• Polonya, (asıl niyeti bu olsa da) Soykırım’ı reddediyor değil. Sadece Soykırım’da Nazilerin suç ortağı gibi görülmek/gösterilmek istemiyor. Ama bunda da pek haklı değil.Çünkü Polonya hükümeti, geçmişte yaşananları “ülkemiz işgal altındaydı” bahanesine sığınarak yok sayamaz, sorumluluğu üstünden atamaz. Aynı tutumu Almanya da alabilir, “geçmişin Nazi uygulamaları bizi bağlamaz” diyebilirdi pekala. Bugünkü Polonyalı kuşağın da, Polonya siyasi mekanizmasının da Soykırım’da payı/suçu olmayabilir. Ancak Polonya hükümeti, tarihindeki bu korkunç insanlık suçundan, siyasi olarak değilse bile, “tarihi/ahlaki” olarak sorumludur. MUSTAFA K. ERDEMOL - BİRGÜN
Polonya hükümeti, ülke (ulus) olarak haksız yere suçlandıklarını, soykırımın yapıldığı yıllarda ülkelerinin Nazi işgali altında olduğunu, dolayısıyla kamplardan “Polonya ölüm kampları” olarak söz edilmemesini, soykırımının da ortağı olmadıklarını iddia ediyor. İlk bakışta haklı gibi görünen açıklamalar bunlar ama ikna edici değil. Polonya, AB ülkeleri içinde en tutucu ülkelerden biri. Çok ama çok köklü antisemit bir tarihi de var. Bir ara AB Anayasası’nın Hıristiyanlığı temel alması gerektiğini de isteyip durmuştu. Söz konusu yasayı geçiren iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) aşırı sağ eğilimli, muhafazakâr Katolik bir parti. Antisemit bir damarı olduğu da bilinmiyor değil. Adı geçen yasayı ileri sürdüğü gerekçelerle çıkarmış oluşu bu nedenle inandırıcı bulunmuyor.
Yasayı savunanlar yanılıyorlar. Elbette tarihlerini onlardan daha iyi bilecek değiliz. Ama “milliyetçi refleks” saklama/örtme konusunda beceriklidir. Nazi işgali başladığında Yahudilere karşı katliamlara katılan binlerce Polonya vatandaşının olduğu bir gerçektir. Jedwabne katliamında yüzlerce Yahudi, Polonyalı sıradan vatandaşlarca katledildi, Kielce’de de Polonyalılar kapı komşuları Yahudileri öldürdüler. Bu bilgiler Polonyalı komünistler tarafından yazılmış kitaplarda ayrıntılarıyla anlatılır. Tabii ki tüm Polonyalılar Soykırım’dan sorumlu tutulamaz. Yahudileri uğradıkları felaketten kurtarmak için yaşamlarını tehlikeye atan binlerce Polonyalı da var.
İsrail bu noktada Polonya hükümetine tepki göstermekte tamamen haklı ama her zamanki gibi meseleyi “soykırımın reddi” gibi ele alıyor. Polonya, (asıl niyeti bu olsa da) Soykırım’ı reddediyor değil. Sadece Soykırım’da Nazilerin suç ortağı gibi görülmek/gösterilmek istemiyor. Ama bunda da pek haklı değil.
Çünkü Polonya hükümeti, geçmişte yaşananları “ülkemiz işgal altındaydı” bahanesine sığınarak yok sayamaz, sorumluluğu üstünden atamaz. Aynı tutumu Almanya da alabilir, “geçmişin Nazi uygulamaları bizi bağlamaz” diyebilirdi pekala. Bugünkü Polonyalı kuşağın da, Polonya siyasi mekanizmasının da Soykırım’da payı/suçu olmayabilir. Ancak Polonya hükümeti, tarihindeki bu korkunç insanlık suçundan, siyasi olarak değilse bile, “tarihi/ahlaki” olarak sorumludur.
Üstlenerek, kabul ederek bir suçun yükünü (elbette vicdani ağırlığını) üzerinden atabilir, uluslararası yaptırım tehlikesini bertaraf da edebilir bir hükümet. Polonya hükümeti bunu yapsa, şimdi yaptığından daha doğru bir tutum almış olurdu. “Ben yapmadım, o yaptı” tutumu siyasi olarak bir yere oturur ama ahlaki olarak bir yere kondurmak zordur. Yahudi katliamına, katline karışan Polonyalılar adına (bir avuç da olsalar, ki bir avuç değildiler), onların suçunu “ahlaki/tarihi” olarak kabullenmek kaybettiğini sandığından daha çok şey kazandırırdı Polonya’ya.
MUSTAFA K. ERDEMOL
https://www.birgun.net/haber-detay/polonya-nin-yaptigi-yanlis-203797.html
Karakoldaki polisler hiçbir şey anlamaz. Dedemi ve Yahudi adamı alıp nezarete atarlar. Dedemi nezaretten çıkarılması için o dönemin önde gelen bir ismi devreye girer. Dedemi nezaretten çıkarırlar Yahudi de İstanbul'a yollanır.
1948 yılında ilan edilen İsrail devletinden sonra. Suriye'den Yemen'e, Mısır'dan Fas'a Arap ülkelerinde yaşayan Yahudiler hem Araplardan korktukları için hem de ilan edilen devlete ulaşmak için büyük göç hareketleri başlatırlar.
Muhtemelen Halep Yahudileri de İsrail'i ilk tanıyan ülkelerden biri olduğu için Türkiye'yi transit ülke olarak kullandılar. Dedemin de kısa süre misafir ettiği Yahudi de muhtemelen Halep Yahudisi idi.
Dedemin misafir ettiği Yahudi yıllar sonra dedeme teşekkür içerikli bir kartpostal yollar. Heyecanla hikayeyi anlatan babama "kartpostal nerede" diye sordum. Babam burun kıvırıp "nereden bileyim oğlum dedi". Burada paylaşmak isterdim ama maalesef kartpostal yok.
Ancak 20. yy’da yaşanabilecek bir hikayenin bizim aile ve köy tarihimize yansımış kısmını okudunuz. Tarih sadece ‘’büyük insanlar’’a ait bir alan değil, özellikle son günlerde gündem olan e-devletten alt ve üst soy öğrenme merakından da anlaşılabileceği gibi, ‘’küçük insanlar’’ın da kahraman olabilecekleri bir alandır.
Mehmet Algan
http://ankaragazetesi.com/default.asp?page=yazar&yaziid=1574
İsrail, Suriye iç savaşıyla birlikte değişen güvenlik eko sistemine cevap verebilmek için bütüncül bir strateji izlemeye başladı. Yeni ortam, “savaşlar arasında İsrail’in savaşı” olarak tanımlandı. Her savaş İsrail’in değildi ve İsrail kendi savaşına odaklanacaktı.
Öncelikle sahneye çıkan yeni aktörleri, ilişkileri, eski aktörlerin yeni kapasitesini en ince detayına kadar tespit etmek ve kapasitelerini belirlemek gerekiyordu. Ardından da “mikro cerrahi” yaklaşımıyla, başta Hizbullah olmak üzere örgütlerin kapasite inşasını engellemeyi, yok etmeyi hedef aldı.
İsrail, yeni uydulardan gözetleme İHA’larına, dinleme sistemlerinden insani istihbarata kadar tüm istihbarat kapasitesini gözden geçirdi. Yenilerini inşa etti. Lübnan’dan Suriye’ye, İran’dan Türkiye’ye tüm bölgeyi 7/24 dinlemeye, izlemeye aldı.
Elde ettiği detaylı ve tam zamanlı istihbaratla bölgedeki gelişmelere odaklandı. Özellikle de İran ve Hizbullah’a. İran’ın Afganistan, Pakistan, Irak ve İran’dan Suriye’ye taşıdığı, sayılarının on bin olduğu söylenen Şii militanları izlemeye aldı. Yine, İran’ın Suriye üzerinden Hizbullah’a temin ettiği akıllı mühimmat ve füzelerin Lübnan’a girişini önlemeye yönelik operasyonlarını kesintisiz sürdürdü. Şam Havaalanı’ndaki kargolar dâhil, Hizbullah’ın silah konvoylarını ve depolarını 2013 sonrasında defalarca vurdu. Ancak bu operasyonları asla kamuoyu önünde tartışmadı, gürültüsüz biçimde sürdürdü.
Bu gün Suriye iç savaşının yeni bir evreye girdiği konusunda tereddüt yok. İsrail tam da bu aşamada, kendi güvenliğine dair müdahaleleri sıklaştırma vaktinin geldiğini düşünüyor olsa gerek. Özellikle de İran’ın Suriye’de askeri üs ve liman taleplerinin gündeme gelmesiyle.
Nihat Ali Özcan
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/nihat-ali-ozcan/savaslar-icinde-israil-in-savasi--2608849/
İsrail’in geçen hafta Şam’a yaptığı saldırılar da Suriye sorununun farklılaşan bu yüzünü tasdik eder nitelikteydi. İsrail uçakları daha önce de Şam’ı bombalamıştı. Ancak son saldırıyla birlikte işin renginin biraz değiştiği anlaşıldı. Normalde olay şöyle gelişirdi: Rusya hava savunma sistemlerini devre dışı bırakır, İsrail uçakları da sorunsuz şekilde Şam’da istedikleri yeri bombalar ve sağ salim üslerine dönerlerdi. Çoğu kez saldırının somut bir sebebi olmadığı gibi İsrail konuyla ilgili bir açıklama yapma gereği de duymazdı.
Ancak bu kez olay farklı gelişti. Suriye hava sahasına giren 8 İsrail F-16’sından biri hemen düşürüldü. Üstelik İsrail bu kez yok yere saldırmadı. Saldırılar bir İran İHA’sının İsrail hava sahasına girdikten sonra vurulmasıyla başladı. İsrail ilk kez kendi topraklarında doğrudan İran tehdidini hissetti ve yaptığı misillemenin bedelini de uçağının düşürülmesiyle ödedi. Meseleye bu yönüyle bakınca İsrail gibi tüm reflekslerini korkularına teslim etmiş bir devletin bundan sonra Suriye’de İran’la çok daha büyük bir çatışmaya girme olasılığının hiç olmadığı kadar arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette ki İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları sırasında Katar’daki 10 bin askerinin olduğu hava üssünü alarma geçiren ABD’yi de bu çatışmanın dışında tutamayız.
Özcan Tikit
http://www.haberturk.com/yazarlar/ozcan-tikit/1835397-suriye-savaslari
Cumartesi günü yaşanan çatışmanın taraflara maliyeti “şimdilik” şu:
İran; bir insansız hava aracını ve onun komuta merkezini kaybetti. Ayrıca, Suriye’deki askeri varlığı da bir miktar darbe aldı.
Suriye’nin hava savunma bataryaları ve Şam etrafındaki önemli hava savunma sistemleri vuruldu.
İsrail ise, bir F-16’sını ve daha önemlisi Suriye hava sahasında dokunulmaz (yenilmez) bir şekilde uçabildiği algısını yitirdi.
Yukarıdaki maliyet hesabı İsrail gazetesi Jerusalem Post’un analistlerine ait. İsrail’in İran uzmanları, Cumartesi yaşananların ardından İsrail’in de Suriye’deki savaşın ana oyuncularından biri olabileceğini ve İran’la, onun Suriye’deki varlığı/vekilleri üzerinden kapsamlı bir savaşa (İsrail-İran-Hizbullah) girme olasılığını ciddi ciddi tartışmaya başladılar.
Henüz bunun ne İran ne de İsrail açısından tercih edilen alternatif olmadığını ve Rusya’nın İran’ı Suriye’de İsrail’i tehdit edecek derecede üsler ve askeri varlık edinmekten uzak tutmasını umduklarını da ekliyorlar.
Rusya, Suriye’ye davet üzerine ve Esad’ı korumak, hatta ülke genelinde duruma tekrar hakim olmasını sağlamak için gelmişti. Kuşkusuz, bunun kendisine sağlayacağı askeri ve ekonomik/politik kazanımları da hesap ederek. Bu doğrultuda da epey yol katetti.
İsrail’in hamleleri Rusya’nın Suriye’ye getireceği/getirmekte olduğu “istikrarı” tehdit ediyor. Ancak, o istikrar, Esad rejimi ve Rusya’nın kazancı anlamına geldiğinden ABD’nin tercihi değil.
ABD, hem İsrail’in dahliyle hem de Türkiye-YPG arasındaki çatışmaların sürmesiyle o istikrarı engellemekten yana!
İsrail Ulusal Güvenlik Enstitüsü Başkanı Amos Yadlin’e göre, “İran, Suriye ve Lübnan’da askeri güç inşa etmekte kararlı, İsrail de buna engel olmakta. Şimdi bu iki vektör çatışıyor.”
Rusya’nın başrolü oynadığı diplomasi satrancı o çatışmanın bir yaygın savaşa dönüşmesine engel olamazsa, Suriye geride bıraktığından daha uzun ve şiddetli bir savaşın alanı olabilir.
İsrail’in, Rusya göz yummadan Suriye hava sahasında “dokunulmaz” olarak dolaşması mümkün değil. Rusya, Suriye’de Esad’lı bir “istikrar” ararken, ne İran’ı kaybetmeyi ne de İran’ın çok güçlü bir bölgesel devlet olarak Suriye’de kalmasını istiyor. Eğer Cumartesi günü yaşananların yaygın bir çatışmaya dönüşmesini engelleyecekse, İran’ın Suriye’deki varlığını İsrail’i tehdit etmeyecek bir düzeyde
tutmak, bu düzeyde İran varlığını da İsrail’e kabul ettirmek zorunda.
L. DOĞAN TILIÇ
https://www.birgun.net/haber-detay/suriye-isiniyor-204100.html
Netten okumalar
http://www.yeniduzen.com/yahudi-muhacirler-30-11944yy.htm
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/20190/savunmanin-son-caresi-olarak-gulmek
https://odatv.com/israil-ve-turkiyenin-ortak-dusmanlari-12021848.html
http://www.egetelgraf.com/matmazel-elisa-rachel-felix/
Takılan tweetler
Biliyor Muydunuz @bilio_muydunuz 11 Sub
Daha fazla
Yahudi ırkı bir azim örneğidir. Yahudiler'in Roma İmparatorluğu'na karşı gerçekleştirdiği 3. büyük ayaklanma olan Bar Kohba İsyanında (132-136) 600 bin yahudi öldürülmüştür; kalanlar ise idam ya da sürgün edilmiştir. Yahudilerin Kudüs'e girmesi o gün de yasaklanmıştır.
Yol Yorgunu @Adil_OSMANLI 10 Şub
Daha fazla
Sene 1933 İstanbul Üniversitesine Osmanlı hocaları yerine Yahudi hocalar atandı. #AbdülhamidsizYüzYıl
Yol Yorgunu @Adil_OSMANLI 10 Şub
Daha fazla
Yahudi karşıtı olan seçilmişler ise bir şekilde Yönetimden alındı kimi Öldürüldü Kimi Darbeyle indirildi #AbdülhamidsizYüzYıl
Daha fazla
@ishak5723 @ceydak adlı kullanıcılara yanıt olarak
Toplumun herkesiminde uygun şartlarda açığa çıkacak antisemit hisler var. Eğitimlisi, eğitimsizi hiç farketmiyor, iki bira içse “naziler iyi yaptı abi” diyecek kafa...
Azuth Kanadikirik @Azuth 8 Şub
Daha fazla
D&R niye ırkçı kitaplar öneriyor balım? fahiş fiyata kulaklık falan satıyordunuz siz niye ırkçı oldunuz durduk yere? @DRdunyasi
Murad Çobanoğlu @muradcobanoglu 5 Şub
Daha fazla
Dahiliye Vekili (İçişleri Bakanı Yardımcısı) imzasıyla; "Türk Musevi (Yahudi) gençleri Cuma günü saat ikide meydana toplanmak üzere davet ettiği anlaşılmış" Aynı yerde Hitler rozeti takan "ahmaklar" da mevcutmuş. Bir Yahudi genç, "Hitler rozetini" çıkarmaya çalışmış.