İlk Yağlıboya Animasyon

Van Gogh’un son iki yılına odaklanan ‘LOVING VINCENT’ animasyon sinemasında bir zirve

Viktor APALAÇİ Sanat
17 Ocak 2018 Çarşamba

 

Konusu, geçen ay ziyaret ettiğim Auvers - Sur - Oise’de geçen film, resim sanatının en gizemli, en saygın figürlerinden Vincent Van Gogh’un intiharından önceki iki yılını anlatıyor. Gerçek oyuncularla çekilen, yağlıboya tablolarla göz alıcı bir teknikle animasyon haline getirilen film, türünde bir kilometre taşı oluşturuyor. İngiliz Hugh Welchman ile Polonyalı Dorota Kobiela, filmi 125 ressamın yaptığı, Van Gogh stilinde 65 bin kare yağlıboya tablonun birleştirilmesiyle gerçekleştirdi. Bu özgün ve sıra dışı film, teknolojinin ulaştığı zirvenin, sinema sanatının hizmetinde olduğunu kanıtlayan bir ustalık göstergesi… Film, ressamın hayatının son haftalarında neler oldu, hangi ani olayları yaşadı, intihara olan meylinin temelinde neler olabileceği sorularına cevap arıyor.

 

Geçen ay, Paris’e bir saat mesafedeki Auvers – Sur – Oise’ı, Van Gogh’un son yıllarını geçirdiği yeri görmek için ziyaret etmiştim. Taksi şoförünün beni önünde bıraktığı turist enformasyon binasında, bu kasabada yaşayan ressamların yol haritası hakkında bilgilendirildim.

Vizyona giren, Polonya-İngiltere ortak yapımı animasyon filmi ‘Loving Vincent’in konusu Auvers-Sur-Oise’de geçiyor.

Vincent Van Gogh gibi post-empresyonist ressamlar Paul Gaugin ve Paul Cézanne, Barbizon ekolünden Charles François Daubigny, köylü sınıfına dair tablolarıyla tanınan Jean-François Millet, Auvers’in büyüleyici coğrafyasından etkilenip, hayatlarının bir bölümünü burada geçirmişler.

Auvers’deki ziyaretim yağmurlu bir güne rastladığı için, sanatçıya ilham veren buğday tarlalarını, tabanca ile intihar ettiği tarlayı göremedim. Yaşadığı evi, ünlü tablolarından birinde yer alan Auvers Kilisesini ve müzeyi ziyaret ettim.

Resim sanatının en gizemli, en saygın figürlerinden Vincent Van Gogh’a (1853-1890) odaklanan ‘Loving Vincent’, özel ve özgün bir sanat güzellemesi. Aynı zamanda sinemanın ilk yağlıboya animasyonu olma özelliğini taşıyor.

İngiliz Hugh Welchman (42) ile Polonyalı Doroda Kobiela’nın senaryosunu yazıp yönettikleri, gerçek oyuncularla çekilen performansların, yağlı boya tablolarla göz alıcı bir teknikle animasyon haline getirilen bu film, animasyon sinemasında bir kilometre taşı oluyor.

Film, 5 bin ressam arasında seçilen, (60’ı Polonyalı) 125 ressamın tek tek yaptığı, Van Gogh sitilinde 65 bin kare yağlı boya tablonun birleştirilmesiyle gerçekleşti.

Bu film, teknolojinin ulaştığı, zirvenin sinema sanatının hizmetinde olduğunu kanıtlayan bir ustalık göstergesi.

‘Loving Vincent’ Hollandalı ressamın Auvers’den ilham alarak yarattığı ünlü tablolarını bir araya getirerek anlatan, sanatının en verimli son iki yılını özetleyen, özgün ve sıra dışı bir animasyon.

BÜYÜLÜ, HÜZÜNLÜ, DRAMATİK YOLCULUK

Film, canlandırma sinemasında bir devrim olarak karşılanan, Robert Zemeckis’in 2004 tarihli ‘Kutup Ekspresi/The Polar Express’ filmindeki ‘performansı yakalama’ tekniğini tekrarlıyor.

Van Gogh’un Auvers’deki günlük hayatındaki tanıklıklar ve geri dönüşlerde, Welchman – Kobiela ikilisi siyah – beyaz tabloları kullanmayı tercih etmişler.

Clint Mansell’in nefis notaları ve müzik partisyonu, bu dramatik, büyülü ve hüzünlü yolculuğa eşlik ediyor.

Film, Van Gogh’un başına neler gelebileceğine dair gerçek bir kriminal araştırmanın öyküsü. Film, ressamın hayatının son haftalarında neler oldu, hangi ani olayları yaşadı, intihara olan meylinin temelinde neler olabileceği sorularına cevap arıyor.

Filmin konusu Van Gogh’un ölümünden bir yıl sonra Auvers’de geçer. Emektar postacı Joseph Roulin (Chris O’Dowd), Van Gogh’un (Robert Gulaczyk) kardeşi Theo’ya gönderdiği, ancak bir türlü yerine ulaşamayan mektubu elden vermesi için oğlu Armand’ı (Douglas Booth) Auvers’e gönderir.

Armand gönülsüzce gittiği kasabada Theo’nun Paris’te frengiden öldüğünü öğrenir. Mektubu Van Gogh’un doktoru ve dostu Dr. Gachet’ye (Jerome Flynn) vermesi gerekmektedir.

Doktorla görüşebileceği anı beklerken kasaba halkından birçok kişiyle tanışan Armand, ressamın esin kaynaklarına ve ölümüne giden sürece dair çok şey öğrenir.

Dr. Gachet’nin güzel kızı Margaret’in (Saoirse Ronan) anlattıkları Armand’ın aklını daha çok karıştırır. İzini sürdüğü kasaba sakinleri, Van Gogh’un ölümsüz tablolarına esin kaynağı olmuş, hatta modellik yapmış kişilerdir.

Konuştuğu bu kişilerin çelişkili ifadeleri Armand’a sanatçının öldürülmüş olduğu kuşkusunu getirir.

Armand, sanatçının sorunlu yaşantısının resimlerine ilham kaynağı olduğunu fark eder. Van Gogh’un ruhuna ve yaşamına girerken büyülenmeye başlar.

Film, özetle inatçı bir araştırmacının ressamın gerçek ölüm nedenini ve hayatının son bölümünün gizemini çözme çabalarına odaklanıyor.

 

YAPTIĞI 800 TABLONUN SADECE BİRİNİ SATABİLMİŞ

Armand Roulin adlı bu alkolik genç, kurmaca bir karakter olarak senaryoya eklenmiş. D. Kobela ve H. Welchman imzalı senaryo, ressamın son yıllarını polisiye tarzda işlemeyi tercih etmesiyle, hiç beklemediğimiz bir heyecan duygusu yaratmayı ve filmin finalini sabırsızlıkla beklememize yol açıyor.

Açılış sekansında ressamın ünlü tablolarından Yıldızlı Gece, Sarı Ev ve Kafe Terasta Gece adını verdiği eserlerini görüyoruz. Ardından, Auvers’de tanıştığı Marguerite Gachet’yi piyano çalarken gösteren, onun kendisini tedavi eden babası Doktor Paul Gachet’in portresini izliyoruz.

Film, Van Gogh’un çizdiği Auvers’deki çiftlik evleri, buğday tarlalarındaki selvi ağaçları, buğday tarlaları üzerinde uçan kargalar, buğday hasadına yaslanıp dinlenen köylüleri gösteren ‘La Meridienne ou La Sieste’ ve ünlü Auvers Kilisesi tablosuyla, sanki sanatçının yörede geçirdiği son iki yılını özetliyor.

Film animasyon sanatçısı İngiliz Hugh Welchman ile Polonyalı ressam Dokoda Kobiela’nın 10 yıllık ortak projeleri. Uzun yıllar animasyon üzerine çalışan, görsel efekt uzmanı Welchman, 2008’de ‘Peter and the Wolf’ la Kısa Film Oscar’ı ve ‘The Most Beautiful Man in the World’ ile Kısa Film Bafta Ödülü’nü kazanmış. ‘Loving Vincent’ ilk uzun metrajlı filmi.

 

GİZEMLİ DAHİ VAN GOGH

Sinema, resim sanatının en mutsuz, en gizemli, en sorunlu figürü, Hollandalı izlenimci ressam Vincent Van Gogh’a odaklanan birçok biyografik filmi perdeye taşıdı.

Bunların en ünlüsü Vincente Minelli’nin ‘Ölmeyen İnsanlar / Lust For Life’ıdır (1956). Film Van Gogh’un canlandıran Kirk Douglas’ı şöhrete ulaştırırken, parsayı toplayan, En İyi Yardımcı Aktör Oscar Ödülü’nü kazanan Anthony Quinn olmuştu.

‘Şeytanın Güneşi Altında’ (1987) ile Cannes Festivali tarihinin en çok yuhalanan Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan Fransız Maurice Pialat’ın ‘Van Gogh’unda (1991) ressamı, şarkıcı aktör Jacques Dutronc canlandırmıştı.

Ünlü yönetmen Robert Altman’ın ‘Vincent and Theo’sunda (1990) Van Gogh’u Tim Roth oynamıştı. Avustralyalı Michael Rubbo’nun ‘Vincent and Me’sinde (1990), Sefarad bir baba ile Rum bir annenin oğlu olarak İstanbul’da doğan Tchecky Karyo, Van Gogh’u canlandırmıştı.

Yukarıdaki zincire son halka olarak katılan Welchman Kobiela’nın animasyonu ‘Loving Vincent’ta, modern sanatın kurucularından biri olarak kabul edilen Hollandalı ressamın enteresan kişiliğini izlemek keyifli bir deneyimdi.

Üstelik bunu ressamın hayatının sancılı bir döneminde yaptığı tabloları aracılığıyla beyazperdede aktarma fikri özgün ve verimli bir buluştu.

Dahilikle delilik arasında gidip gelen, eserlerinin önemi yaşamı esnasında anlaşılmadığı için, 37 yıllık kısa hayatını yoksulluk içinde geçiren Van Gogh, resim sanatının belki de en talihsiz figürüydü.

Yaptığı 800 tablodan sadece birini satabilmiş ressamın hayatında tek dayanağı kardeşi Theo idi.

Arles’da yaşadığı bir tartışma sonrası kulağını kesip, onu bir mendil içinde bir hayat kadınına veren Van Gogh, baş edemediği psikolojik problemleri sebebiyle uzun süre akıl hastanesinde tedavi görmüştü.

Hastane çıkışı onun tedavisini üstlenen Dr. Gachet’in portresini yapmıştı.

37 yaşında Auvers Sur Oise’in bir tarlasında kendisini tabanca ile vurarak, yoksullukla geçen yaşamına son veren bir dahi, kullandığı teknikle modern sanatın kurucuları arasında yer alan bir öncüydü.