DOT bu tiyatro mevsiminde Edinburgh Festivalinden iki oyun sahneliyor.
Birincisi Zinnie Harris’in en son oyunu ‘Şafakta Buluş Benimle’. Harris 3 Şubat saat 17.00’de Ebru Nihan Celkan’ın hazırladığı ‘Kadınlarla Yeni Bir Dünya Yazmak’ panel serisinin ilkine katılmak üzere İstanbul’da olacak ve aynı gece oyunu seyircilerle birlikte izleyecek.
İkincisi Alexandra Wood’un 2015’te Edinbugh Fringe’de prömiyer yapan ‘İnsan Kulağı.’
Bir de Edinburgh Lyceum Theatre’da 23 Mart – 7 Nisan tarihleri arasında, Murat Daltaban’ın sahneye koyduğu Eugène İonesco’nun, Zinnie Harris tarafından Edinburgh için yeniden yazılan, DOT, Lyceum Theatre ve Edinburgh International Festival ortak yapımı ‘Rhinocéros / Gergedan’ var.
Zinnie Harris’in son eseri ‘Meet Me At Dawn / Şafakta Buluş Benimle’
“Yas diye çok tuhaf bir yer var, oranın kuralları bambaşka.”
Zinnie Harris, 1972’de Oxford’da doğmuş ödüllü bir İngiliz yazarı. Yıllardır İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da yaşayan Harris’in, adlarını mevsimsel dönemlerden alan, ‘Savaş Oyunları’ üçlemesinin ikinci oyunu ‘Midwinter’ın olağanüstü sahnelenmesinin ardından DOT ile çok verimli bir işbirliği olmuş. Midwinter’ı izlemek için İstanbul’a geldiğinde tanıştığım Harris, Murat Daltaban’ın dâhiyane sahnelemesini nefes kesici bulduğunu, yeni oyunu ‘Nefesinizi Nasıl Tutarsınız’ı da onun sahnelemesini istediğini söylemişti.
Ciddi olduğu, sadece geçen yıl İstanbul’daki en iyi oyunlardan biri olan Nefesinizi Nasıl Tutarsınız’la değil, geçen yaz Edinburgh festivalindeki iki oyununda Daltaban’la çalışmaya devam ederek ispatladı. Birincisi 70.yılını kutlayan Edinburgh Festivali’nin tarihinde ilk kez geçen yaz ayrıcalıklı Ana Bölüme davet edilen bir Türk yönetmenin, Murat Daltaban’ın sahneye koyduğu, Eugène İonesco’nun, Zinnie Harris tarafından Edinburgh için yeniden yazılan ‘Rhinocéros / Gergedan’ı oldu. İkincisiyse yine geçen yaz Edinburgh Festivali’nde dünya prömiyeri yapan son oyunu ‘Meet Me At Dawn.’ Oyun DOT’da Murat Daltaban’ın yönetmenliğinde ‘Şafakta Buluş Benimle’ adıyla sahneleniyor.
Harris, distopik bir gelecekte geçermiş gibi görünse de günümüzde Balkanlar’da, Afrika’da ya da Ortadoğu’da süregelmekte olan iç savaşların simgesi olarak tasarladığı ‘Savaş Oyunları’ üçlemesinin ardından, ‘Nefesinizi Nasıl Tutarsınız’da, kapitalizmin ve çağcıl dünyanın çöküşüne yine fantastik gerçekçi bir dille eğiliyordu.
Bu kez tonlaması yine fantastik gerçekçi ama çok daha mahrem, çok daha kişisel, çok daha dokunaklı bir öykü anlatıyor. Beckett’imsi bir anlamsızlıkla başlayan Şafakta Buluş Benimle, gerçekler açığa çıktıkça, kimi zaman duygusal, kimi zaman eğlenceli bir tonlamayla sevdiğini kaybetmenin kasvetli acısına, yoksunluğun yarattığı kızgınlığa, kabullenmemeye, vazgeçememeye odaklanıyor.
İki sevgili, Robyn ve Helen bir tekne kazasının ardından kendilerini ana karadan kopmuş bir kum adasında bulurlar. İlk soru “İyi misin?dir. İyidirler ve hayatta kalmanın coşkusunu yaşamaktadırlar. Ancak, zaman geçtikçe iki genç kadın üzerinde bulundukları kum adasının göründüğü gibi bir yer olmadığını keşfedecek, Helen nerede olduklarını, nasıl kurtulacaklarını sorgularken Robyn, yakasını bırakmayan ürkünç ve farklı gerçekliğe uyanmaya başlayacaktır. Hüzün ve kederin hâkim olduğu bu ada, tüm davranış ve düşünme kurallarının alt üst olduğu gerçeküstü bir mekândır ve iki kadın, kusurları, kızgınlıkları, kırgınlıkları ve özlem dolu çok büyük aşklarıyla düşsel bir kavuşma yaşamaktadırlar...
Bu noktadan sonrasını anlatmak bu nefis öykünün tadını kaçıracağından biz sahnelenmeye odaklanalım. Dramaturjisini Ebru Nihan Celkan’ın yapmış olduğu oyunu, artık Harris’in resmi çevirmeni olarak gördüğümüz Erdem Avşar’ın akıcı Türkçesinden izliyoruz. Dekor tasarımını da üstlenen Murat Daltaban, işe öncelikle benzersiz bir düşsel mekân yaratarak girişmiş. Siyah ayna gibi parlak zemini, verevine fon panosu üzerindeki projeksiyonları, neredeyse şeffaf bir masa ve iskemleden oluşan iki ayrıksı mobilya elemanıyla, zamanın ve yaşamın dışında bir ortam yaratmış. Cem Yılmazer’in ışık tasarımıyla Oğuz Kaplangı’nın müziği mekânı daha da soyutlaştırıyor.
Kadın elinden çıkma, dramaturgu ve iki karakteri kadın olan bu şiirsel kadın hikâyesini, Murat Daltaban, müthiş bir zarafet ve duyarlılıkla, dantel işler gibi sahneye koyuyor.
Esra Ruşan ve Berfu Öngören, yaşananların geçmişte kaldığı, bu 85 dakikalık diyalogu, heyecanla izlenen, kimi zaman, gözlerimiz dolarak, kimi zaman da gülümseyerek seyrettiğimiz, müthiş tempolu bir oyuna dönüştürüyorlar. İkisi de birbirinden iyiler.
Hem aklın hem gönlün gözü ve kulağıyla izlenen, yılın en güzel oyunlarından biri. 1, 2 ve 3 Şubat 21.00’de ve mart ayı başlarından itibaren DOT’da.
Alexandra Wood’un ‘The Human Ear / İnsan Kulağı’
Haber vermemi istediğiniz başka biri var mı?
İngiliz yazar Alexandra Wood’un yaklaşık bir saat süren oyunu ‘The Human Ear / İnsan Kulağı’, bir aile dramı olarak başlayan, yas ve yoksunlukla bağlantılı bir hayalet hikâyesine evrilen, finaliyle de gerçekçi öyküye dönüşen yarıksı ve ilginç bir çalışma.
Babaları Körfez Savaşı sırasında Kuveyt’te öldüğünde yeniyetme oğul Jason protesto amacıyla bir camiye kesilmiş domuz kafası bırakınca ablası Lucy onu evden kovmuştur. Aradan 10 yıl geçmiş, Lucy ile annesi Jason’dan hiç haber almamıştır. On yıl sonra Jason, annesi bir otobüste vahşice öldürüldüğünden beri evde yalnız yaşayan Lucy’nin kapısını çalar. Lucy’nin, annesinin öldüğünü haber vermek için geldiğinde tanışmış olduğu polis erkek arkadaşı Ed, kızın evine ve yaşamına rahatça soktuğu genç adamın Jason olmadığından emindir, bunu ispatlamak için en beklenmedik yollara bile başvurmaya hazırdır…
Alexandra Wood, üç kişi arasında geçen, kesinliklerin çökmeye parçalanmaya başladığı, dış görünüşlerin yanıltıcı olduğu bir dünyada kime güvenebileceğimiz, hatta kendimize bile ne kadar güvenebileceğimiz sorunsalını ele alan çapraşık, tuzaklı ve büyüleyici öyküsünü, zamanlama ile oynayarak, kronolojiyi kırarak, cümlelerin, hatta sözcüklerin arasına bölük pörçük anı parçacıkları sokuşturarak anlatıyor.
Kişisel olarak parlak ve zeki bir başlangıçta sonra giderek yükselen temposuna karşın, Wood’un finaldeki çözümlemesini biraz kolaycı buldum. Beraber izlediğim arkadaşlardan bazılarıysa bu yorumuma katılmadılar. Tabiî ki son karar sizin.
Metinle ilgili böyle bir ikilemim olsa da sahnelemeyi çok parlak buldum. Oyunu yöneten ve dekor tasarımını üstlenen Murat Daltaban, oyun alanını izleyicilerin ortasına alarak daha da iç içe bir izleyici-yorumcu ilişkisi yaratıyor. Seyircisinin hayal gücüne her dem güvenen Daltaban, Lucy’nin “yalnızlığıyla tıka basa doldurduğı evi” döşemesi ve tavanı ham suntalam platformlardan oluşmuş, mobilyasız, bomboş soyut bir mekân olarak oluşturuyor. Aksesuar olarak sadece iki anahtar, minicik bir sallanır koltuk maketi ve de bir ‘insan kulağı’ var. Tabii ki bu durumda oyunun yükü çok ustaca yönettiği iki mükemmel oyuncusunda.
Esin Alpogan, kardeşi olduğunu söyleyen genç adama körü körüne inanan, belki de yalnızlık canına tak ettiğinden, umutsuzca, ne pahasına olursa olsun onun Jason olduğunu kabul etmek ona güvenmek ihtiyacında olan Lucy’nin ikilemini büyük başarıyla aktarıyor. İnkâr edilemez gerçekleri kabullenemeyişiyle çok da dokunaklı.
Wood’un metni, Jason olan ya da olamayan genç adamla Ed’i aynı oyuncuya yorumlatıyor. Bir süredir tiyatrodan uzak kalmış olan Serhat Teoman bu etkileyici dönüşünde, bir karakterden ötekine, bazen aynı cümleyi söylerken bile incelikli ayrıntılarla ustaca geçiyor. Zor ikili performansının tek desteği Doğu Yaşar Akal’ın Jason ve Ed’i farklı renk ve tonlamayla aydınlatan dört dörtlük ışık tasarımı.
Zekice kotarılmış bir metin, çok başarılı bir sahneleme, çok da düzeyli oyunculuklar.
Mutlaka izlenmeli. 7, 8, 9, 10, 15, 16, 17, 22, 23, 28 Şubat ve 1, 2 Mart DOT’da.
Hepinize iyi seyirler dilerim.