23 Aralık’ta klasik müzik tarihimizde bir izleyici rekoru kırıldı. Fazıl Say’ın ‘Yürüyen Köşk Atatürk Anısına Opus 72’ eserini ilk kez İstanbul’da Volkswagen Arena’da seslendireceği resitalin biletleri iki ay önceden tükenince, Say her zamanki zarafetiyle aynı gün 15.00’te bir ikinci dinleti yapmayı kabul etti ve böylece program, dev konser mekânını dolduran toplam 10 binin üstünde dinleyici tarafından canlı olarak izlenebildi.
Resitale geçmeden önce, başarılı mimarisi ve dört dörtlük akustiğiyle, 5000’in üzerinde izleyici alabilen Volkswagen Arena’yı çok beğendiğimi söyleyeyim.
Olağanüstü virtüozitesi kadar mükemmel yorumcu /interprète tarafı ile dünyanın en önde gelen piyanistlerinden, çağımızın en önemli bestecilerinden Fazıl Say’ı tanıtmaya gerek var mı acaba… Ele aldığı her müzik eserini didik didik ederek, yaşamının, duygularının, deneyimlerinin, kişisel felsefesinin imbiğinden geçirip defalarca yeniden okuyarak, bildiğimizi tanıdığımızı sandığımız eserleri henüz keşfetmediğimiz yepyeni derinliklerle yeniden yorumlayan Fazıl Say, kusursuz virtüozitesi kadar, bu mükemmel yorumcu tarafıyla hâlen dünyanın en önde gelen piyanistlerinden biridir.
Bu sebeple, Fazıl Say’ı canlı olarak izlemek benzersiz ve heyecan verici bir deneyimdir.
Piyanonun önüne oturup, elleri tuşlara değdiğinde, Fazıl, piyano ve müzik bütünleşerek neredeyse dünya dışı farklı bir varlığa dönüşürler ve bu varlık, defalarca dinlemiş olduğunuz, çok iyi tanıdığınızı zannettiğiniz bir eseri, o an düşünülmüş ve hissedilmişçesine ilk kez dinliyormuş gibi hissedersiniz.
Fazıl Say resitalin ilk eseri Ludwig Van Beethoven’in No. 14 Piyano Op. 27 No. 2 Sonatını, sonradan yakıştırılmış ‘ay ışığı’ atmosferinde değil, Beethoven’in kendi koymuş olduğu ikinci başlığa, “Sonata quasi una fantasia”ya yakın rüya gibi bir fantezi olarak yorumladı. Döneminin sonat formunun yüksek tempolu canlı ilk bölüm tarzıyla taban tabana zıt dingin adagio sostenuto’yu, ciddi ve sakin arpeggiolarıyla, ilk kez oluştururmuşcasına, su gibi akan düşsel bir doğaçlama gibi çaldı. Daha gerçekçi bir tutarlılık duygusuyla, ilk bölümün yoğun meditatif duygusuyla son bölümün coşkun kargaşası arasında geçiş oluşturan zarif allegretto’nun peşinden üçüncü bölüme geçtiğinde Say, presto agitato’yu müthiş zorlu bir fırtına olarak yorumlarken, fırtınanın tepe hâlini simgeleyen güçlü tema ile, soluklandığı lirik temanın birbirine görkemli geçişini coşkuyla ve heyecan vererek seslendirdi.
Konserde seslendirilen ikinci eser Beethoven’in No 17 Piyano Op.31 no.2, Sonatıydı. Karanlık Re Minör tonunda yazılmış sonat, arada bir sakinleşen şiddetli bir fırtınayı anımsattığı için “fırtına” olarak anılır. Say largo-allegro ilk bölümü, artık duyma yetisini tamamen kaybetmiş olan bestecinin içsel kargaşasını ve isyanını yaşayarak, yaşatarak, gerçekten fırtına gibi yorumladı. İkinci bölüm adagio’da, fizikötesi bir paralel evrene geçmişçesine, resitatiflerin çaresizliğini, lirik ikinci temanın simgelediği ruhsal gelişimle karşı karşıya getiren derin bir tefekküre daldı. Bu tefekkür sonrasında, huzuru ve dengeyi bulmuş bir rahatlama ile bütün karamsarlığını geride bırakarak, final allegretto’yu keyifle, güle oynaya çaldı.
Konserin ikinci bölümüne Frédéric Chopin’in 4 noktürnü ile başlayan Fazıl Say, her biri küçük bir mücevher olan dört ünlü parçayı, tüm romantik müziği tarif edermiş gibi farklı bir derinlik katarak yorumladı.
Bilindiği gibi Fazıl Say, sadece olağanüstü bir yorumcu değil, aynı zamanda yüzyılın en önemli bestecilerinde biri. Resitaline belki 400-500 kez seslendirmiş olduğu Op.8 Kara Toprak ile devam etti. Âşık Veysel’den etkilenerek yazmış olduğu, giriş ve final bölümlerinde piyanodan saz tınıları elde ettiği, orta bölümünde romantik bir ezginin, folklorik ve hatta jazz öğeleriyle harmanlandığı bu benzersiz eseri yine ilk kez dinliyormuşçasına heyecanla izledik,
Ve geldik Yürüyen Köşk / Atatürk Anısına Opus 72 adını verdiği ve İstanbul’da ilk kez seslendireceği bestesine.
Atatürk, çok sevdiği Yalova’ya geldiğinde, satın aldığı Baltacı Çiftliğinde çadırda kalıyordu. 1929’da Millet Çiftliği içindeki ulu çınarın görüntüsünden etkilenerek çınarın civarına bir köşk yapılmasını istedi ve 21 Ağustos 1929 tarihinde inşasına başlanan iki katlı ahşap köşk 22 gün sonra tamamlandı.
Atatürk, 1930 yazında köşke gittiğinde, çalışanlar, çınarın dalının köşkün çatısına ve duvarına zarar verdiğini söyleyerek, çınarın köşke doğru uzanan dalını kesmek için izin istediler. Atatürk, dalın kesilmesi yerine, binanın raylar üzerinde biraz ileriye alınmasını istedi. Temel seviyesine inilerek İstanbul’dan getirilen tramvay rayları, binanın temeline yerleştirildi ve uzun bir uğraş sonrası bina rayların üzerine oturtuldu.8 Ağustos 1930 günü yapının teras bölümü, sonraki iki gün içinde de ana binanın raylar üzerinde yürütülmesi tamamlanarak bina, 5 metre kadar doğuya kaydırıldı.
Köşkün kaydırılması, binanın yıkılmaktan, çınar ağcının kesilmekten kurtulmasını aşan, o yıllarda bile göstermesi açısından çok önemli bir olaydır.
Bestelerinde geçmişin içinde saklı kalan anılara, hikâyelere müziği ile yeniden hayat veren Fazıl Say; bu son bestesini, sadece çınar ağacı ve köşkün hikâyesiyle Atatürk’ün çevre bilincine verdiği önemi değil, o süreçte Atatürk’ün neler düşünebildiğini, neler hissetmiş olacağını da düşleyerek yaptığını söyledi.
Bu emsalsiz son çalışmanın ardından dinmek bilmeyen alkışlara cevaben tekrar piyanosunun başına geçen Say, bir önceki dinletinin duygu yoğunluğunu tamamlayan müthiş bir bis parçası seslendirdi.
Zülfü Livaneli, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yakın arkadaşı Nâzım Hikmet için yazmış olduğu Zindanı Taştan Oyarlar şiirinden yola çıkarak 1980’lerde ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ olarak bilinen türküsünü bestelemiş, beste, Uğur Mumcu’nun hain suikastından sonra cenazesinde binlerce kişi tarafından hep bir ağızdan söylenerek Mumcu’yla özdeşlemiş, giderek Hrant Dink dahil tüm demokrasi şehitleri için yakılan bir ağıta dönüşmüştü.
Fazıl Say, son zamanlarda ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’u, ‘Nâzım Oratoryosu’nun bitiminde şef ve solistlerin de koroya katıldığı ve solo piyano partisyonunu üstlendiği görkemli bir final parçası olarak kullanıyor.
Bu nefis solo partisyon, Say’ın Livaneli’nin ana melodisinden yola çıkarak oluşturduğu, yoğun, karmaşık ve özgün bir tür ‘konser paraphrase’ı. Besteci bu ‘bis’le hem izleyicilerle, hem de Atatürk’ün daima taptaze kalacak anısıyla vedalaşarak bu olağanüstü geceyi sonlandırdı,
Sonsuz teşekkürlerimizle.