Göçmen sorununa hümanist yaklaşım

Finli usta Aki Kaurismaki ‘UMUDUN ÖTEKİ YÜZÜ’nde ‘LE HAVRE’dan altı yıl sonra göçmen sorununa eğiliyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
14 Kasım 2017 Salı

Aki Kaurismaki sımsıcak hümanizmasıyla, insanın yüreğini ısıtan karizmasıyla, sevgiye, dostluğa, yardımlaşmaya adanmış, hayata dair çok ince ayrıntılar sunan filmlerini sürdüreceğini müjdeliyor. Finlandiya’da sığınma hakkı reddedilen Suriyeli bir göçmene yardım eli uzatan bir lokantacı üzerinden film, vicdan ve insanlık onuru üzerine önemli mesajlar veriyor. Müziği kullanmadaki ustalığı, Kaurismaki’yi mizanseninde müziğin katkısından en iyi verimi alan Avrupalı yönetmenlerden biri yapıyor. İnsanlığa hizmet eden filmlere verilen Ekümenik Jüri En İyi Film Ödülü’nü Cannes’da üç filmiyle kazanması, Finli yönetmenin bu konudaki başarısının göstergesi.

 

 ‘THE OTHER SIDE OF HOPE’

Sen ve Yön: Aki Kaurismaki

Gör. Yön: Timo Salminen

Kurgu: Samu Heikkila

Oyn: Sherwan Haji- Sakari Kuosmanen- Ville Virtanen- Kati Outinen- Tommi Korpela- İkka Koivula

 

Fin sineması denilince akla gelen ilk isim olan Aki Kaurismaki, yaratıcılığıyla, özgün konuları seçmedeki başarısıyla, insani değerlere verdiği önemle öne çıkar.

Bu yılın Berlin Film Festivali’nde kendisine En İyi Yönetmen Gümüş Ayı Ödülü’nü getiren ‘Umudun Öteki Yüzü/The Other Side Of Hope’ta Finli yönetmen ‘Umut Limanı/Le Havre’dan altı yıl sonra göçmen sorununa dönüş yapıyor. Film eleştirmenliği ve senaryo yazarlığından gelme 60 yaşındaki senaryo yazarı-yönetmen Kaurismaki, sımsıcak hümanizmasıyla, insanın yüreğini ısıtan, sevgiye, dostluğa, yardımlaşmaya adanmış, hayata dair çok ince ayrıntılar sunan filmlerini sürdüreceğini müjdeliyor.

Ben kendisini Cannes Film Festivallerinde beş kez gördüm, basın konferanslarında filmleri hakkındaki insancıl yorumlarını dinledim. Bu filmlerin üçünün, insanlığa hizmet eden filmlere verilen Ekümenik Jüri En İyi Film Ödülü’nü kazanmaları tesadüfi değildir.

1996’da ‘Sürüklenen Bulutlar/Drifting Clouds’, 2002’de FIPRESCI ve Jüri Büyük Ödüllerini de kazanan ‘Geçmişi Olmayan Adam/The Man Without A Past’ ve 2011’de ‘Umut Limanı/Le Havre’, Ekümenik Jüri tarafından Cannes’ın En İyi Film Ödülü’ne layık görüldüler.

Müziği kullanmadaki ustalığı, Kaurismaki’yi mizanseninde müziğin katkısından en iyi verimi alan Avrupalı yönetmenlerden biri yapıyor. ‘Umudun Öteki Yüzü’ yalnız göçmen sorununa insani yaklaşım için değil, nefis müzik partisyonu için de izlenmeyi hak ediyor.

DEMİRBAŞ TEKNİK KADRO, FETİŞ OYUNCULAR

Büyük bir bölümü Fransa’nın Atlas Okyanusuna açılan liman şehri Le Havre’da çekilen ‘Umut Limanı’nda (2011) Kaurismaki bir ayakkabı boyacısının çocuk yaştaki bir kaçak göçmeni kurtarma çabasını anlatıyordu.

‘Umudun Öteki Yüzü’nde boyacının yerini Helsinki’li bir lokantacı, göçmen çocuğu da ülkesindeki katliamdan kaçan bir Suriyeli alıyor.

Bu film birbirlerine göbekten bağlı iki farklı öyküyü anlatıyor. Bir tarafta bombalarla sarsılan Halep’te bir füzenin isabet ettiği evde anne-babasını kaybeden Khaled (Sherwan Haji) kız kardeşiyle birlikte Türkiye hududunu geçerek ülkesinden kaçar. Göçmen kaçakçılarına 3000 dolar vererek Yunanistan üzerinden Orta Avrupa ülkelerini kat eder. Bir baskın sırasında yolda kız kardeşini kaybeder.

Almanya’da kendisini döven dazlaklardan kaçarken bir yük gemisine sığınır. Helsinki’ye geldiğinde adeta bir uzaylı gibi Finlandiya’da göçmenlik başvurusu yapan Khaled’i bürokratik saçmalıklar rahat bırakmaz. Göçmenlik bürosu, Halep’te bir sorun olmadığını, o yüzden Türkiye üzerinden ülkesine geri dönmesi gerektiğini söyler.

Bir yandan da kız kardeşinin izini bulmaya çalışan Khaled’in yolu, karısını terk edip, yeni bir hayata atılan 60’lı yaşlardaki Wickström’le (Sakari Kuosmanen) kesişir.

Filmin ikinci öyküsündeki seyyar gömlek satıcısı Finli, elindeki stoku satıp, aldığı parayı kumarda küçük bir servete dönüştürür. Bu parayla bir lokantanın işletmeciliğini satın alan Wickström, evinin bodrumuna sığınan Suriyeli göçmeni işe alır.

Sahte kimlikle Helsinki’de yaşayan Khaled, Iraklı bir göçmenin yardımıyla kız kardeşini bulur ve kendisini Finlandiya’ya getirir. Herkese öldürülmesi gereken Yahudi gözüyle bakan neo-Nazi anarşist dazlakların elinden her seferinde kurtulmayı başaran Khaled, onların şerrinden kurtulabilecek midir?

‘Umut Limanı’nda bir ayakkabı boyacısı ve tüm bir mahalle halkı, küçük zenci göçmeni acımasız polis müfettişinin şerrinden korumuştu. ‘Umudun Öteki Yüzü’nde bir lokanta sahibi ve çalışanları genç Suriyeli göçmene şefkatle sarılırken, vicdan sahibi emniyet görevlisi bir kadın Khaled’in sınır dışı edilmesini engelliyor.

Absürt kara komedileriyle tanınan Kaurismaki, bu son filminde hem şefkatli hem de dokunaklı kalmayı başarmasıyla takdiri hak ediyor.

Film, ‘farklı coğrafyalardan gelen iki insan arasında gelişen dostluk, dünyanın daha iyi bir yer olabileceğini gösterir mi?’ sorusuna cevap arıyor.

Finlandiya’da Suriyeli bir mülteci olarak var olmanın ne demek olduğuna değinen film, kendine has bir mizah anlayışına sahip. Batı’nın göçmen sorunu karşısındaki duyarsızlığı, devletin asık yüzü, katı bürokrasinin kalpsizliği filmde acı acı gülümseten bir mizahla işleniyor.

Başta görüntü yönetmeni Timo Salmien olmak üzere demirbaş bir teknik kadro ile çalışmayı sürdüren Aki Kaurismaki, oyuncu seçimindeki tutuculuğunda ısrarlı görünüyor.

Hemen her filminde oynayan Kati Outinen, İkka Kouivula, Tommi Korpela gibi fetiş oyuncuların yanında, ‘Umudun Öteki Yüzü’nde, ödül şampiyonu filmi ‘Geçmişi Olmayan Adam’da birlikte çalıştığı Sakari Kuosmanen’e başrolü veriyor.

32 yaşındaki Suriyeli-Finli yakışıklı aktör Sherwan Haji, itilip kakılan göçmen Khaled rolünde sinemaya başarılı bir giriş yapıyor.

İKİ DÜŞ KIRIKLIĞI

Bu hafta vizyona giren biri yerli iki film, Yavuz Turgul’ın ‘Yol Ayrımı’ ile Kenneth Branagh’ın ‘Doğu Ekspresinde Cinayet/Murder on the Orient Express’, belki gişede çok başarılı olacaklar. Ancak ikisinin de beklentilere cevap verdiklerinden bahsetmek güç.

Yavuz Turgul’un ‘Av Mevsimi’nin ardından, yedi yıllık bir suskunluk döneminden sonra yaptığı ‘Yol Ayrımı’, müthiş bir oyuncu kadrosu ve ilginç konusuna rağmen, televizyon dizisine benzediği için tatminkâr olmaktan uzak bir film.

Dev bir tekstil imparatorluğunun sahibi, babasının izinden gitmeye kararlı iş adamı Mazhar Kozanlı’nın (Şener Şen) geçirdiği bir trafik kazasından sonra hayata ve şirketine bakış açısını radikal bir biçimde değiştirmesini anlatan filmin iki handikapı var: 2,5 saatlik süresiyle fazla uzun ve senaryosu inandırıcı olmaktan uzak.

İnandığı doğrulardan vazgeçerek hayatında bambaşka bir yöne doğru dümen kıran acımasız iş adamının, karşısına aldığı eşi, annesi ve iki çocuğuyla hesaplaşmasını, Yavuz Turgul TV dizilerinden alışık olduğumuz bir atmosfer içerisinde anlatıyor.

Çiğdem Selışık Onat, Rutkay Aziz, Ruhsal Öcal, Mert Fırat gibi tiyatro kökenli, Şener Şen gibi efsane oyuncuların varlığı filmi kurtarmaya yetmiyor.

Yavuz Turgul’un, vicdan, merhamet, pişmanlık, insanlık gibi temalara yaslanan senaryosu fazla geveze, didaktik ve tekrarlara boğulan bir metin. Geçirdiği trafik kazasından sonra, ölüme yaklaştığını gören patronun radikal bir ‘yol ayrımı’ kararı alması, bilinçli işçi sınıfıyla vahşi kapitalist patronu karşı karşıya getiren sahneler inandırıcı olmaktan uzak.

Yosi Mizrahi’nin canlandırdığı satın alınmış psikiyatrın Mazhar tarafından dövüldüğü sahne suni, yapay ve zorlama duruyor.

Sık sık ekrana getirdiği Mazhar’ın çocukluk tutkusu ‘bisiklet sevdası’na destek vermek amacıyla Yavuz Turgul filminde Vittorio de Sica’nın başyapıtı ‘Bisiklet Hırsızları’ndan bir sekansa yer vermiş.

Polisiye edebiyatının ustası İngiliz yazar Agatha Christie’nin birçok eseri sinemaya verimli kaynak olmuştu. Aralarında en ünlüleri Billy Wilder’ın başyapıtı ‘Beklenmeyen Şahit/Witness for the Prosecution’ (1957) ile Fransız usta René Clair’in ‘On Küçük Zenci/And Then There Were None’ıdır. (1945)

’12 Öfkeli Adam/12 Angry Men’ (1957) klasiğinin yaratıcısı Sidney Lumet 1974’te, bugüne kadar yazılmış en gizemli polisiye romanlarından biri olan ‘Doğu Ekspresinde Cinayet/Murder on the Orient Express’i, Albert Finney, İngrid Bergman, Sean Connery, Lauren Bacall, Vanessa Redgrave ve Jacqueline Bisset’den oluşan görkemli bir oyuncu kadrosuyla beyaz perdeye aktarmıştı.

42 yıl sonra filmin ‘remake’ini yapan Kenneth Branagh, Belçikalı ünlü dedektif Hercule Poirot’yu canlandırarak başrolü de üstleniyor. 1930’lu yıllarda Doğu Ekspresinde işlenen gizemli bir cinayeti araştırırken gördüğümüz Poirot, trende bulunan farklı uluslardan, farklı toplumsal konum ve mesleklerden gelen insanların tümünden, katil zanlısı olarak şüphelenmek durumundadır.
Polisiye edebiyatının en görkemli finallerinden birini, Kenneth Branagh, Poirot’nun bütün şüphelileri bir masanın ardına dizdiği sekansta, bir ustalık gösterisi olarak sunuyor.

Bu filmdeki sürpriz finali unutanlar, şüphesiz ki bu ‘remake’den keyif alacaklar. İlk filmle mukayese edilemeyecek bir oyuncu kadrosu (Johnny Depp- Penelope Cruz- Michelle Pffeifer- Willem Dafoe), Branagh’ın yönetimi ve oyunculuğu başarılı sayılabilir.

Ancak ‘remake’ler asıl filmin gölgesinde kalmaya mahkûmdur’ kuralı burada da geçerliliğini koruyor.