Werner Biermann’ın, Ayşe Sarısayın’ın başarılı çevirisi ile birkaç sene önce, Can Yayınlarından çıkan ‘1939 Yazı’ başlıklı kitabı, Büyük Savaşa giden yolda önemli kilometre taşlarını akıcı bir üslupla ortaya koyarken, sokaktaki insanın, savaşın sıcak soluğunu ensesinde hissettiği dönemdeki çaresizliğine vurgu yapıyor.
Werner Biermann’ın, Ayşe Sarısayın’ın başarılı çevirisi ile birkaç sene önce, Can Yayınlarından çıkan ‘1939 Yazı’ başlıklı kitabı, Büyük Savaşa giden yolda önemli kilometre taşlarını akıcı bir üslupla ortaya koyarken, sokaktaki insanın, savaşın sıcak soluğunu ensesinde hissettiği dönemdeki çaresizliğine vurgu yapıyor. Bu özelliği ile günümüzde olan biteni anlamak adına sık sık referans aldığım bir eser... Aynı sıklıkla da dostlarıma önerdiğim bir başucu kitabı…
Yazarın, 17 Mart tarihine düştüğü not Londra’da düzenlenen bir toplantı ile ilgili: Filistin Mandasının iki hasım unsuru Araplarla Yahudileri bir araya getiren St. James Konferansı, Londra Hükümeti tarafından, Ortadoğu’da yönetimi altında tuttuğu bu toprakların geleceğinin görüşülmesi için organize edilmişti.
Avrupa’da savaş rüzgârlarının sert esmeye başladığı bir ortamda, Mısır – Hindistan yolunda sorun istemeyen Britanya’nın, Filistin Araplarının kendilerine rol model aldıkları Nazi Almanya’sına yaklaşmalarının önüne geçmek için başvurduğu diplomatik girişimin önemli bir adımıdır, St. James Konferansı…
Başarısız olur! Filistin Arapları ve onları destekleyen Arap ülke delegasyonları Yahudilerle aynı ortamda bulunmak istemezler. 1917 Balfur Deklarasyonu ile Filistin’in bir Yahudi ülkesi haline getirildiğini, deklarasyon içeriğinin askıya alınmasını, Manda idaresi topraklarına yapılacak Yahudi göçünün durdurulmasını, buradaki Yahudi yatırımlarının, yerleşimlerinin dondurulmasını talep ederler… Buna karşılık Yahudiler, 9 Kasım 1938 Pogromu ile pimi çekilmiş ırkçılığın kavurucu sıcaklığının kendilerine hazırladıklarını öngörmüşçesine, Filistin’de bir Yahudi devleti talebini yüksek sesle dillendirirler.
Britanya’nın siyasetine yön verenler konferanstan sağlıklı bir netice alamazlar. Gelinen aşamada Arap ve Yahudi talepleri arasında tarafsız bir politika yürütmek mümkün değildir. Bir seçim yapmak gerekir…
17 Mayıs, Çarşamba, Londra1 – “St. James Konferansı iki ay önce başarısızlığa uğradıktan sonra, İngiliz Hükümeti, Filistin’deki gelişmelerin devamına ilişkin planlarını bugün ‘MacDonald Beyaz Kitap’ diye tanımlanan politikasıyla açıklıyor. İngiltere’nin yeni politikası Avrupa’daki Yahudiler üzerinde giderek yoğunlaşan baskıdan çok, Filistin’deki Arap nüfusun artan protestolarından etkilenmekte. Buradaki ana düşünce – yaklaşmakta olan savaş nedeni ile – geleneksel olarak Almanlara daha yakın olan Arapların, İngilizlerle bağını güçlendirmek… İngiliz hükümeti temel düşüncesi olan Filistin’in bölünmesi fikrinden vazgeçmiyor, ancak gelecek beş yıl içinde Filistin’e göç edecek Yahudilerin sayısını yetmiş beş bin ile sınırlamak istiyor. Bunu aşan Yahudi göçleri ancak Arapların onay vermesi ile mümkün olacak.”
Bu hafta, 24 Şubat, Struma Faciasının yıldönümü. Romanya’nın Köstence Limanından Filistin topraklarına gitmek üzere bir umut yolculuğuna çıkan çaresiz insanların, Yahudilerin, çürük bir geminin güvertesinde ölüme gönderilişinin yıldönümü: Almanya’nın geleceğinden koparttığı, Britanya’nın Mayıs 1939 Beyaz Kitabı ile bunu onayladığı, Yahudilerin Holokost süreci içinde karşılaştıkları sayılamayacak nicelikteki olaydan sadece biri bu. Türkiye sınırları içinde olmasından dolayı bizim için de çok özel...
1938 Ağustosundan itibaren Türkiye’deki hükümet çevrelerinde genel kabul gören bir eğilimi hukuksal zemine oturtan 2/9498 numaralı kararname uyarınca “tebaası oldukları devlet arazisinde yaşama ve seyahat bakımından baskılara tabi tutulan Musevilerin, bugünkü dinleri ne olursa olsun, Türkiye’ye girmeleri ve ikametleri yasaktır…”
1939 Mayısında yayınlanacak MacDonald Beyaz Kitabı ile aşağı yukarı aynı ana fikri taşıyan, Nazi ideolojisine ve onun savunucularına meydan okumak şöyle dursun, oluşan yeni düzende, nesnesi Yahudi olacak katliam sürecine sessiz kalan bir siyasi iradenin, Struma’yı Karadeniz’in dibinden çekip alması mümkün olabilir miydi?
Dünya yüzünde istenmemek, yaşadıkları topraklardan koparılmak, acımasız bir yok etme arzusunun hedefi olmak kolay anlamlandırılacak bir durum değildir, şüphesiz. Gelin görün ki, günlük siyasi polemikler içinde, orada, burada, hâlâ St. James Konferanslarına devam ediliyor ve ne yazıktır ki, hâlâ Struma’lar yaşanıyor!