Kadim Yunan filozofu Heraklitos, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz’’ diyor. “One minute” döneminde değiliz. Burada İsrail’in yaptığı bir şey yok; onlar sadece seviniyor. Birine kızacaksanız Amerika’ya kızmanız gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı, “Diplomatik ilişkileri kesebiliriz’’ dedi. Bunun kime ne yararı olur, bilmiyorum. Türkiye’nin oradaki önemli işlevlerinden biri, Gazze gibi açık hava hapishanesi konumundaki bir yere hastane kurabilmesi, iş imkânı yaratacak birtakım sanayi tesisleri oluşturabilmesiydi. “Ben İsrail’le ilişkileri kesiyorum’’ dediğiniz zaman bütün bunlardan feragat etmeniz gerekecek. Filistinlilere katkı yapamayacak hale geleceksiniz. SOLİ ÖZEL - HABERTÜRK
"Sabahları hep gülerek kalkan bir insanım. İnsan canlısı dost bir insanım ama bu Kudüs'le ilgili alınan karar karşısında dilim tutuldu ne olduğunu anlamış değilim. Bana bu cemaatin bir bireyi olarak sorarsanız asla ama asla tasvip etmiyor ve kabul etmiyorum. Bunun şimdi ne anlamı var, yapılacak iş mi yani şimdi bu? Herkes gibi bizim cemaatimiz de şaşkın. Niçin, neden yapıldı, anlamış değilim, kimse de anlatamaz zaten. Ancak bu karar yüzünden o kadar olaylar çıktı. Üzücü ve yıkıcı oldu."
Moris Bencuya
https://www.yeniasir.com.tr/surmanset/2017/12/10/trump-ne-yapmak-istiyor
Üç gündür kıyamet kopuyor. Amerika Başkanı Trump “Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğunu kabul ediyoruz” dedi ya, Filistinliler ayaklandı. Her zaman olduğu gibi İsrail askerleri halka ateş açtı. İki ölü yüzlerce yaralı ve gözaltı var. Bu olaylar sadece Kudüs'te yaşanmıyor. Bütün Müslüman ülkelerde gösteriler yapılıyor.
Türkiye de bu kez öncü ülkelerden biri oldu. Cuma günü neredeyse bütün illerde kılınan Cuma namazlarından sonra halk sokaklara döküldü. İstanbul Fatih'te on binlerce kişi yürüdü. Bu gösteriler hükümet destekli olduğu için elbette bir olay çıkmadı. Valilik “burası gösteri yapılacak alanlar arasında değildir” diyerek halkın önüne TOMA'ları çıkarmadı. Polis gaz ve su sıkmadı. Dünkü gazetelerin hepsinde
“Cuma öfkesi” manşetlerdeydi. Medyamıza göre dünya ayaktaydı. Dünya'dan kasıt aslında Müslüman ülkeler. Diğerlerinde pek gösteri yoktu. Müslüman olmayan ülkelerin yöneticileri Trump'ın aldığı kararın bölgede ciddi olaylara neden olabileceği kuşkusunu dile getirdiler. Peki, başta Filistin olmak üzere Müslüman dünya niçin ayağa kalktı? 1.7 milyarlık İslam dünyası İsrail'in Kudüs'ü başkent yaptığını yeni mi öğrendi? Müslüman ülkeler elbette bunu yeni öğrenmediler ama
gösteri yapanların büyük çoğunluğu sanıyorum bu kararın yeni alındığını sanıyor. Başkent ilan edeli 37 yıl oluyor. 1980 yılında Batı Şeria'nın işgali ile İsrail, Kudüs'ün başkent olduğunu açıklamıştı. Bu süre içinde İsrail Parlamentosu, İsrail Hükümeti, başta Merkez Bankası ve Genelkurmay olmak üzere İsrail'in bütün resmi kurumları Kudüs'e taşındı. Olmayan tek şey, yabancı misyonun Kudüs'e taşınması. Hiçbir ülke büyükelçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e nakletmedi. Hiçbir ülke Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımadı, bütün diplomatik ilişkilerini Tel Aviv üzerinden yürüttü. Amerika 1990'lı yıllarda Kudüs'ü başkent olarak tanıdı ama uygulama yetkisini başkana bıraktı. Amerika başkanları Trump'a kadar büyükelçiliklerini Tel Aviv'e taşıma kararını ertelediler. Türkiye açısından bakarsak, elbette biz de diğer ülkeler gibi Kudüs'ü resmen tanımadık belki ama tıpkı diğer ülkelerin yaptığı gibi Kudüs'ü güya yok saydık, ama dolaylı yollardan hep kabullendik durumu.
Can Ataklı
1967’de savaş çıktı, İsrail Batı Şeria’yı ve Gazze’yi işgal etti. Ayrıca Sina Yarımadası’nı ve Golan Tepeleri’ni de aldı. Doğu Kudüs’ü hemen ilhak etti, ardından da hemen ufak ufak yerleşim bölgeleri inşasına başladı. İlk yerleşim bölgeleri hakikaten stratejik gerekçelerle yapılmış bölgelerdi. 10 yıl sonra, 1977’de, sağcı Menahem Begin’in iktidara gelmesinin ardından yerleşim birimleri inşaatı patladı. Amerikan yönetimleri de yerleşim birimleri inşaatlarını meşru bulmadıklarını her zaman kayda geçirdiler. Reagan, bunların meşru olmadığını söylemedi, yani Amerika’nın tavrı değişti. 1973’teki savaşın ardından Amerika araya girerek Mısır, İsrail ve Suriye arasında ateşkes anlaşmaları imzaladı. Mısır’la yapılan Sina 2 Anlaşması’nın ekinde, gizli kalması kaydıyla, “ABD’nin Filistin kuruluş örgütüyle FKÖ İsrail’i tanıyana kadar konuşmayacağı” maddesi vardı. Hatta 1977’de Carter’ın Birleşmiş Milletler’deki temsilcisi, Filistin’in o zamanki Birleşmiş Milletler temsilcisiyle konuştuğu için istifa etmek zorunda kalmıştı. Bütün bunlara baktığınız zaman, “ABD gerçekten adil ya da hakkaniyetle davranabilecek bir arabulucu mudur?” sorusunu istediğiniz gibi sorabilirsiniz. Ama bunu düşündürtecek zamanlar da oldu. Körfez Savaşı’nda Irak Kuveyt’i işgal etti. “Çık” dediklerinde, “Çıkmam, benim çıkmamı istiyorsanız İsrail de Filistin’deki işgal ettiği topraklardan çekilsin” dendi. “Bunların arasında bir bağ yok” dediler, ancak savaş bittikten sonra Bush yönetimi İsrail’i zorla Madrid’teki Barış Konferansı’na getirtti. Getirtebilmek için kullandığı en büyük baskı unsurlarından birisi de İsrail’e verilecek olan 10 milyar dolarlık bir yardımı askıya almaları ve bunların yerleşim bölgeleri için kullanılmamasını istemeleriydi. Tabii o arada da yerleşimci sayısı 113 bini bulmuştu. Ardından Oslo geldi, işler rahatladı. Fakat bu yerleşim bölgeleri inşaatı da hiç durmadan devam etti. Bugün 600 bine varan sayıda insan var. O nüfusun büyük çoğunluğu üç yerleşim bölgesinde toplanmış. “Bunlar işgal altındaki toprakların yaklaşık yüzde 3’ünde oturuyorlar. Dolayısıyla mantıklı bir barış anlaşmasında, o yüzde 3’ün karşılığında Filistinlilere de bir yüzde 3 verilir, onların dışındaki yerleşim bölgeleri de iptal edilir” deniyordu. Fakat o kadar büyük bir hızla yerleşim bölgesi inşa ediliyor, Doğu Kudüs o kadar büyük bir hızla kolonize ediliyor ki artık hakikaten fiziki olarak bunun nasıl mümkün olacağını bilemiyorum. Pek çok insan zaten mümkün olamayacağını da söyledi. Biz hâlâ iki devletli bir çözümden bahsediyorsak, onun alternatifi olarak başka bir çözümün mantıklı olmamasından dolayıdır. Doğu Kudüs’teki Filistinliler, İsrail’in orayı ilhak etmesini meşrulaştırır diye İsrail vatandaşlığı almayı reddettiler. “Biz vatandaşlığı kabul ediyoruz” dedikleri takdirde İsrail onlara vatandaşlık verebilecek mi? Madem ilhak ettin, orada yaşayanlar da senin vatandaşın olacak demektir. Oyun oynamak isterseniz bunun için bir alan var ama şu anda barış veya süreç olmadığından, Filistinliler de müthiş zayıf olduklarından bir yere varılabileceğini sanmıyorum.
…
Kadim Yunan filozofu Heraklitos, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz’’ diyor. “One minute” döneminde değiliz. Burada İsrail’in yaptığı bir şey yok; onlar sadece seviniyor. Birine kızacaksanız Amerika’ya kızmanız gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı, “Diplomatik ilişkileri kesebiliriz’’ dedi. Bunun kime ne yararı olur, bilmiyorum. Türkiye’nin oradaki önemli işlevlerinden biri, Gazze gibi açık hava hapishanesi konumundaki bir yere hastane kurabilmesi, iş imkânı yaratacak birtakım sanayi tesisleri oluşturabilmesiydi. “Ben İsrail’le ilişkileri kesiyorum’’ dediğiniz zaman bütün bunlardan feragat etmeniz gerekecek. Filistinlilere katkı yapamayacak hale geleceksiniz.
Soli Özel (Kübra Par röportajı)
http://www.haberturk.com/soli-ozel-trump-in-kudus-kararini-degerlendirdi-1748565
ABD, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladı. İsrail zaten bir bölümünde hukuksuz, işgalci olarak oturduğu Kudüs’ü hep başkenti olarak görüyordu, ABD’nin hamlesiyle işgalle ele geçirdiği bir kenti oldubitti ile “yasal başkent” haline getirdi. Böyle bir gelişme karşısında, İslam ülkeleri ayağa kalkar, kıyameti koparır diye düşünüyordu herkes ama hiç de öyle olmadı.
Birkaç cılız tepki dışında hareket yok. Filistin’den küçük bir grup zorlamayla eylem yapıyor. Körfez ülkelerinden, Mısır’dan pek ses yok.
Suudi Arabistan’dan da öyle. Hatta Suudi yönetimi, ülkesindeki “hür ve özgür basına” talimat vermiş, “Bu konuda pek ses çıkarmayın” diye. Niye mi böyle?
Çok açık. Filistin’den çıkan ses cılız; çünkü Filistin bölünmüş.
HAMAS, Filistin davasına çok zarar vermiş.
HAMAS’ın iktidarı elinde tuttuğu yerlerde ayyuka çıkan haksızlıklar, usulsüzlükler ve yolsuzluklar Filistinlileri bile canından bezdirmiş.
Mısır, ABD ve Suudi destekli bir darbe yönetimi tarafından idare ediliyor, onların izni olmadan bir şey demesi mümkün değil.
Suudiler İran’a karşı Batı ve İsrail’le öyle bir işbirliği içine girmiş ki, değil Kudüs, Mekke’yi İsrail’in başkenti ilan etseler pek ses çıkarmayacak gibi.
Körfez keza, Suud’un arkasına takılmış, ticaretine bakıyor.
İslam ülkeleri kendi aralarındaki mezhep kavgalarından, siyasi güç savaşlarından kafayı kaldıracak durumda değil anlayacağınız.
Zaten büyük ihtimalle Trump ve İsrail bunu ölçüp biçip “zafiyeti” görmüşler ve zamanlamayı ona göre yapmışlar. “Oldubittinin tam zamanı” demişler.
Kala kala bir Türkiye kalıyor geriye. O da Arap âleminden umudu kesmiş olmalı ki, Kazakistan’dan, Azerbaycan’dan medet umuyor.
Ha, bir de Kuzey Kore var sert tepki gösteren, ama o da Müslüman değil.
Türkiye tek başına tüm İslam dünyasının yükünü çekmeye çalışıyor, ama Arap Müslümanların umurunda değil.
Ve bana sorarsanız, tek başına kalmış bir Türkiye’ye bu kadar yük fazla.
Belki de en iyisi, “Ne haliniz varsa görün” demek.
“Mahallenin bekçisi biz miyiz” diyerek...
Fatih Altaylı
http://www.haberturk.com/yazarlar/fatih-altayli-1001/1748598-mahallenin-hamali-turkiye-mi-
Bir bakıma Trump’ın bu izansızlığı Filistin/İsrail’deki durumun tüm çıplaklığıyla ortaya konulmasına ve dünyanın yeniden bu meseleyi düşünmesine de vesile oldu. Filistinliler bölünmüş ve zayıf. Arap dünyasının büyük ülkeleri kendi iç dertlerine ve İran’ın gücünü kırmaya odaklanmış durumda. İsrail, tarihinin en sağcı ve yayılmacı hükümetince yönetiliyor. Kendisine karşı savaşacak herhangi bir devlet gücü yok. Rusya, Çin ve Hindistan gibi güçlerle ilişkileri gayet iyi, bu nedenle Batı’dan gelebilecek tepkilere de şerbetli. Trump Amerika’sının üzerinde bir baskı kurmayacağını da biliyor.
İslam Konferansı Örgütü ya da Arap Birliği’nin bu koşullarda yapabilecekleri sınırlı. Türkiye açısından takip edilebilecek en yapıcı siyaset, diplomatik yolları sonuna kadar zorlamak, dünyada Trump’ın kararına tepkilerin sonuç vermesini sağlamaya çalışmaktır. Ankara’nın şu sıra iyi ilişkide olduğu tek güçlü Avrupa ülkesi Fransa ile bu konuda işbirliği yapmak, başka bazı getiriler de sağlayacaktır.
Soli Özel
http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1746189-kiyamet-senaryolarina-adim
Trump’ın Kudüs kararı, Filistin-İsrail barışını daha da zorlaştırmıştır. İsrail tarafı Kudüs’ü bölünemez bir bütün olarak görmekte ısrar etmese ve Doğu Kudüs’ün de Filistin devletinin başkenti olabileceğini reddetmese hasar bu kadar büyük olmazdı. Mevcut halde ise bu bir darbe.
Trump, ABD’nin bir barış sürecinde yapıcı rol oynama şansını azalttı. Dolayısıyla ABD’nin diplomatik kapasitesini budadı.
Trump, hazzetmediği İran’a karşı bölgede İsrail ve Suudi Arabistan’ı da içine alan bir reel ittifak oluşturma girişimini kendi eliyle zora soktu.
Ve Trump, terörizmin ve İslamcı radikalizmin ekmeğine yağ sürdü.
Trump yalnız değil. Kudüs tangosundaki partneri, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’dur. Kendisi gibi popülist, aşırı sağcı ve başı sıkışmış olan...
Hakkındaki rüşvet ve sair yolsuzluk iddiaları nedeniyle polis tarafından toplam altı kez sorguya çekilen, geçen kasımda polisin ifadesini almak amacıyla iki kez resmi rezidansına uğradığı, eşi de harcama yolsuzlukları nedeniyle soruşturma geçiren ve tüm bu nedenlerden dolayı muhalefetin meydanlarda gösteri düzenleyerek protesto ettiği Netanyahu’nun da gündemi değiştirmeye ihtiyacı var.
Trump’ın kararını bundan dolayı sevinçle karşıladı ve doğurabileceği güvenlik tehditlerine rağmen destekledi.
Çünkü Netanyahu çatışmadan ve kutuplaşmadan besleniyor.
Trump ve Netanyahu korkunç bir ikili.
Kadri Gürsel
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/881941/Korkunc_ikili__Trump-Netanyahu.html
"Şunu biliniz ki 80'den itibaren Kudüs resmen İsrail parlamentosunda ebedi başkent olarak ilan edildi. Zaten bütün bakanlığı da oraya taşımış. Devletler diyorlar ki; 'biz büyükelçilikleri taşımıyoruz. Çünkü Birleşmiş Milletler bu kararı tanımıyor.' 'Tanımazsan tanıma, benim başkentimi sana mı soracağım' diyor.' Çoğu Amerikalı, hatta Trup'un kendi de dahil, bunun ne olduğunu anlayacak adamlar değiller. Kudüs nedir? Kudüs'ün dinler için anlamı nedir, öbür dinler bakımından nedir? Bunu bilecek adamlar değiller. O orada sempati topluyor kendine. Halbuki burada ortalığı karıştırıyor."
İlber Ortaylı
Burada tartışılan asıl konu Doğu Kudüs’tür. Zira sadece El Fetih ve Filistin Özerk yönetimi değil, Hamas da (İsrail’i tanımasa da), 1967 sınırları içerisinde başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinden yana olduklarını defalarca yinelemişlerdir. ABD tarafı her ne kadar tüm Kudüs’ten söz etmese de, İsrail’in 1980 tarihli başkent kararındaki “bölünmemiş başkent” konumunu fiilen tanıyacak bir hamlenin içerisine girmiş durumdadır. Halbuki Kudüs, “corpus seperatum” yani “bölünmüş şehir” olarak, “iki devletli çözüm”ün “iki başkenti” olarak bir dengeyi ortaya koymaktadır.
Trump, bu bakışıyla, Ortadoğu barış sürecini, belki bir daha geri getirilemeyecek bu hamleyle içinde çıkılmaz hale getirirken, Arap Birliği, Avrupa Birliği ve diğer kuruluş ve ülkelerden gelen itirazları dikkate almamaktadır. Tamtersine İran tehdidini öne sürerek, İsrail-Suudi Arabistan hattında, önceleri gizlenen, şimdiyse alenileşmeye başlayan işbirliğini teşvik etmekte ve bu denkleme Mısır’ı da katmaktadır. İsrail’in son günlerde, Suriye’deki İran tesislerine yaptığı hava saldırıları, hangi refleksin ön plana geçeceğini göstermektedir.
2016 yazından itibaren normalleşen Türkiye-İsrail ilişkilerine ve enerji işbirliğinde atılan adımlara karşın, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin olası “Kudüs kararı”ndan sonra, İsrail’le tüm diplomatik ilişkileri koparacağını ve Kudüs’ün “kırmızı çizgi” olduğunu belirtmiştir. 1980’den beri Kudüs’ü başkent ilan eden İsrail’le o dönemde ilişkiler gerilmesine karşın, 37 yıldan beri ilişkiler inişli çıkışlı sürerken, neden ABD kararı İsrail’le ilişkileri sonlandırmaktadır? O zaman şu soruyu da sormak gerekir; ABD ile de diplomatik ilişkiler sonlandırılacak mıdır? Bu soruya verilecek yanıtı tahmin ederek, Ortadoğu’da 2010 Mavi Marmara olayından sonra icra edilmeye çalışılan ve Suriye’deki sonucu aşikar olan “bölgesel liderlik” konusu, içte ve dışta yoğunlaşan gündemi değiştirmek bağlamında yeniden mi ısıtılmaktadır?
Deniz Tansi
http://deniztansi.blogspot.de/
Bu kararı değerlendirmeden önce, daha önceki ABD hükümetlerinin Kongre’nin karar vermiş olmasına rağmen ABD büyükelçiliğini neden Kudüs’e taşımadığını açıklamak gerekiyor. Olayın geçmişine giderek Kudüs’ün 1967 yılına kadar Ürdün ve İsrail arasında paylaşıldığını hatırlayalım. Ancak sorun sadece kentin Ürdün ve İsrail arasında bölünmüşlüğü değildi, kent aynı zamanda Filistin devletinin de başkenti olarak düşünülmüştü. İsrail 1967’de kentin bütününü ele geçirdi ve başkent ilan etti. Fakat diğer ülkeler işgali meşrulaştırmak istemediklerinden büyükelçiliklerini oraya taşımadılar. Bilindiği gibi, İsrail Kudüs’ü Siyonist ideolojinin gereği olarak başkent ilan etmişti. ABD ve diğer tüm ülkeler ise, Kudüs’ün resmi başkent olarak tanınmasının öngörülemeyen sonuçları tetikleyebileceğinden çekiniyorlardı. Arap halkları ise kendileri için de kutsal kent olarak gördükleri Kudüs’ü İsrail’in tamamen ele geçirmesini kabul edemiyorlar. Zaten adaletsiz buldukları Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilanının diğer ülkeler tarafından tanınmasını ise uluslararası toplumun bu konudaki direncinin çökmesi olarak değerlendireceklerdir.
Ortalama bir insana Trump’ın kararının nedenlerini sorsanız, bu kararın İsrail lobisini tatmine yönelik bir eylem olduğunu söyleyecektir. Doğrudur, ancak çoğu zaman Trump’a destek veren en önemli gruplardan birinin Hristiyan Evangelistler olduğu gözden kaçıyor. Evangelistler İncil’deki İsrail’in tekrar kurulmasını ister, İsa Mesih’in dönüşü için Kudüs Musevilerin elinde olmasının bu süreçte önemli bir aşama olduğuna inanırlar. Belki bu basit bir inanç gibi gözükebilir ama siyasi sonuçları oluyor. Nitekim, Trump’ın Amerikan Büyükelçiliğini İsrail’in başkent ilan ettiği Kudüs’e taşıma kararı bu gruplardan aldığı desteği perçinleyecektir.
Bu olay Trump’ın ülke içinde zorluklarla karşılaştığı bir dönemde cereyan ediyor. Trump seçim programını uygulama konusunda çok başarılı değil; dolayısıyla, önemli gördüğü seçmen gruplarını tatmin için, sembolik düzeyde başarı elde edebileceği bir konu arayışında olabilir. Buna ek olarak, Trump yönetimi, seçim kampanyası sırasında, bazı danışmanların Rus elemanlarla bu ülkenin Amerikan başkanlık seçimlerine müdahalesine zemin oluşturan uygunsuz iletişimlerde bulunduğu konusunda bir soruşturmadan geçiyor. Büyükelçiliği taşıma kararı gündemi değiştirmenin bir yolu olarak görülebilir.
İlter Turan
Devrilenler böyle; ayakta kalan rejimler için ise daha başka bir mülâhaza var: Filistin pek çok Körfez ülkesinde ‘tehlikeli’ sayılan, bazılarının ‘yasakladığı’ bir yapıya prim veriyor.
Hamas örgütü, Körfez ülkelerinin çoğunda ve Mısır’da bizdeki ‘FETÖ’ muamelesine tâbi tutulan Müslüman Kardeşler’in (MK) uzantısı kabul ediliyor…
Körfez ülkeleri rejimleri İsrail’i sevdikleri için değil, MK’dan daha fazla nefret ettikleri için, Filistin davasına şimdilerde sağır ve kör davranıyor.
Filistin’de gücünü koruyan Hamas bu gerçeği kavrayıp ana tüzüğünü değiştirdi ve kendisini diğer Arap ülkelerindeki MK irtibatlı örgütlerden bağımsız ilân etti, fakat bu tedbir bile MK konusunda hassas ülkelerin tavrını etkilemeye yaramadı.
Aleniyete dökmeseler bile, bölgedeki pek çok ülke rejimi için, “İsrail mi, Hamas mı?” sorusunun cevabı bugün dünden çok daha farklı veriliyor.
Türkiye konuya saplantılardan uzak yaklaşan neredeyse tek ülke görüntüsünde; ancak onun da şu anda karşı karşıya bulunduğu sorunlar yüzünden yapabilecekleri olağanüstü sınırlı.
Endişem, Trump’ın Kudüs konusunda attığı adımın İslâm Dünyası’nda sebep olacağı dalgalanmaların ülkemizi daha da yalnızlığa itebilecek bir potansiyel taşıması yüzünden…
Batı ile (ABD ve Avrupa ülkeleri ile) yaşanılan sorunlara ek olarak İslâm Dünyası’nın belli başlı ülkeleri ile de yol ayrımına gelebilir Türkiye.
İİT toplantısında istediği türden bir kararı aldıramaz ise…
‘Örnek ülke’ olma iddiasındaki Türkiye, iki gün sonra yapılacak İslam Zirvesi’nde yaşanacaklardan sonra, ‘örnek alınamayacak ülke’ statüsüne dönüşebilir endişesi taşıyorum.
Ve, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma yolunda attığı büyükelçiliği taşıma adımının bir sebebini de, Filistin sorununu çıkmaza sokması yanında, Türkiye’yi biraz daha yalnızlaştırma hamlesinin yeni bir girişimi olarak görüyorum.
Fehmi Koru
http://fehmikoru.com/turkiye-kudus-konusunda-yapici-olmak-istiyorsa-bir-cozum-onerisi/
Oslo Barışı süreci çöktüğünden bu yana, İsrail - Filistin - Hizbullah üçgeninde süregelen yangın, Irak’ın işgaliyle, bu işgalin tetiklediği Şii-Sünni çatışmasıyla hızlandı, Arap İsyanları, Suriye iç savaşı, IŞİD olayı ile genişledi.
Suriye iç savaşı sonuna yaklaşır, Rusya’nın katkısıyla İran önemli kazanımlar elde ederken paniğe kapılan Suudi rejiminin her biri bir fiyasko olarak nitelenebilecek adımlarının yangını körüklediğini gördük. Suudi rejimi, önce Yemen’de bir iç savaşa battı, şimdi çıkamıyor. Katar’ı bir ambargoyla hizaya getirmeyi denedi ama sonuç alamadı. Lübnan’daki adamı Hariri’yi istifaya zorladı ama Hariri eve döner dönmez geri adım atınca, küçük düşmekten korunamadı. Bu üç fiyasko, bölgede İran’ın etkisini daha da artırdı. Yemen’de Salih’in öldürülmesi, Trump’ın açıklaması karşısında çeşitli aktörlerin tepkileri, yangının yayılma eğilimini güçlendirecek gibi görünüyor.
Filistin halkından başlarsak; iradesindeki bölünmüşlük, radikal grupların ortaya çıkmaya başlamasıyla daha da derinleşmiş durumda. Bugüne kadar sonuç vermeyen kitlesel tepkiler bir yana, tek umudu, Müslüman dünyadan, Arap rejimlerinden alabileceği destek. Ne yazık ki bu olasılık (kuru gürültünün dışında) zayıf.
Suudi rejimi, İran’a karşı Arap cephesi inşa etmeye çalışırken, İsrail ile ilişkilerini çeşitli düzeylerde geliştiriyordu. Şimdi, Suudi rejiminin kurmaya çalıştığı Sünni cephesindekilerin İsrail ile, İran’a karşı geliştirmeye çalıştıkları ilişkileri tehlikeye atmadan bir tavır almaları olanaksız. Ek olarak, Mısır’ın başında IŞİD belası var, Hamas’la ilişkiler iyi değil.
Ergin Yıldızoğlu
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/883744/Ortadogu_yanginina_yeni_petrol....html
Gelelim sonuçlarına. Her şeyden önce, bu kararla birlikte Trump ABD’nin onlarca yıldır zaman zaman ortaya koyduğu Filistin-İsrail için “iki devletli çözüm” perspektifini ortadan kaldırdı. Bundan sonra arabulucu olma şansını da yitirdi. Telefonda görüştüğüm İsrail’in eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel, “Artık Trump’ın ortaya koyacağı bir barış planı zaten alakasız olur. İki tarafı da kapsamayan, Filistin’i dışlayan bir barış planı olamaz” diyor.
Bir diğer sonucu da, zaten bir süredir uzlaşı hükümeti kurmak üzere yakınlaşan Fetih ve Hamas’ı birbirine daha da yakınlaştıracak olması. Yani Filistin’deki bölünmüşlüğü azaltması.
Peki, Trump’ın açıklaması üzerine Hamas’ın yaptığı İntifada (Filistinlilerin İsrail’e karşı ayaklanması) çağrısı karşılık bulur mu? Arad Nir’e göre, Filistinliler daha önceki 2 büyük İntifada’dan istedikleri sonucu alamadıkları için, bir daha böyle büyük bir başkaldırıya girişmezler. Alon Liel ise daha temkinli. Ona göre bu, iki etkene bağlı: Müslümanların ve dünyanın geri kalanının vereceği tepki.
Türkiye belirleyici
Müslüman dünyadan asıl kasıt, Türkiye ve Ürdün. Zira Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri, Trump geldiğinden beri İsrail’le safları iyice sıklaştırdılar. Mısır da aynı şekilde. Irak ve Suriye ise kendi derdinde. Alon Liel, “Müslüman dünyasının tepkisini yönetebilecek sadece Türkiye ve Ürdün var” diyor. Ancak her ne kadar Ürdün Kralı evvelsi gün Ankara’ya gelip dayanışma göstermiş olsa da, DAEŞ’le mücadelede ve İran’a karşı İsrail’in desteğine bağımlı olduğunu hatırlamakta fayda var. Dolayısıyla, bu tablo Türkiye’nin omuzlarına önemli bir “sorumlu liderlik” yüklüyor.
Verda Özer
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/verda-ozer/kudus-2569406/
BİLİYORUM duyguların ve öfkelerin meydana indiği anlarda, mantık kendine kürsü bulamaz...Ben yine de şu kenarcığa kürsümü kurup konuşayım.
Belki Ankara’da da duyan birkaç kişi çıkar.
Gerçi “kırmızı çizgi” lafının artık zerre kadar değeri kalmadı ama yine de soralım.
“Kudüs bizim kırmızı çizgimiz midir?”
Cumhurbaşkanı bu defa “bizim” değil, “Müslümanların kırmızı çizgisi” diyerek çıtayı yükseltti...
Müslüman dünyada bir tepki var ama bizden başka öyle “kırmızı çizgi” diyen de yok...
Kudüs sorununu sadece “bizim” ve “Müslümanların” kırmızı çizgisi yaparsak mı iyi sonuç alınır...Yoksa bunu bütün dünyanın meselesi haline getirirsek mi...
Tahmin ediyorum ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan da ilk gün o cümleyi telaffuz ettikten sonra, yeniden bir değerlendirme yaptı ve daha gerçekçi bir yola girdi.
Yunanistan’a gitmeden önce şöyle konuştu:
“Burada da sadece İslam ülkelerini değil, hatta Papa ile görüşme talebim oldu, onunla da bu akşam veya yarın sabah görüşeceğiz. Çünkü, burası Hıristiyanların da mabedi. Sayın Putin ile de görüşmemi yapacağım. Batı ülkeleri Almanya, İngiltere, Fransa, İspanya ile de görüşmemi yapacağım. Çünkü bu artık sadece Müslümanların değil, adeta insanlığın görevidir.”
Ayrıca Cumhurbaşkanı “İsrail’le ilişkilerimizi keseriz” cümlesini de bir daha telaffuz etmedi.
Diyorum ki doğru yol budur. Evet bu olay dünyanın meselesidir...
O nedenle iç kamuoyunu da fazla tahrik etmeden, bu yolda yürümek en doğru yoldur.
Ertuğrul Özkök
Peki Trump niçin şimdi böyle bir adım attı? Obama yönetimi Ortadoğu’ya ‘İhvan’ üzerinden dizayn vermeye çalışıp başarısızlığa uğradı. Trump ise Vahhabi/ Selefi Suudi Arabistan’da genç kral üzerinden modernleşme hamlesiyle yürümek istiyor. Amerikan müesses nizamı tarafından sıkıştırılması bir yana, Suud odaklı bu siyasetin sonuç vermesi zor. Şimdiden Lübnan ile Yemen’deki duvara tosladılar. Trump şimdilik İsrail ile barışma resmi veren ve Filistinliler için arabuluculuğa soyunmuş Riyad’ın elini zayıflattı.
Yine de bence niyet ‘Yahudileri denize dökmek’ değilse eğer, her koşulda Filistinlilerin gündemine ve mücadelelerine ‘eşit vatandaşı’ olabilecekleri ‘tek devletli bir çözüm’ ufku girmesi hayırlı. Sola ise boş sloganlar değil, en başta ‘Filistinli Araplar ve Yahudilerin nasıl barışacağı ve yaşayacağıyla’ alakadar olması düşer.
Ceyda Karan
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/881943/Trump_in_Kudus_u.html
Trump’ın kararının arkasında ABD’nin ne kadarının olduğu dahi meçhul. ABD’yi esas yöneten elitleri oluşturan siyasetçiler, entelektüeller, medya- ki bunların bir kısmı Yahudi ya da Yahudilere ait- bu karara ya açıkça karşı çıktı ya da ağzını lehte olarak açmadı.
Benzer şekilde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması bütün İsrail vatandaşlarının da en temel meselesi değil. Bütün dünyada Trump ve İsrail karşıtı gösteriler sürerken, başkent Tel Aviv’de günlerdir meydanları dolduran yüzbinler, şimdi ülkemiz saldırı altında, bekamız tehlikede demeyip, Netanyahu’yu yolsuzluklar nedeniyle istifaya çağırmaya devam ettiler.
Demek ki dünyayı yöneten yegane bir akıl yok. Dünyayı ABD ya da Yahudiler de yönetmiyor. Öyle olsaydı, Kudüs gibi en temel mevzuda, bu kadar kritik bir karar alınırken, bütün Musevi lobileri, dev Yahudi şirketleri, bizde onların bir parçası olarak görünen masonlar, lionslar, rotaryler hep birlikte bastırır, karara destek için Filipinler, Macaristan ve Çekya dışında da bir sonuç alırlardı.
Demek ki dünyada kimsenin elinde mutlak güç yok. Kimsenin elinde asla yanılmaz ve yenilmez planlar yok.
Yekvücut bir Batı ve “Gavurlar” alemi de yok. Dünya bir dinler arası savaş arenası değil.
Yıldıray Oğur
http://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/dunya-tam-olarak-oyle-bir-yer-degil-5666
Oz, bugün suspus. Trump’ın son Kudüs çıkışı için, “eski güvercin yazar”, “Bölgede artık ileriye dönük hiçbir kehanette bulunulamaz!” demekten öte başka hiçbir şey ekleyememiş. Yalnız Oz değil, “iki devletli çözüm” adına zamanında mücadele eden David Grossman, Abraham Yehoshua gibi tüm diğer güvercinler de suskun. Ya da eski görüşlerinden açıkça çark etmiş durumdalar.
Yehoshua misal, “İki devlet bundan böyle artık hayaldir. İsrailli yerleşimcileri yerlerinden sökülemez!” diyor.
“Sarı Yel/Yellow Wind” adlı muhteşem bir kitapta ’80’li yıllarda, Filistinlilerin yaşadığı İsrail işgalini anlatan İsrail’in diğer namlı “güvercin”i David Grossman da çok sessiz. İsrail ordusunda bir oğlunu kaybeden Grossman da hiç ağzını açmıyor…
Bir bir sıralamak yersiz. İsrail’de bugün “güvercin” adı altında bir kategori kalmadı. “Barış Süreci”nin kahramanı Başbakan İzak Rabin’in 1995 yılında radikal sağcı bir Yahudi tarafından ortadan kaldırılmasıyla bir geri salınıma girildi.
Mescidi Aksa’ya daha sonra İsrail askerleriyle giren sağcı Şaron’un 2000’de fitillediği 2. İntifada da, bu güvercin parantezini sonlandıran diğer dönüm noktası oldu. Meydan o günden sonra neoconlarla paslaşan İsrail sağına kaldı…
Nilgün Cerrahoğlu
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/883220/Kudus_trajedisi.html
Karar ABD tarafından alındığı halde İslam alemindeki tepkilerin İsrail'e yönelmesini genel İsrail aleyhtarlığının yarattığı ruh hali ile açıklamak yerinde olur. Esasen bu çevrelerde sadece ABD'yi değil tüm dünyayı musevilerin yönettiği gibi bir inanış mevcut. Hal böyle olunca, kararı alan kim olursa olsun İsrail'i eleştirmek için fırsat çıkmış oluyor. Fırsatı kaçırmak istemeyenler de İsrail'e yüklenerek içlerini döküyorlar.
Trump'ın kararı mevcut statükoyu hemen değiştirecek bir sonuç doğurmuyor. ABD'nin Büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşıması bile birkaç yıl zaman alacaktır. Bu süre zarfında elbette bir yandan da Filistin sorununun çözümü için çabaların sürdürülmesi gerekir.
Ancak Trump'ın kararı siyasi açıdan bir dengesizlik yaratmıştır. Nitekim Filistin ABD'nin bu kararı nedeniyle artık Filistin sorununun çözümünde ABD'yi tarafsız ve güvenilir, önyargısız bir kolaylaştırıcı olarak göremeyeceğini açıkladı. Bu da ister istemez Ortadoğu Barış sürecini tehlikeye sokuyor.
Ünal Çeviköz
Şüphesiz “eleştiri”nin tarzı, biçimi de önemli. Örneğin İsrail’i eleştiriyoruz, eleştirmek de gerekiyor. Ancak, sıradan bir İsrail yurttaşı bundan ne anlamalı? “Oylarımızla seçtiğimiz hükümet dünya standartlarına aykırı düşen işler yapıyor. Onlar da bunu eleştiriyor” mu demeli? Yoksa, “Biz İsrail olduğumuz için ve bu dünyada bir İsrail bulunmasına karşı olduğu için bunları söylüyor” mu demeli? Onu ya da öbürünü söylerken hangi propagandadan, ne ölçüde etkilenmiş, etkileniyor, bunlar ayrı hikâye. Nesnel bir değerlendirme yapacak yetenekte birini varsayarak söylüyorum. O yeteneğe sahip olanlar için anlaşılır ve hak verilir bir dil tutturduğumuzu iddia edebilir miyiz?
Murat Belge
http://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/barisi-oldurmek,18702
Netten okumalar
http://bianet.org/bianet/siyaset/192219-filistin-israil-1897-den-2017-ye?bia_source=rss
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/farkliyim-diyor-40673360
http://www.abcgazetesi.com/komplo-teorisi-tuccarlari-70818h.htm
http://www.posta.com.tr/kudus-ten-notlar-oral-calislar-yazisi-1360198
http://www.posta.com.tr/kudus-te-cuma-namazi-oral-calislar-yazisi-1360541
http://www.posta.com.tr/isa-nin-son-yemegi-oral-calislar-yazisi-1361360
https://tr.sputniknews.com/ceyda_karan_eksen/201712081031330449-filistin-meselesi-siyasi-tiyatro/
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/12/07/kudus-isinde-sikinti-yok/
http://www.yeniduzen.com/yahudi-muhacirler-26-11642yy.htm
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ozay-sendir/kudus-polemiklerinde-ise-yarayacak-2570231/
https://www.birgun.net/haber-detay/kudus-ey-kudus-194942.html
http://www.hurriyet.com.tr/ortadoguda-2-perde-40673984
https://www.turkisrael.org.il/single-post/2017/12/06/YEN%C4%B0-B%C4%B0R-YOLDA-ADIM-ADIM
https://bianet.org/bianet/siyaset/192342-kudus-bizimdir-iddialari
http://www.ocakmedya.com/ocak_yazar/2017/12/11/kudus-imandan-bir-cuz-mudur/
Takılan tweetler
Serdar Korucu @serdarkorucu 7 Ara
Daha fazla
Hani yurtdışına çıkarken @TurkishAirlines ücretsiz gazete standı sunuyor ya @AGOSgazetesi okumak isterseniz @SabihaGokcen'de yok, @SALOMgazetesi sorarsanız talebinizi üç kez tekrarlıyorsunuz sonra "O hiç yok" deniliyor, size önerilen de başka gazeteler oluyor... @TK_HelpDesk
Natali AVAZYAN @NataliAVAZYAN 6 Ara
Daha fazla
GUERON AİLESİ
Suzan ve Abramo Salto 1914'te 50.evlilk yıldönümlerni kutlarken,torunları Lynda Jerusalmi ondördüne yeni basmş; 1.Dünya Savaşı Osmanlı Devleti'ni de kuşatmıştı.Cumhuriyet'in ilk yıllarnda evlenen Lynda ile Emilio Gueron'un hikayesi bütün bir Yy'ıla tanıklık edecektir
16 Ocak 1900'de dünya yeni bir yüzyıla devrildiğinde, istanbul'da doğdu Lynda Jerusalmi.Rebecca ile Salomon Jerusalmi'nin beşinci çocuklarıydı. Rebecca Jerusalmi ailesiyle birlikte.Lynda (en sağda), Süzet (önde,sağda) ve Albert (arkasında).Albert, babasından devraldığı kırtasiye dükkanı için istenen Varlık Vergisi'ni ödeyemeyecek ve 1943'te Aşkale'ye, taş kırmaya gitmek zorunda kalacak.Süzet daha 30 yaşındayken hayattan ayrılacaktır.
Emilio Gueron'un kökeni Toledo'ya dayanıyor, yani gerçek bir sefarad. Büyükbabası Moşe de Toledo bankermiş.Büyükada'ya yerleşmiş, doksanında öldüğünde geride 120 torun bırakmış. Alman Okulu'nda çok iyi bir eğitim alan Emilio, erken atıldığı bankacılık hayatında hızla yükselmiş.Rus bankasında çalışmaya başladığında, sistemli öğrenme yeteneği farkedilmiş olmalı ki, hemen Rusça öğrenmesini istemişler ve 3 hafta geçmeden eline kril alfabesiyle yazılmış Rusça mektupları verivermişler. Ancak çok geçmeden Rus Bankası kapanınca,Emilio Gueron , The Near East and India, The Observer, The Christian Century, The Religious New Service gibi gazetelerin Türkiye muhabirliğini üstlendi.
Lynda Jerusalmi,arkadaşlarının "tam sana göre" dedikleri, yedi dil bilen, tarih ve arkeoloji meraklısı Emilio Gueron'la 1925'te bir partide tanışmış.Emilio'nun Bebek'te tramvayda yaptığı evlenme teklifini hemen kabul etmiş.Evlenme teklifinin yapıldığı gün çekilen fotoğraflarında, Lynda ile Emilio'nun mahçup mutlulukları hala taptaze. Lynda ve Emilio Gueron, Cumhuriyet'in 10.yıl balosunda Dolmabahçe sarayı'nda davetliler arasındadır.Yine aynı sarayda Atatürk'ün naaşını da ziyaret edecek Lynda Gueron.Ağlayanlara, bayılanlara, hatta izdiham yüzünden ezilip ölenlere tanık olacak.Emilio Gueron ise Atatürk'ün ölümünde muhabir olarak Ankara'ya davet edilecek.
Lynda ve Emilio Gueron, kırklı yaşlarını ortalarken dünyaya getirdikleri Renata'da "yaşlı anne-baba"duygusunu hiç yaratmadılar.Birlikte yapılan uzun yürüyüşler müze gezileri, Emilio'nun masal yerine anlattığı Sefarat ve İstanbul öyküleri yazıldı Renata'nın belleğine.
1940'lı yıllar, yaşı 25'le 45 arası gayrimüslimlerin askere çağrıldığı "20 sınıf dönemi" ve hemen ardından Varlık Vergisi yılları.Babalarından kalan kırtasiye dükkanını işleten Lynda'nın ağabeyi Albert Jerusalmi kendisinden istenen vergiyi ödeyemediği için Aşkale ye yollanıyor.Orada çekilen bir fotoğrafın arkasında "1943, Exile a Aşkale" diye not düşmüş.Komutandan tek ricası olmuş, o da kemancı Zirkin için:Onun bütün sermayesi elleri, lütfen ona taş kırdırmayın..."
Savaş yılları Yahudiler için her yerde zor.Emilio'nun yeğeni Lazar Ruso, sırf Yahudi Kimliği yüzünden kapatıldığı Paris'teki toplama kampından, ancak üç ay kaldıktan sonra, Türk Konsolosluğu'nun çabasıyla kurtulabiliyor.Bir süre sonra konsolosluk, Türkiye Cumhuriyeti tebalıları Fransa'da daha fazla koruyamayacağını görüyor ve özel bir tren tutuyor.Lazar Ruso bu trenle İstanbul'a dönüyor. Varlık vergisnin açtığı yara ve 1948'de İsrail devleti'nin kuruluşu, beraberinde göçü getiriyor.Ama İstanbul'u terketmek, Emilio ve Lynda Gueron'un akıllarına bile gelmiyor"Çünkü burası memleketleriydi"diyor kızları Renata Aji;"İstanbulluydular Gueron'ların Türkiye'de kalma kararlarını 6-7 Eylül'de uğradığı yıkım bile değiştiremiyor.Renata Aji, 6-7 Eylül gecesini bütün ayrıntılarıyla hatırlıyor.Kalabalığın öfkesini ve yağmalanan dükkanları Parmakkapı'daki apartmanlarından bir korku filmi gibi izlemiş.O geceyi şöyle anlatıyor:"Ben 12 yaşındaydım.Eski Marten Han'daki evimizde o gece Arjantin'den gelen akrabalar vardı.On iki kişiydik.Birden, sokaktan gelen patırtıları, bağrışmaları duyduk.'Ya Taksim, ya ölüm!' diye bağrılıyor, kepenkler kırılıyor, vitrinler indiriliyo, mallar yerlerde sürükleniyordu.Moralimiz sıfırdı.Üstelik dayımın dükkanı Tahtakale'deydi.Mutlaka o da talan edilmiştir diye düşündük.Ertesi sabah annem beni elimden tutup Balık pazarı'na götürdü.yerlere saçılmış yiyeceklerin, tavukların üzerlerinden atlayıp, bulabildiklerimizle alışverişimizi zar zor yaptık.Galatasaray tekstil merkezi sayılırdı.Yolun sağında solunda lime lime kumaşlardan tepecikler oluşmuştu.Şaşırtıcı bir şekilde, dayım Alberto Jerusalmi'den gelen haberler sevindiriciydi.yalnız onunki değil Tahtakale'deki dükkanların tümü yağmadan kurtulmuştu.Kürt hamallar yağmacılara karşı koymuşlar, 'Burası bizim ekmek kapımız' deyip onları Tahtakale'ye sokmamışlar. Bu olay Emilio için gazeteciliğin sonu olmuş.Yunan tebalı bir kaç meslektaşı sınır dışı edilirken kendisine de örtülü mesaj gönderilmiş:"Gazetecilik sizin için bir yaşam meselesi değilse..."
6-7 Eylül olaylarında ''Tahtakale'deki dükkanların tümü yağmadan kurtulmuştu.Kürt hamallar yağmacılara karşı koymuşlar, 'Burası bizim ekmek kapımız' deyip onları Tahtakale'ye sokmamışlar.
Asil Sami Aji, izmir'de Karataş'ta,yahudi Mahallesi denilebilecek bir mahallede büyümüş.Komşular,esnaf,okul arkadaşları, herkes Yahudiymiş.Asil Sami ilk Türk arkadaşlarını İstanbul'da edinmiş.İlginç bir çelişkiyle,babası Yasef askerliğini Sarıkamış'ta yapmışken kendisi Genelkurmay'da çevirmen olarak askerlik yapmış. Renata Gueron, 1969'da İzmirli Asil Sami Aji ile evlenip çocukları doğduğunda, anlatma sırası Asil Sami'ye geçecek.Miret ve Eytan, babalarının anlattığı öykülerle büyüyecekler; Aji ve Gueron ailelerine mutluluk getirecekler.