Paris Bohemya’sında sıra dışı bir ruh: Amedeo Modigliani

Perspektif
7 Şubat 2018 Çarşamba

 

Deniz Saygı

 

Amedeo Modigliani, 12 Temmuz 1884’te İtalya’nın Livorno kentinde doğdu. Modigliani’nin çocukluğunu geçirdiği Livorno, bir ticaret şehri olmasına karşın özellikle 19. yüzyıl ile birlikte Avrupa’da artan antisemitizm nedeniyle dışlanan Yahudiler için de bir nevi sığınak konumundaydı. Amedeo’nun babası Flaminio, Sefarad Yahudi asıllı banker bir aileye mensuptu. Annesi Eugénie ise Yahudi asıllı bir Fransız idi.

Modigliani, çocukluğundan itibaren ağır hastalıklarla boğuşması nedeniyle, eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Okuldan uzak kaldığı bu dönemde annesinin de teşvikiyle felsefe, şiir ve sanat tarihine yönelen Amedeo, 1899’da ressam Guglielmo Micheli’nin sanat okuluna kaydoldu ve buradaki resim kurslarına 1900’e kadar devam etti. Sanat çalışmalarına Rönesans’ın doğduğu yerde, İtalya’da başlaması onun ilk eserlerinde Rönesans sanatçılarından etkilenmesine sebep oldu. Buna ek olarak, Fransız ressam Henri de Toulouse – Lautrec ve İtalyan Ressam Giovanni Boldini de Modigliani’nin ilk dönem eserlerini etkiledi.

1901 yılında ilk önce Floransa’ya ardından da Venedik’e taşınan Amedeo, burada bulunan Accademia di Belle Arti di Venezia’ya kaydoldu. Eğitiminin ardından Montmarte, Paris’e yerleşen Modigliani, bir stüdyo kiralayıp kariyerini Paris Bohemyası’nda devam ettirdi. Dreyfus Davası ile birlikte Fransa’da artan antisemitizm onun sanat hayatında derin izler bıraktı. Bu dönemde Pablo Picasso, Maurice Utrillo, Jean Cocteau ve Chaim Soutine gibi ressamlarla tanıştı.

1908’de tamamladığı eseri ‘The Jewish Woman’da (Yahudi Kadın), dönemin Paris’inde özellikle Picasso ile ünlenen, Kübizm akımının etkileri görülmekte.

Modigliani’nin aşkları

1911’e gelindiğinde Modigliani, Ukraynalı şair Anna Akhmatova ile tanışır. Anna evli olmasına rağmen ilişkilerini sürdürürler. Bu aşk Modigliani’nin tablolarına da yansır; Akhmatova, ilişkileri boyunca Modigliani’nin modelliğini yaptı. Bunun yanında 1914 yılında tanıştığı ve 1916 yılına kadar fırtınalı bir aşk yaşadığı İngiliz şair ve yazar Beatrice Hastings’in de 1915 yılında tablosunu yapmıştı.

1917 yılında Polonya Yahudi’si arkadaşı şair ve sanat simsarı olan Léopold Zborowski’nin evinde tanıştığı sanatçı Jeanne Hébuterne, Amedeo’nun son aşkı oldu. Jeanne, Modigliani’nin “Ruhunu görebildiğimde gözlerini çizeceğim…” dediği kadındır. Hébuterne’in ailesi koyu Katolik olduğu için Amedeo’nun Yahudi olmasından dolayı ikilinin arasındaki ilişkiye karşı çıkmıştı. Tüm olumsuz koşullara ve dışlanmaya karşın Amedeo ve Jeanne birlikteliklerine devam ettiler.

Modigliani’nin, Zborowski’nin teşviki ve yardımıyla Paris’te bulunan Berthe Weill Galerisi’nde 1917’de açtığı ilk resim sergisi, nü tabloların polis tarafından müstehcen bulunması sebebiyle toplatılmıştı.

“Hayatım umurumda bile değil”

1918’de kızı Jeanne Modigliani doğdu. Bu dönemde Paris Bohemya’sının uzun süredir ağır yaşamına adapte olmasının bir sonucu olarak çocukluğundan itibaren boğuştuğu sağlık sorunları, tekrar gün yüzüne çıktı. Modigliani’nin sağlık sorunlarıyla uğraştığı bu dönemde de Soutine, Utrillo ve Diego Rivera gibi büyük sanatçıların katıldığı büyük ödüllü resim yarışması yapılacaktı. Bohemya’nın en önemli iki rakip sanatçısı Amedeo Modigliani ve Pablo Picasso’nun ise yarışmaya dâhil olup olmayacakları merak edilirken Modigliani, maddi sıkıntılarla boğuşmasından dolayı hayatı boyunca ilk kez, kazanana ödül verilen bu yarışmaya katılmaya karar vermişti. Son anda Picasso da yarışmaya katıldı. Modigliani, yarışma için, o sırada hamile olan Jeanne’ı resmetmeye başlar. Ancak bu sefer Jeanne’ı gözleriyle birlikte resmeder, “çünkü artık onun ruhunu görmüştür.” Picasso ise – büyük bir ironi örneği göstererek - Modigliani’nin resmini yapar. 1920 yılının yılbaşı gecesinden sonra hastalanan Amedeo’ya ileri derecede tüberküloz menenjit olduğu tanısı konmuştur ve 24 Ocak 1920’de, ödüllerin açıklandığı gün yarışmanın kazananı olduğunu öğrenemeden hayata veda eden Modigliani, Paris’te birçok sanat çevresinin katıldığı büyük bir törenle toprağa verilir. Modigliani’nin ölümünden kısa bir süre sonra dokuz aylık hamile eşi Jeanne Hebuterne, ailesinin evinin beşinci katından atlayarak intihar eder. Jeanne’ın Modigliani’ye karşı büyük bir öfke ve kin besleyen ailesi, ancak 1930 yılında Jeanne’in mezarının Amedeo’nun yanına taşınmasına izin verir.

Aralarındaki ilişki, çekişmeli ve rekabet dolu olsa da Modigliani ve Picasso birbirlerine karşı büyük bir saygı ve sevgi duyduklarını dile getirmişlerdi. Picasso, Modigliani için “Bir Tanrı!” derken Modigliani kendini; “Aradığım gerçek değil, gerçeküstü de değil sadece bilinçaltı. Beni sadece insan ilgilendiriyor çünkü yüzü doğadaki en ulvi şey” sözleriyle tanımlamıştı.

Günümüzde, Paris Bohemya’sı farklı etnisitelere mensup olan birçok entelektüel için döneminin en zengin ve en verimli çevresi olarak kabul edilmekte. Paris rüyasında kaybolanların küçük bir ilham kırıntısı dahi büyük sanat akımlarının doğmasına sebep olmuştur. Peki, bu ‘unique’ insanlar kendi hayaletlerinden mi kaçıyorlardı yoksa Modigliani’nin de dediği gibi: “Kısacası hayatım umurumda bile değil” sözünde mi saklı her şey?