Temmuz 1947’de Hayfa Limanına 4.500 Holokost kurtulanı Yahudi taşıyan Exodus adlı bir gemi yanaştı. İngiliz bahriyesi gemiyi durdurdu ve gemiyi geriye Almanya’ya gönderdi. Bu yazıda ‘Commander of the Exodus’ kitabının yazarı Yoram Kaniuk’un kaleminden geminin kahraman kaptanı Yossi Harel tanıtılıyor.
Commander of Exodus adlı kitabın yazarı Yoram Kaniuk, Exodus gemisinin kaptanı Yossi Harel hakkındaki izlenimlerini şöyle dile getirmiş:
“Yossi’yi 1940’lı yıllarda Filistin’e yüzlerce Yahudi’yi getirdiği ve efsaneler yazdığı zamanlardan çok sonra tanıdım. Kendisi, James Bond misali, İsrail’deki gizli misyonlara da karışmıştı. Yossi hâlâ fazla konuşmayı sevmez. Çünkü ona göre düşman dinlemekte olabilir. Ben ise ondan Avrupa’dan 1940’lı yıllarda çoğu Holokost’tan kurtulmuş olan insanlar hakkında bilgi almak istiyordum… Aslında o tarihlerde İsraillilerin çoğu kendi bölgelerindeki sıkıntıları daha çok dert ediyorlardı: Arapların isyanları, İngiliz Mandası ile gergin ilişkiler ve bir an evvel resmî bir devlet kurma gereksinimi… Avrupalı Yahudilerin kaçırılması ise, ajandalarında birinci madde değildi. Hâlbuki Yossi için sığınmacıları Filistin’e sokmak her şeyden önemliydi. Yıllarca Yossi’nin hâtıratını deşmek için uğraştım – ta ki adam 80 yaşına gelene dek. Yossi artık kapalı kutuyu açmıştı.”
İsrail Devleti aslında 15 Mayıs 1948’de Tel Aviv Müzesindeki beyanatla kurulmamıştı. Yaklaşık bir yıl evvel, 18 Temmuz 1947’de ismi Exodus olarak değiştirilmiş olan ‘President Warfield’ adlı hurda bir Amerikan gemisi 4.500 Yahudi göçmen ile Hayfa Limanına ‘Hatikva’ marşının eşliğinde girdiğinde, bu olay gerçekleşmişti. İngilizler, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru inşa ettikleri 45 adet C-model savaş gemisi ile deniz yollarını ablukaya almışlardı. Bunların arasında destroyerler, mayın tarama gemileri, kruvazörler, Sinbad-2 model sahil koruma gemileri vardı; müthiş bir bahriyeydi. Ayrıca Filistin, Malta, Mısır ve Kıbrıs’tan kalkan İngiliz Hava Kuvvetlerine bağlı bir hava birliği, on binlerce asker ve polis de bu ablukayı koruyordu. Kıbrıs’taki Atlit Temerküz Kampı ise ayrı bir âlemdi… İsrail aslında kraliyet bahriyelilerinin ABD’deki Ptomac Nehrinde ömrünü tamamlamış bu hurda gemiye saldırdıkları gün vücut bulmuştu. İngilizler, gemideki 4.515 kişiye yüzlerce göz yaşartıcı el bombası ile saldırdı. Ne garip bir tecellidir ki, bu insanlar daha iki yıl önce Nazilerin onları tutsak ettiği kamplardaki gaz odalarından kurtulabilmişti.
Exodus Hayfa Limanına çekildi
Gemi, Birleşmiş Milletler tarafından tayin edilmiş Anglo-Amerikan Komitesi UNSCOP’un temsilcilerinin dikkatli bakışları altında Hayfa Limanına yavaşça çekildi. Komite, Filistin sorununa çözüm bulmak ile yükümlüydü. Komitenin başkanı ünlü hukukçu Bartley Crum, olayı ABD’nin kuruluşunun ilk adımı olan ve yüzyıllar evvel Boston’da Amerikalı göçmenlerin İngilizlere isyan ederek çay yüklü gemileri denize boşalttıkları vakaya benzetiyordu. Yolcular, Filistin sahillerinde durdurulmaktan ötürü kızgındılar ama daha beteri de sıradaydı. Tekrar Almanya’ya eski bir toplama kampı olan Hamburg yakınlarında Poppendorf’a sınır dışı edildiler. İşte bütün bunlarla, daha resmen ilân edilmeden İsrail devleti oluşmaktaydı âdeta. İnsanlar eski güverteye sardunya balığı gibi sıkışmışlardı; yaşama alanları, 50 cm. eninde, 1,8 m. uzunluğunda ve 90 cm. yüksekliğindeki sıralar arasındaydı. Buralara gelmişlerdi. Çünkü gidecekleri başka yerleri yoktu. Holokost’tan canlı kurtulan bu kişilerin çoğu, buralara başka ülkelere – ABD, Kanada, Avustralya, Latin Amerika, Belçika…- göç etme imkânları olamadığı için gelmişlerdi. 1945 ilâ 1948 yılları arasında bu ülkeler sadece 25 bin Yahudi muhacir almıştı.
Bu arada güvertede 16 yaşlarında, bir sokak kedisi gibi yalnız ve endişeli bir kız, kendisine geminin komutanı Yossi Harel tarafından öğretilmiş olan ‘Knesset Israel’ adındaki şarkıyı söylüyordu. Bu kızı Almanlar toplama kampında SS subayları tarafından bir fahişe olarak kullanmışlardı; kızın göğsünde Feldhure A. 13652 şeklinde bir tutuklu dövmesi de vardı. Bu kaybolmuş fakat cesur kız, elinde eski bir gitar, gemiye binmiş İngiliz askerlerinin gözünün içine bakarak, hüzün ve sakin bir tatmin içinde Alterman’ın ‘Sleep Deep, Glorious Land’ (Derin Uyu, Şanlı Ülke) şarkısını söylüyordu. Bu kız, tanımadığı bir ülkede anlamadığı bir dilde âdeta İngilizlere hükmediyordu.
“Exodus’ün Avrupa’dan gelişi, ‘yişuv’ adını alan ve kendi zihniyetini oluşturmuş olan Filistin’deki Yahudi toplumu ile Diaspora’da ıstırap çeken Yahudiler arasında gelişen biricik nitelikli bir karşılaşma idi. Hitler’in iktidara geldiği 1933’ten, 1939’da İngilizlerin Filistin’e göçü hemen hemen yasakladıkları dönem zarfında, Filistin’de ki Yahudi halkı ülkeye yeni göçlerle sayılarının artacağına inanıyorlardı. Ne var ki İngilizler, müteakip beş yılda sâdece 75.000 göçmen kabul edebileceklerini bildirmişlerdi. Aslında yasal göçe de izin verilmiyordu ve geriye kalan tek seçenek de yasa dışı göçtü.
1934’ten sonra 1948’e 115 bin Yahudi ya Filistin’e ulaşabilmiş, ya da İngilizlere yakalanmıştı. Pan, Pan York ve Pan Crescent adlı gemiler 1948’de Yossi Harel tarafından yönetilmişti ve İngiliz Mandası döneminde gelen son yasadışı gemiler olup, 15.236 kişi taşımışlardı. 30’lu ve 40’lı yıllar arasında pek fazla göçmen Filistin kıyılarına ayak basamamıştı; teşebbüsler akim kaldı. İngilizler, göçmenleri Atlit’te ve daha sonra Kıbrıs’ta mahsur kıldılar. Ne var ki bu göçmenler, İsrail yolundaydılar ve Avrupa’yı terk etmişlerdi. Tekrar yerleşmek sorun değildi ve Hagana terör eylemleri ile destek oluyordu ama Dunkirk’i aşan güçlü bir orduya karşı bu hiç kolay değildi. İngilizler daha çok o küçük kızın yanında kendilerini umutsuz hissediyordu.
İngilizlerden mültecilere abluka
Kuşkusuz çok kişi, göçmenlerin kurtarılması için çaba sarf etmişti: Mosad le-Aliyah Bet ajanlarından düzinelercesi ve Palmah mensuplarından 70-80 tanesi, hem gemilerde, hem de kamplarda görev yaptı. Bu olaylarda Yossi en önemli kişiydi ve sadece 27 yaşındaydı. Açlıktan ölen bu insanlar, Exodus’un güvertesinde ‘Hatikva’yı söylediklerinde; Yossi herhalde Engizisyona uğrayan Yahudilerin de benzeri ilâhiler söylediklerini düşünmüştür. Sırtlarındaki yükleriyle bu zavallıların görünümü, İngilizlerin tüm dalavereciliğine karşın, Yossi’yi bu kişilerin başarılı olacağı kanaatine sürüklüyordu. Aslında II. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere savaşı kazanmış olmakla beraber, barışı yitirmişti. İngiltere büyük bir gıda sıkıntısı çekiyordu. Londra ve diğer kentlerde insanlar yemek ve giyecek kuyruğuna giriyor ve kupon karşılığı bunlara sahipleniyorlardı. İngilizlerin Yunanistan’daki binlerce askerlerini geri çekecek paraları yoktu. İngilizler, Hayfa’da Exodus’e el koyup mültecileri tahliye ettikten sonra, Majesteleri’nin denizcileri gemide Amerika’daki Yahudi Joint Distribution Committee tarafından yardım amaçlı gönderilmiş olan kaşer et konserveleri buldu. İngilizler, ülkelerinde kıtlık varken bu inatçı Yahudilerin yiyecek etleri olmasına sinirlenip, hepsini İngiltere’ye ailelerine gönderdi. Buna karşılık İngilizler, iki yıl evvel kamplardan kurtardıkları Holokost’ta canlı kalan Yahudilerin ilticasına engel olmak için Filistin’deki on binlerce askerleri için bir servet harcıyorlardı.
İngilizler mülteci akımını durdurmak için 17. yüzyıldan kalma köleci taktikler kullandı ve uluslararası sularda mülteci gemilerini durdurdular. Fakat Yossi Harel, bu ablukadan diğer gemi kaptanları gibi yılmadı. O, Diaspora Yahudilerinin özünü biliyor ve güveniyordu. Filistin’de doğmuş olan bu genç adam, eğitimini Kudüs tepelerinde Arap teröristlere karşı gerçekleştirilmiş mücadele esnasında edinmişti ve gücünü adeta gemilerdeki ürkmüş kadınlardan, kül rengi yüzlü adamlardan, kâbus görenlerden, üşümemek için dört kat elbise giyenlerden- onların son bulması gereken ıstırabından alıyordu. Yossi’nin yer altı ismi ‘Amnon’idi. Kendisi, bu zavallı yolcuların kaptanı olmaktansa, rehberleri olmayı yeğliyordu. O, hiçbir zaman şiddetli bir fırtınada dalgalar güverteyi silip süpürürken, kadınların ve kızların görev başı vaktinde güverteye üşüşüp, çırılçıplak soyunup soğuk suyla vücutlarını yıkayarak insanî imajlarını korumaya çalıştıklarını unutamıyordu. Yossi’nin vizyonunda bu kadınlar, kendisine güven telkin eden yakılmış ‘mavi mumlar’ idiler sanki. Binlerce mazlumu Alman transit kamplarından alıp silahlı bir İngiliz ablukasından geçirebilmek için böyle eşsiz bir iman gerekti.
Nazi kamplarından kurtulan genç
Yossi, Exodus gemisi ile yola açılmadan birkaç ay evvel ‘Knesset Israel’ adında bir teknenin de kaptanlığını yapmıştı. Bu gemide bir delikanlı dikkatini çekmişti. Bu genç, Nazi kampında 13 yaşındayken ölü taklidi yaparak canını kurtarabilmişti. Daha sonra çocuk ülke ülke gezmiş, Kızıl Ordu’da borazan çalmış, Sibirya’ya dek uzanmış ve Baltıklardaki cepheye dönmüştü. Savaşın nihayetinde ülkesi Bükreş’e bir savaş kahramanı olarak dönmüştü. Ama heyhat. Hiçbir komşusu onu görmek dahi istemiyordu. Evine yabancı kişiler el koymuştu. Annesi ve babası ortadan kaybolmuştu ve kaderleri belirsizdi. Genç adam tek varlığı olan borazanını aldı ve Yossi’nin gemisine bindi. Kendisi Mossad le- Aliyah Beth örgütüne de dâhildi. Yossi, bütün bunları öğrendikten sonra şöyle düşündü: ‘Bizim Filistin’de dönecek bir yuvamız, ailemiz ve arkadaşlarımız var… Yolumuzu kesseler dahi.’
Knesset Israel’de yol alırken bir gün Yossi kömürlü ve istimli geminin yavaşladığını sezinleyip, makine dairesine indi. Kazan sühuneti 50-60 dereceye inmişti. Yossi makinistlere güvertede rastladı; orada bir orkestra prova yapıyordu ve makinistler huşu içinde dinliyorlardı, gözleri denize sabitlenmişti. Yossi sesini çıkaramadı. Orada genç bir adam daha vardı. Öylesine sabit duruyordu ve akan gözyaşları nedeniyle dalgaları göremiyordu ama Yossi onun âdeta ruhu ile bir olmuştu. Yossi genç adama sabit bakışlarla bakan bir kadın da gördü. Merak saikasıyla araştırdı: Nazi kampında gaz odasına gidecekler ve çalışmaya gidecekler arasında seçim yapılırken, Nazi subayının bir anlık gafletinden yararlanan ve bu faaliyete yardımcı olan söz konusu delikanlı, çocuklu bir kadının kucaktaki çocuğunu kapıp, yaşlı bir kadına fırlatabilmişti. Böylece genç kadın çalışmaya gönderilmiş ve çocuk da kurtarılmıştı. İşte kadın o kadın, genç adam da o genç adamdı. Sessizce birbirlerine bakıyorlardı ve bu nazarlar binlerce simge taşıyordu.
Kaynakça: “Commander of the Exodus”, Yoram Kaniuk, Grove Press, New York, 1999, S. 7- 16, ön yazı.