye atılan bir kurşun tüm insanlığa atılmıştır... Tekrar eden terör olaylarının yol açtığı manevi hasar, travma, korku ve kâbus dolu günler ve geceleri de dikkate alacak olursanız bu işlerin yarattığı olumsuz sonuçların nesiller boyunca devam ettiğini de göreceksiniz.
İstanbul sinagoglarının bombalanmalarının ardından, olayın içinde olup sağ kurtulanların yaşadıkları ve halen yaşamakta oldukları duyguları dinledikçe, bu acının hiç bir zaman bitmeyeceğine de inanıyorum. Kopan ellerle birlikte savrulmuş kolları ve kafaları görüp, yanık et kokularının bomba dumanına karışmasına ve sevdiklerinin parça parça toplanmasına şahit olmak kolay yutulacak lokmalar değildir elbette. Böyle durumlarda olan oluyor, biten bitmiyor ne yazık ki. Ruh bir kez yara aldığında, maalesef onu çocuklar ve torunlara da aktarıyoruz. Yaralı ruhlar gayet iyi bilirler bunu... Ruhlar hiç bir şeyi unutmazlar, tüm yaşanmışlıkları hatırlar.
Rahmetli babamın güzel bir lafı vardı. Kavga etmek, laf dalaşına girmek ve kendi cihadını tamamlamak konusu açıldığında hep aynı sözleri bana tekrar ederdi. "Başlatan asla olma; ancak başlatırlarsa sen bitirenlerden ol." Söylemeye çalıştığı başlamaması için kuvvetli öngörüye sahip olmaktı. Bu bana oldum olası kavgaların çözüm olmayacağını, iş işten geçmeden evvel düşmanın dosta çevrilmesi gerektiğini, en azından bu uğurda elimden gelen her ne varsa onu yapmam icap ettiğini öğretmişti. "Savaş hiç bir zaman kalıcı bir çözüm getirmez, çünkü bir taraf hep kaybedecektir" diye eklerdi. Nihayetinde de diğer taraf sonunda bir şey kaybedecektir. Güçlünün doğrusu önemli değildir, önemli olan doğrunun gücüdür. Savaşmak yerine anlamak ve anlaşmaktır mühim olan. Düşmanı dost haline getirmek çaba ister, ancak o dost da kalıcı olacaklardandır. Kimi yumruk savurur kimi sustu diye savrulur. Bu yüzden asalet vuruşta değil duruştadır. Bunu gayet iyi öğretmişti babam...
Senede bir kez bu vahim olayı anmak üzere bir araya geldiğimizde aklımdan geçen tek bir şey oluyor. Ne zaman bitecek? Sebepsiz nefretin sonu ne vakit gelecek? Bitmediği takdirde bizler sürekli vakitsiz kaybedenlerden olacağız. Sebepsiz nefret bir gün sebepsiz sevgiye dönüşmek zorundadır. Dünyayı döndüren evreni var eden olgu sevgidir. Nefretle bir yere varılamayacağını öğrendiğimiz gün sevgiye doğru yol alacağız. Gün bir gün değil bugün olmalıdır. İnancı ne olursa olsun insan insandır zihniyetini benimsemek karşındaki kişiyi kendin gibi sevmekle eş değerdir. Seni üzen beni de üzer, seni mutlu eden beni de mutlu eder. Bunu anladığımızda sen veya ben farkı da ortadan kalkar. Sen ben olursun ben de sen. Ondan sonra sadece biz olur ve Bir oluruz. Uyanmakta, anlamakta fayda vardır.