Geçtiğimiz haftalarda yayınladığımız bu yazı dizisinin üçüncü ve son bölümünde 1963’te Hasan al-Bakr önderliğindeki Baas Partisi’nin Kassam’ı devirmesinden sonra, Yahudi cemaatinin ızorluklarının tekrar başlamasını, Saddam Hüseyin’in başa geçmesinin de Yahudi toplumunun tarihçesinde son bölüm oluşunu ele aldık.
Geçen yazımızda de belirttiğimiz gibi, 1963’te Hasan al-Bakr önderliğindeki Baas Partisi’nin Kassam’ı devirmesinden sonra, Yahudi cemaatinin ıstırapları tekrar başladı. Al-Bakr’ın darbesi 10 ay sürdü ve Abd al-Salam Aref (1920-1966) yeni bir hükümet kurdu. Aref, geriye kalan Yahudi mezarlığına el koydu, Yahudilerin pasaportlarını geçersiz addetti ve Yahudilere çeşitli kısıtlamalar getirdi. Bunların arasında Yahudilerin yüksek okullara gitmesinin yasaklanması ve ülke dışında üç aydan fazla bulundukları takdirde, vatandaşlıktan çıkarılmaları da vardı. Aref’in 1966’da muhtemelen siyasal muhaliflerinin bir suikastı sonucunda helikopterinin infilâk etmesi nedeniyle ölümüyle, Abd al-Salam Aref’in kardeşi Abd al-Rahman Aref (1963-1968) iktidara geldi. Ancak Yahudilerin kötü durumu, liderin kardeşinin döneminde de devam etti.
‘6 Gün Savaşı’ sonrası
1968’de, Arapların İsrail tarafından ‘6-Gün Savaşı’nda uğramış oldukları yenilgiden bir yıl sonra, Al-Bakr yönetimindeki Ba’as Partisi Irak’ta tekrar iktidara geldi. Söz konusu savaşın kuyruk acısı ve Al- Bakr tarafından sürdürülen fakat aslında onun yeğeni Saddam Hüseyin (1937-2006) tarafından ağırlıklı olarak kontrol edilen rejim, Irak Yahudi toplumunun tarihçesindeki son bölümün oluşmasına neden oldu. ‘6 Gün Savaşı’ndan sonra Irak’ta sadece 3.350 Yahudi kalmış idi. Ancak bu sayı, 1970’li yılların sonlarına doğru birkaç yüz Yahudi’ye inmişti. ‘6 Gün Savaşı’ndaki Arap yenilgisi sonucunda, kızgınlık ve aşağılanmışlık duygularıyla iktidar, Irak Yahudi toplumunu terörize etmeye başladı: birçok masum Yahudi tutuklandı ve bazıları asıldı. 27 Ocak’ta 9 Yahudi asıldı ve ölüleri Bağdat’ın merkez meydanında teşhir edildi. Yahudiler, özel ve kamu sektöründeki görevlerinden ihraç edildiler; pasaportları iptal edildi; Irak içinde seyahat kısıtlamalarına maruz kaldılar; banka hesapları donduruldu ve ticarî ruhsatları geçersiz kılındı; telefon hatları devre dışı bırakıldı… Birçok Yahudi, 1970-1973 yılları arasında Kuzey Irak’taki insan kaçakçılarının yardımı ile ülkeden kaçtı. 1970’li yılların bitiminde cemaat tamamen tükenmiş ve Bâbil Sürgünü döneminden gelen 2.500 yıllık bir tarihçenin kitabı kapanmıştı. Geriye (2008 yılı itibarıyla) bir düzine kadar yaşlı Yahudi kalmıştı!
Irak Yahudi Cemaatinin yok olma nedenleri
Günümüzde hâlâ Irak Yahudi cemaatinin yok olmasının nedenleri hakkındaki tartışma devam etmektedir. Tomurcuklanan antisemitizm, 1930 ve 1940’lı yıllardaki Nazizm’den etkilenme, 1950-1952 yılları arasındaki göçün ardındaki güdümün sadece kısmi bir açıklaması olabilir. Bazıları da, Arap milliyetçiliğini ve İsrail Devleti’nin kurulmasını Yahudi karşıtı büyük tepkinin nedeni olarak vurgular; diğerleri ise, Siyonist aktivistlerinin ve misyonerlerinin uğraşılarına önem verir. Bu açıklama, Arap âleminde daha fazla taraftar bulmaktadır.
Irak Yahudileri ile yapılan görüşmeler acaba bu konuya nasıl ışık tutmaktadır? Irak’taki müreffeh Yahudiler dahi ikinci sınıf vatandaştı; bunun birçok emaresi söz konusuydu. Daha Siyonizm’in fazla bir anlam ifade etmediği Osmanlı döneminde Yahudi Zımmîlerin ödedikleri cizye vergisi bunların başında geliyordu. Yahudiler ticaretlerini ve günlük yaşamlarını sürdürmek için resmî makamlara ve polise rüşvet vermek durumundaydılar; bu şekilde komşularının ve nüfuz sahibi memurlarının güvenliğinden emin olabilirlerdi. Ayrıca seyahat ve ticaret yapma özgürlükleri sık sık kısıtlanıyordu. Yahudiler için bir Batı ülkesine veya İsrail’e kaçmak, özgürlüğü soluyabilecekleri anlamına geliyordu. ‘Farhud’ pogromu (Yahudilere karşı şiddet gösterisi), bütün bunları keskin şekilde ortaya çıkardı: ikinci sınıf bir vatandaş olmaya tahammül edilebilirdi, fakat rastgele bir fiziksel şiddet hedefi olmak; bu mümkün değildi. Başka Yahudiler ise, serbestçe yaşayabilecekleri bir ülkenin Siyonist rüyasının cazibesine kapıldılar. Birçok Yahudi için İsrail ve Batı, kendileri ve en azından çocukları için bir refah şansı sunmakta idi…
Son Iraklı Yahudilerden bazılarının acıklı öyküsü
Meir ve Viktoria Obadia, Bağdat’ta yedi çocuklarıyla birlikte rahat ve huzurlu bir yaşam sürmekteydiler, ta ki Ocak 1968’de gizli polis kapılarına dayanıp, Meir’i tutuklayana dek… Kızları Ronit Dangur o günden beri annelerinin bir hapishaneden öbürüne aylarca ısrarla taşınan kocasını ve kardeşi Sasoon’u aradığını nakletmişti. Victoria bu yerlerini saptadıktan sonra Saddam Huseyin ile birkaç defa yüz yüze görüşüp kocasının tahliyesi için yalvardı. Kadın bu dönem zarfında Saddam’ın iddiasız bir iktidar yıkıcılığından zalim bir diktatöre dönüştüğünü müşahede etti. Meir ve Sasoon Obadia’ya yapılan işkenceler Baas Partisi’nin hapsettirdiği Yahudilere yapılan zulmün en şiddetlilerindendi. Ronit, öyküsünü şöyle sürdürüyor:
“Masbah’ta doğdum. Burası Bağdat’ın yüksek orta sınıf bir muhitiydi. Güzel, üç katlı ve görkemli bahçesi olan, Al Amel Sokak’ta bir konutumuz vardı. 1946’da doğdum ve ailenin yedi çocuğundan birisiydim. Adım ‘mutluluk’ anlamına gelen Suad idi; İsrail’e göç edince, adımı Ronit’e çevirdim. Keza soyadımız Irak’ta Abda idi; onu da İsrail’de Obadia olarak değiştirdik. Irak’ta çok güzel bir yaşamımız vardı. Onun için 1950’de ülkeyi terk etmedik. Hem yazlık, hem de kışlık evimiz vardı; çok kaliteli Yahudi okullarına da gittik. Spor kulüplerinde güzel vakit geçirirdik. Babam emlakçı idi ve resmî makamlarla iş yapardı. Annem ve babam Türkiye’ye ve Londra’ya seyahat ederdi. Araplarla aramız iyiydi. Karşılıklı olarak düğünlere ve kutlamalara katılırdık. Her şey 5 Haziran 1967’ye dek çok güzel gitti. O gün komşu bir Müslüman Hanım, anneme dedi ki: ‘Savaş çıktı. İsrail’in öldürdüğü her Filistinli için biz Bağdat’ta on Yahudi’yi öldüreceğiz!’ Annem şok geçirdi. Daha sabahleyin ünlü Irak yemeği ‘sambusak’ı pişirmiş ve aynı kadına takdim etmiş, kadın da tadına bayılmıştı. Dedeme telefon etmek istedim. Fakat hattımızı kesmişlerdi… Radyoyu dinlemeye başladık. Cuma akşamı babam sinagogdan döndükten sonra, eve bir polis geldi ve hem babamı, hem de evinden aldıkları amcam Sasson’u tutukladılar, birkaç gün sonra iade edildiler. Ancak 9 Ocak 1968’de onları tekrar tutukladılar. Dört ‘Tichbarat’ memuru evi bastı; babamı dövdüler ve evin altını üstüne getirdiler. Casuslukla suçlayacak bir delil arıyorlardı. Bulamadılar tabi… Ama aradıkları sâdece bir Yahudi idi. Dışarıda yağmur yağıyordu. Babamı götürdüklerinde, ben de göklerle birlikte ağladım. Annem sekiz aylık çılgın bir uğraşıdan sonra onlara ulaşabildi. Feci bir durumdaydılar; her gün işkenceye uğramışlardı ve hücrelere hapsedilmişlerdi. Günde sadece bir tabak pirinç yiyorlar ve hortumlarla ıslatılıyorlardı. Nöbetçiler, babamın zenginliğini de kıskanıyor ve İsrail ile irtibatı olduğuna dair kendisine bir itiraf imzalatamadıklarından ötürü köpürüyorlardı. Hiç olmazsa sağdı. Nitekim birçok Yahudi ortadan kayboldu, hatta bir tanesinin boğulmuş cesedini evinin bahçesine attılar. Annem parasız kalmıştı. Çünkü babamın banka hesabına dokunamıyordu. Babamı kurtaracağını vaat eden bir avukata 75.000 dolar verdi. Fakat adam parayı aldı ve babam geri gelmedi. Babamı ve amcamı daha sonra Muasker Al-Raşid’deki bir askerî kampa götürdüler. Orada durum daha da korkunçtu; başka mahkûmların sidiklerinin üzerinde soğukta oturtuluyorlar ve çeşitli işkencelere tâbi tutuluyorlardı. Çivili sopalarla dövülen babamın kangren olan bacağını da hastanede kestirdiler. Babam çeşitli fecî yöntemlerle hapishanede altı kez intihara teşebbüs etti…”
Saddam ile görüşme
“1968 yazının ortasında, Hasan al Bakr darbesinin ortasında annem İhtilâl Konseyi’ne gitti ve babamın affedilmesi için bir dilekçe sundu, onu ‘güçlü adam’ Saddam Huseyin al-Tikri’nin evine yönlendirdiler. Saddam’ın evi mütevazıydı. Saddam, anneme ne istediğini sordu. Annem ona, Allah’tan sonra babamı kurtarabilecek tek kişi olduğunu ifade edince, Saddam anneme kocasının masum olduğundan nasıl emin olduğunu sordu; ona göre kadınların hiçbir şeyden haberi olamazdı. Saddam ihtilâl yapmış ve eşinin ruhu bile duymamıştı! Anneme bir hafta sonra gelmesini söyledi. Annem ve ben defalarca Saddam’ın evine gidip geldik, eşi Sacida ile çay içtik ama Saddam hep netice alamadığını söylettirdi. Bir ziyarette de annem hapishane müdürünü gördü. Adam annemin sebatına hayret etti. Bir ay sonra Saddam’ın evinin önünde tanklar vardı ve Saddam’da bir lider havası oluşmuştu. Saddam, anneme babamın suçlu olduğunu söyledi. Asılan dokuz Yahudi’nin dosyaları babamınki ile aynı grupta idi! 1969’da üniversitedeyken arkadaşlarım bana babamın casuslukla suçlandığını belirten haberleri okudular. Babama yedi ay daha işkence yapıldı ve sonra mahkemeye çıkartıldı. Savcı idam talep etti fakat olay bir gazeteye aksettiği için idam gerçekleşmedi ve gazeteciyi astılar! Annem savunma avukatı bulamıyordu. Bir avukat, annemden bir ev satın alacak kadar para aldı. Evimizden götürmediği kıymetli eşya da kalmadı… Biz ise babamızın sağ kalmasından başka bir şey düşünmüyorduk. Sonunda babam ve amcam beş yıl hapis cezası aldılar. Tutuklu bulundukları müddet tenzil edilince, bu ceza üç seneye indi. İşkenceye de son verdiler. Babam asla suçlu olduğuna dair bir evrak imzalamadı. Zorla imza atan diğer dokuz Yahudi ise, bu evraklarla darağacını boylamıştı! Annem ise bu müthiş çabaları sayesinde çevresinde kahraman oldu. Davanın ortasında ben İsrail’e göç ettim. Artık bu ülkede kalamazdım. Annem itiraz etmedi. Kardeşlerimin çoğu benim izimden gittiler. Ben İran yoluyla ülkeden kaçtım; bir Kürt kıyafeti giydim. İranlılar ve Iraklılar birbirlerinden hiç hoşlanmıyordu. Onun için İranlılar, beni kaçıran kişiyle kaçışımıza göz yumdular. Tarihler Hanuka’dan evvel Aralık 1972’yi gösteriyordu. Tahran’a giderken gene kaçan bir Yahudi aileyle karşılaştım; onlarla beraber müstakbel kocam Nissim’i tanıdım. Tahran’da erkek kardeşim ve daha bir sürü kaçak Yahudi adeta bizleri bekliyorlardı. İlk uygun uçakla Tel Aviv’e uçtuk. Orda bir ailem vardı ve 1950’lerde kaçan Yahudiler kadar sıkıntı yaşamadım. Bir müddet sonra da Nissim ile evleniverdim. Bu arada Ocak 1971’de babam ve amcam hapisten tahliye edildiler. Fiziksel ve manevî durumları feciydi. Babamın bacağının kesilmesi gerekti. Ama o ölmeyi yeğliyor ve izin vermiyordu. Tüm mal varlıkları ulusallaştırılmıştı. İflâs etmiştik. Annem ve babamın pasaportlarını da iptal etmişlerdi. 23 Temmuz 1973’te ikisi de İran’a Kürt insan kaçakçıları ile birlikte kaçırıldılar. İsrail’de yaşam onlar için zordu, İbraniceyi de bilmiyorlardı. Babam gönüllü işlerde sakatlığına rağmen çalıştı; ama o artık yıkık bir insandı. Ama ne garip tecellidir ki annem, babamın affedilmesi için uğraştığı için Saddam’ın idamına üzüldü. Annem hep Irak’taki güzel günlerini özledi durdu.”
Diaspora’da mutlu günlerin sonu Yahudiler için hep hüsrandır. Ne var ki, bu hüsranı yaşatanların da sonu hüsran olmuştur. Bu âdeta tarihsel bir döngüdür… -BİTTİ-
Kaynakça: “Irak’s Last Jews”, Tamar Morad, Dennis Shasha, Robert Shasha, Palgrave macmillan, 2009, A.B.D., S. 9-10, 182-191