Fantastik Bir Göçmen Öyküsü

Macar Kornel Mundruczo, ‘JÜPİTER’İN UYDUSU’nda kapitalizmin sancılarını çeken ülkesini anlatıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
29 Kasım 2017 Çarşamba

‘Beyaz Tanrı’ ile hayranlığımızı kazanan genç Macar yönetmen Mundruczo, yılın moda konusu göçmen sorununa eğiliyor. Göçmenlere en acımasız ve tavizsiz yaklaşan Avrupa ülkesi olan Macaristan’da geçen konusuyla film, sınırı geçmek üzereyken yakalanan Suriyeli Aryan’ın öyküsüne odaklanıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kapitalizme bir türlü ayak uyduramayıp bocalayan Demir Perde ülkelerinin açmazını ve adaptasyon sancılarını mercek altına alan film iyi başlıyor, ama sonunu getiremiyor. Mucizelerin satın alındığı bir dünyayı fantastik bir atmosfer içinde işleyen film, finaliyle de doyurucu olamıyor. Ancak film, yozlaşan toplum, çöken ahlak ve rüşvetin yaygınlaşması temaları etrafında ilginç şeyler söylüyor.

 ‘JUPİTER’S MOON’

Yön: Kornel Mundruczo

Sen: Kata Weber

Gör Yön: Marcell Reu

Müzik: Jed Kurzel

Kurgu: David Jancso

Oyn: Zsombor Jeger- Merab Ninidze- Moni Balsal- György Cserhalmi

 

B

u yıl Cannes Film Festivalinde Macaristan’ı temsil eden ‘Jüpiter’in Uydusu/Jupiter’s Moon’da Kornel Mundruczo günümüzün en önemli toplumsal yaralarından biri olan göçmen sorununu işliyor.

Köpeklerin isyanını nefes kesici ‘Beyaz Tanrı/White Dog’ başyapıtında sinemaya aktaran genç yönetmen, Cannes’ın yan bölümü Belirli Bir Bakış’ın Büyük Ödülü’nü kazanmıştı.

Budapeşte Belediyesinin köpek toplama ekipleri tarafından kovalanan türlü cinsteki köpeklere bir kız çocuğu yardım ediyordu. Mundruczo bu politik arka planlı filminde ülkesine tavizsiz ve cesur bir eleştiri getiriyordu.

Ortadoğu’dan ve Afrika’dan Avrupa’da kendilerine yeni bir hayat kurmak isteyen göçmenler bu ülkelere gizlice sızmaya çalışıyorlar. Göçmenlere en acımasız ve tavizsiz yaklaşan Avrupa ülkesi Macaristan.

42 yaşındaki aktör-senarist-yönetmen Kornel Mundruczo Cannes’daki basın konferansında ‘Jupiter’s Moon’u yapma motivasyonunu şöyle izah etti: “Genç nesilden olduğum için ülkemin komünist geçmişinden hiçbir deneyimim yok. Ben, kabuk değiştiren ve gelişme kaydeden bir Doğu Avrupa’yı gözlemliyorum. Filmimin taşıdığı mesajı korumak benim için önemliydi. Göçmen sorunu gibi sosyal bir olayın arka planını işlemek benim açımdan konudan da önemliydi”.

Yılın moda konusu göçmenliği, Finli Aki Kaurismaki ‘Umudun Öteki Yüzü’nde, Michael Haneke, ‘Mutlu Son/Happy End’de, Vanessa Redgrave ‘Denizin Acısı/Sea Sorrow’ belgeselinde işledi.

Göçmen sorununa politik ve fantastik bir bakış açısıyla yaklaşan Mundruczo’nun filmi Macaristan sınırında başlıyor. Ülkesi Suriye’den kaçmış ve Sırbistan’a kadar gelmiş 19 yaşındaki Aryan (Zsomber Jeger), babası ve diğer göçmenlerle birlikte Macaristan’a kaçak olarak geçerken vurularak yakalanır. Olağanüstü bir şekilde göğe yükselen Aryan’ın mucizelere olan inancı artsa da bu yeteneği yeterli olmayacaktır.

Ancak bu olay Aryan’a olağanüstü bazı yetenekler vermiştir. Göçmenlerin toplandığı kampta Aryan’la ve akıllara durgunluk veren güçleriyle karşılaşan Doktor Stern (Merab Ninidze) göçmen gencin yeteneğini kendi menfaati doğrultusunda kullanmayı düşünür.

Toplama kampından kaçan ikili, kendilerini yakalamayı hayatının amacı haline getiren kurnaz kamp müdürünün ayak izlerini her an arkalarında hissedecektir.

Toplama kampındaki çaresiz göçmenlere rüşvet karşılığı yardım eden ahlaksız doktorla birlikte atıldığı macerada Aryan hayatta kalmak için her şeyi yapacaktır.

Aryan’ın olağanüstü yeteneklerini paraya çevirmedeki ustalığıyla Doktor Stern cebini doldurmaktadır, ancak doymak bilmez hırsı yüzünden genç kaçak göçmeni tehlikeden sürüklemektedir. Kaçakların izini bulmada pek becerikli olan hapishane müdürü birkaç kez Aryan’ı yakalamaya çok yaklaşır. Aryan girmiş olduğu yeni dünyanın zorluklarıyla ve geçmişiyle yüzleşecektir.

Yönetmen Kornel Mundruczo, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Demir Perde ülkelerinin (günümüzde de devam edegelen) bocalamasını mercek altına alıyor. Komünizmin çökmesinden sonra kapitalizme bir türlü ayak uyduramayan Macaristan gibi ülkelerin açmazını, adaptasyon sancılarını dile getiriyor.

Ahlakın çöküntüye uğraşması, bürokratların rüşvete alışması, kolay paraya ulaşma hırsının toplumu yozlaştırması filmin arka planında sürekli işleniyor.

Mucizelerin satın alındığı bir dünyayı fantastik bir atmosfer içinde işleyen film, finaliyle de doyurucu olamıyor.

Jüpiter’in Uydusu’, Avustralyalı besteci-şarkıcı-gitarist Jed Kurzel’in müzik partisyonuyla öne çıkan bir film oluyor.

Başta ‘Macbeth’ olmak üzere yönetmen kardeşi Justin Kurzel’in bütün filmlerinin müziklerini hazırlayan Jed Kurzel’in bir önceki çalışması (yine Michael Fassbender’li) ‘Assasin’s Creed’ idi.

Kornel Mundruczo Cannes Film Festivalinin ana yarışmasında 2008’de ‘Delta’ ile Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCİ) En İyi Film Ödülü’nü kazanmış, 2005’te de ‘Johanna’ ile Belirli Bir Bakış’ bölümünde yer almıştı.

 

VASAT BİR KARA MİZAH DENEMESİ

Norveç’i üç yıl önce temmuz ayında -7 ile -17 derece arasında ziyaret ettiğimde; “Kim bilir buraları kışın nasıl olur?” demiştim. Sorumun cevabını, konusu Oslo ile Bergen’de kış kıyamette geçen ‘Kardan Adam/The Snowman’i izlerken buldum.

Popüler polisiye yazarı Jo Nesbo’nun ünlü dedektif kahramanı Harry Hole’u perdeye taşıyan Thomas Alfredson’un filmi, alışılmış Hollywood kara polisiyelerinin tadında başlıyor, ancak sonunu getiremiyor.

‘Gir Kanıma/Let the Right One’ (2008) ve ABD’de çektiği ‘Köstebek/ Tinker Tailor Soldier Spy’ (2011) gibi başarılı filmlerinden hatırladığımız, 52 yaşındaki Alfredson bu kez izlenmesi yorucu, ilgiyi sürekli ayakta tutmayı başaramayan, karmaşık ve dağınık bir çalışmaya imzasını atmış.

İki nesli kapsayan kuşaklararası konusuyla ‘Kardan Adam’, buzlara sürdüğü arabasında intihar eden annesinin ölümüyle sarsılan bir çocuğun yaşadığı travmayı anlatmakla başlıyor.

Sonra hayata küsmüş, alkolik, yaşam yorgunu, bezgin, dağınık, yakışıklı kahramanımız Harry Hole (Michael Fassbender) ile tanışıyoruz. Harry, eski karısı Rakel’e (Charlotte Gainsbourg), onun yeni doktor sevgilisine (Jonas Karlssan), ekibine yeni katılan güzel ve zeki dedektif Katrine’e (Rebecca Ferguson), Oslo’yu bir Olimpiyat şehri yapmaya çalışan kadın düşkünü bir iş adamı olan Arve’ye (J.K.Simmons) hep mesafeli ve ilgisiz davranıyor. Alkol yüzünden ailesi dağılmış, kariyeri alt üst olmuş Harry’nin toparlanabilmesi için yeni ve zor bir dosyaya sarılmaya ihtiyacı vardır. Kadınları öldüren ve ardında imza olarak bir kardan adam bırakan bir seri katile ulaşmayı, Harry hayatının amacı haline getirir.

Polis eskisi bir özel dedektifin (Val Kilmer) devreye girmesi, kan dondurucu seri cinayetlerin arkasının kesilmemesi, eski karısının Harry’ye hâlâ kendisine ilgi duyduğunu söylemesi, bütün göz koyduğu kadınları elde edebilme gibi bir hasleti olan iş adamı Arne’nin şüpheleri üzerine çekmesi ile gelişen hikâye, bir ara yolunu ve etkileyiciliğini kaybediyor. Filmde, Avustralyalı görüntü yönetmeni Dion Beebe’nin Norveç’in buzlu coğrafyasında titizlikle çekilmiş fotoğrafları, Martin Scorsese’nin demirbaş kurgucusu Thelma Schoomaker’in varlığı, nefis bir polisiye öykünün senaryoya kaynaklık etmesi, Tomas Alfredson’un dağınık mizanseni yüzünden etkileyiciliğini yitiriyor.

Polisiye yazarların, hikâyelerinde gizemi artırmak için devreye yeni şüpheliler sokmaları adettir. Burada da, özel dedektif ve zampara iş adamı örneklerinde olduğu gibi, ekranda beliren kahramanların çoğu bir karaktere dönüşmeden ortadan kayboluyor.

Norveç’in karla kaplı tekinsiz coğrafyasında kan dondurucu cinayetlerle başlayan, belli bir noktaya kadar sürükleyici olabilen, trajik atmosferi ile izleyicisini avucunun içine alabilen ‘Kardan Adam’, yukarıda saydığımız sebepler yüzünden çok şey vaat edip de vasatı aşamayan bir polisiyeye dönüşüyor. Filmin parlak bir oyuncu kadrosu var. Raymond Chandler’in dedektif kahramanlarını akla getiren Harry Hole’u Alman-İrlandalı aktör Michael Fassbender başarıyla canlandırıyor.

Partneri Katherine’de Rebecca Ferguson, kısa rolüne rağmen eski eşte Charlotte Gainsbourg, gizemli iş adamı Arve’de J.K.Simmons, oyuncu kadrosunun başarısına ortak oluyorlar.

Yüzü gözü şişmiş, tanımakta zorlandığımız Val Kilmer, usta aktör Toby Jones, güzel Amerikalı aktris Cloé Sevigny, “bizim bu filmde ne işimiz var’ dercesine bir görünüp hemen kayboluyorlar.