Aralık ayında eğitime katkı amacıyla Fulya Sanat Merkezinde sahnelenen Kula ´930 genel istek üzerine Şubat ayında yine ve yeniden seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Müzikalin oyuncularından Karen Gerson Şarhon’dan ilk kez 40 yıl önce oynanan oyunun, yeniden sahnelenmesinin getirdiği sesi paylaşmasını istedik.
Oyunun özgeçmişini kısaca hatırlatır mısın?
Kula '930 müzikali Türkiye Yahudi Cemaati için 40 yıllık geçmişi ile klasikleşmiş bir oyun haline geldi. Dostluk Yurdu Derneğinde ilk sahnelendiği yıl olan 1977-1978 yılında 75 kere oynayarak cemaat tarihinde rekor bir ilke imza atan oyun daha sonraki yıllarda 1987-1988’de 10. yılı dolayısıyla, 2002-2003’te ise 25. yılı dolayısıyla en az 100 kere daha oynanarak seneler içinde yaklaşık 8000 seyirciye ulaştı. Bu yıl 40. yılı dolayısıyla 2000 kişiye daha ulaşıldı. Cemaat tarihimizde hiçbir oyunun bu kadar süksesi olmamıştır.
Nedir bu oyunu bu kadar sükseli yapan?
Kula '930 müzikalinin bugün için en önemli özelliği cemaatimizin bir zamanlar etnik kimliğinin en önemli parçasını oluşturan Judeo-Espanyol/Ladino dilinde oynanmasıdır. Oyunda sadece gençler Türkçe konuşmakta. Bütün şarkılar da Judeo-Espanyol dilinde.
Bu müzikalin bundan sonra tekrar oynanacağı çok şüpheli. Şu anda oynayan kadro bile (ki birçoğu 40 yıl önceki çekirdek kadroyu oluşturuyor) belli bir yaşa geldiler. Dolayısıyla bundan sonra gençler, akademisyenler, Judeo-Espanyol ile ilgilenen dünyadaki bütün merciler, üniversiteler, İsrail’de ve dünyada bu dili bilen ve konuşan binlerce kişi bu oyunu görme şansına sahip olamayacak. Bu oyun Sefarad kültürünün bir parçası olup Türk-Sefarad cemaatinin 20. yüzyılın başlarındaki canlı bir yansımasıdır. Bir tarihi arşiv olmasının yanı sıra, Judeo-Espanyol dilini konuşan son kuşağın da bu dilin korunması için çabalamasına iyi bir örnektir.
Oyunlar sahnelendikten sonra oldukça büyük ses getirdi. Eminim birçok geri dönüş almışsınızdır. Bunları bizlerle paylaşır mısın?
16-17 Aralık tarihlerinde Fulya Sanat Merkezinde üç kez sahnelenen oyun 2000 kişiye ulaşmayı başardı. Oyunu görmeyen, o tarihte İstanbul’da olmayan, o günlerde müsait olmayan yüzlerce kişiden oyun sonrası tekrar sahnelenmesi için talep gelmeye başladı. Bunun en önemli sebeplerinden biri facebook, instagram vs gibi sosyal medya sitelerinde çıkan oyunun bazı parçaları ve seyircilerin müthiş alkışları ve tebrikleri oldu. Gelmeyenler oyunu kaçırdıklarına çok üzüldüler ve bir daha oynanırsa mutlaka geleceklerini söyledi. Gelenlerin bir kısmı ise bir daha gelmek istediklerini belirtti. Seyircilerden gelen yorumları şöyle sıralayabilirim: "Hem güldük hem de ağladık...","Geleneklerimizi tekrar hatırladık...", "Şarkılar harikaydı...", "Çocuklar müthiş bir katkı sağladılar...", "Kuledibi’ni bu kadar iyi canlandırabilirdiniz, çocukluğumu hatırladım...", "Annemi ve büyükannemi hatırladım, aynen öyle konuşurlardı...", "Hey gidi günler hey..."
Bizleri şaşırtan şeyler de oldu. Mesela, orkestra o kocaman sahnede arka tarafta gözükmediği için müziği canlı değil de playback olarak çaldığımızı sananlar oldu. Erkeklerin şarkılarını İzzet Bana'nın arkadan seslendirdiğini düşünenler oldu! Bunlar aslında ekip için bir yandan da gurur verici oldu çünkü playback olsa bunun bir stüdyoda hatasız olarak kaydedilmesi gerekir. Demek ki şarkılar o kadar iyi icra edilmiş ki, bunun ancak playback ile olabileceğini düşünmüşler. Ekipte sesi güzel olan birçok erkek oyuncu var. İzzet Bana'nın dillere destan güzel sesi var tabii ama karakterlerin hepsi şarkılarını kendileri seslendirdiler.
Her şey bir yana en küçük ayrıntısına kadar düşünülmüş kostümler ve dekor sadeliği ve modernliğiyle kendine hayran bıraktı…
Bu prodüksiyonda profesyonel olarak yapılan iki şey dekor ve ışık idi, bir de müziğe katkı. Bu profesyonel katkılar oyunun kalitesini en az on misli arttırdı. Dekor muhteşemdi ama dekoru daha da muhteşem gösteren ışık idi. Sahnede öyle bir şaşaa yaratıldı ki seyirci kendini 1930’ların Kuledibi’nde sandı. Herkesin bu konuda geri dönüşü "Muhteşemdi" oldu. Tabii ışığın katkısını ancak tiyatrocular daha iyi anlayabilir ama ışık sahneyi büyülü kılar. İşte bu prodüksiyonda da sahne bu kadar büyüleyiciydi.
Gelelim kostüme. Bu konuda öncelikle Forti Barokas bir kahraman gibi birçok kostümü kendi evindeki tiyatro arşivlerinden çıkarttı. Tabii profesyonel bir kostümcü çağırılmıştı ama bütçe ona yetmedi. İşte bu tip durumlarda oyuncular imdada yetişti. Herkes kendi kostümünden sorumlu oldu. Ya aksesuarlar? Burada da kahramanlar vardı: Forti Barokas, Suzi Gözcü Eskenazi ve tabii Bivet Nasi. Eminönü'ne mi gidilmedi, Kapalı Çarşı mı dolaşılmadı, Beyoğlu’nda kostüm mü aranmadı? Bu kahramanlar çok zor olan bu işleri neredeyse tek başlarına üstlendiler. Seyircilerin kostüm yorumları da şöyle oldu: "Yahu nasıl buldunuz o kıyafetleri, o şapkaları, o ayakkabıları, pes vallahi..."
Tabii ki oyuna imzasını atan yönetmeni de unutmamak lazım…
Elbette ki oyunun yönetmeni Ferit Koen'den bahsetmek istiyorum. Ferit profesyonel bir tiyatro yönetmenidir ama cemaat işlerine gelince gönüllü olmayı tercih eden süper yetenekli bir arkadaştır. Kula '930 oyununu kendi hayaline göre yönetti ve kalitesini bir misli daha yükseltti. Komedi unsurlarını vurguladı, trajik unsurları göz önüne serdi, karakterleri belirgin hale getirdi ve bütün bunları bir aziz sabrı ile yaptı. Oyuncuların nerdeyse hepsi kendisinden daha yaşlı olan bir ekibi yönetmek hem cesaret hem de sabır ister. Ferit bütün zorlukların üstesinden gelmeyi başardı.
Sonuç: 40. yılında yine mükemmel bir şekilde oynanmış bir Kula '930. Eksiklikleri de yok muydu canım diye sorabilirsiniz. Tabii ki vardı. Olmaz mı? Birincisi bütçe eksikliğinden ses sistemi yetersizdi. Çok büyük olan salonda arkada oturanlar konuşmaları duymakta zorlandılar. İkinci eksiklik oyunun tamamını Türkçeye çevirmemize rağmen üst yazı makinesi çok geç tedarik edildiği için metni makineye programlamak için yeterli vakit olmadı. Dili bilmeyenler için ideal çözüm olacakken biraz hayal kırıklığı yaratmış oldu. Bu eksiklikleri tekrar oyunlarda gidermeyi planlıyoruz. Üst yazıyı da düzeltmek için elimizden geleni yapacağız tabii.
Yeni gösterimlerde, oyunu görenler ve görmeyenler, hepinizi bekleriz. Böylesine tarihi bir oyuna tanıklık etmek herkese nasip olmaz. Sizler, genç, yaşlı hepiniz, torunlarınıza "Ben KULA oyununu görmüştüm" diyebileceksiniz. Bizler de sevgili Münir Özkul gibi, "Perdeee!" diyebileceğiz.