Moses Mendelssohn’un şehre gelişinin 275. yılında Berlin, 1743
Yahudilerin uzun Mezopotamya ve Mısır macerasından sonra Avrupa’ya ne zaman geldikleri tam belli olmamakla beraber Haçlı Seferleri’nden itibaren halkın önyargıları, yerel kralların açgözlülükleri ve Kilise’nin hoşgörüsüzlüğü ile yaşamlarının perişan olduğu biliniyor. Aydınlanma Döneminde süreç değişme ve iyileşme eğilimine girdiğinde ise bir yandan kendi kimliklerini muhafaza ederken diğer yandan Alman kültürüne uyum sağlamaya çalışan insanların oluşturduğu bir Alman Yahudileri dizisi ortaya çıktı. Bu yazı, ileriki yıllarda Avrupa çapında tanınan bir düşünür olacak Moses Mendelssohn Berlin’e gelişinin 275. yılında, o senelerin Alman dünyasını ve Berlin’ini yansıtmayı amaçlıyor.
Avraam Avinu’nun soyundan geldiğine inanılan Yahudilerin uzun bir Mezopotamya ve Mısır macerasından sonra Avrupa’ya ne zaman geldikleri tam belli değildir. Alman coğrafyasına Hıristiyanlığın kuruluşundan çok önce, Romalı lejyonların ardından Ren Bölgesi ve Tuna Nehri kıyılarına gelmiş ve buralarda sonradan Almanlaşan Keltler, Baltıklılar, Slavlardan ve Saksonlar ile Bavyeralılardan önce yaşamış olabilirler. Ren Bölgesinde varlıklarını kanıtlayan en eski belge, günümüzde Vatikan Kütüphanesinde bulunan, İmparator II. Konstantin’in Romalı Köln yargıcına yerel hahamla ilgili talimatlar yazdığı MS 321 tarihli hükümdür.
Batı Avrupa’nın Hıristiyanlaşması esnasında ve sonrasında Yahudilerin durumu hakkında görüşler çeşitli olsa da kesin olan, 11. yüzyılın sonunda başlayan Haçlı Seferleri’nden itibaren halkın önyargıları, yerel kral ve prenslerin açgözlülükleri ve Kilise’nin hoşgörüsüzlüğü ile yaşamlarının perişan edildiğidir. 15. ve 16. yüzyıla gelindiğinde Yahudilerin çoğu paçavracı, rehinci, tefeci, seyyar satıcı ve serseri göçebeler olmuşlardı.
Aydınlanma Döneminde süreç değişme ve iyileşme eğilimine girecektir. Bu dönemde, bir yandan kendi kimliklerini muhafaza ederken diğer yandan Alman kültürüne uyum sağlamaya çalışan insanların oluşturduğu bir Alman Yahudileri dizisi ortaya çıkmıştır. 1930’larda Nazilerin iktidara gelişiyle, Hannah Arendt’in Berlin’i terk etmesinde sembolleşen hazin bir kesintiye uğrayacak bu dizi, bir başka sembol olayla, Moses Mendelssohn’un 1743’te 14 yaşında bir çocukken Prusya Krallığının başkenti Berlin’e gelmesiyle başlar. Bu yazı, ileriki yıllarda Avrupa çapında tanınan bir düşünür olacak o çocuğun Berlin’e gelişinin 275. yılında, o senelerin Alman dünyasını ve Berlin’ini yansıtma çabasıdır.
Dönemin Alman coğrafyası ve Yahudiler
O yılın Alman coğrafyası 1870’te Bismarck’in kuracağı siyasi birliğinden 127 sene geride, sayıları yüzü aşan irili ufaklı krallıklar, dükalıklar, prensliklerden oluşuyordu. Teoride çoğu, Viyana’da oturan ve aynı zamanda Avusturya İmparatorluğunun başı da olan Alman Ulusunun Kutsal Roma İmparatorluğuna bağlıydı ama pratikte hem onunla hem de birbirleriyle savaş halindeydiler. Bunlardan Avusturya, Saksonya, Bavyera ve Prusya Avrupa çapında güçlerdi, Hamburg ve Frankfurt gibileri ise bağımız şehirleri.
Ortaçağ’ın başında Yahudiler Frankfurt ve benzer ticaret şehirlerinin birçoğunda istedikleri gibi yaşamakta özgürdüler. Ancak statüleri sonradan bozulacak ve şehirli köleler düzeyine indirilecekti. 1314’te Kammerknecht, “İmparatorluk Meclisi’nin köleleri” düzeyine düşürüldüler. Bu statü pek bir koruma sağlamasa da bedeli oldukça yüksekti. 12 yaşına basan her Yahudi yüksek bir kelle vergisi ödemeye başlamak zorundaydı. Sahibi (Alman Ulusunun Kutsal Roma İmparatoru) tarafından alınıp satılabilir, rehine konabilir, katledilebilir veya hediye olarak verilebilirdi. Nitekim Bavyera kralı IV. Karl 1349’da bu hakkı kullanmış, iki bin civarında Yahudi’yi 15.200 heller, bugünün parasıyla birkaç milyon dolar karşılığında Frankfurt şehrine satmıştı.
O çağın Yahudilerini resmeden yaygın bir figürü Judensau idi. Sakallı hahamları bir domuzun dışkılarını emerken ve Şeytan’ı da onları izlerken gösteren bu figür katedrallerde, kiliselerde ve halka açık yerlerde sergilenirdi. Örneğin, Goethe 18. yüzyıla denk gelen çocukluk yıllarında bu figürün Frankfurt’ta hâlâ teşhir ediliyor olmasından şoke olduğunu hep hatırlamıştır.
18. yüzyılda Frankfurt, Batı Avrupa’da Yahudilerin belki de en çok ezildiği yerdi. Yahudilerin bu şehre yerleşmeleri muhtemelen 1. yüzyılda, burası Roma İmparatorluğunun ileri bir karakolu iken başladı. 1311’de vatandaşlık sicil kayıtlarında hâlâ ‘eşit’ olarak gösteriliyorlardı. Ancak 1424’te ‘Haç ve İsa’nın düşmanları’ olarak kayıtlardan atıldılar ve gettoya kapatıldılar.
1743’te yaklaşık 3 bin Yahudi, şehrin başka hiçbir yerinde görülmeyen bir sefalet ve izdiham içinde, aslında 300 kişi için düşünülen yere doluşmuştu. 18. yüzyıl sonunda Yahudilerin akşam karanlık bastıktan sonra, pazar ve Hıristiyan bayram günlerinde gettodan çıkmaları hâlâ yasaktı. Şehrin Hıristiyan bölümlerine sadece iş için girebilirlerdi. Burada da iki Yahudi’den fazlasının yan yana yürümesi, ne sebeple olursa olsun baston kullanmaları ve kaldırımda yürümeleri yasaktı.
Berlin’e gelince, tipik bir askeri garnizon şehri olan Berlin Prusya’nın başkentiydi. Nüfusu 100 bin civarındaydı. Bunun 25 bini Prusya askeri, 2 bin kadarı Yahudi’ydi.
Yahudilerin şehirdeki varlıkları oldukça yeniydi. 1669’a kadar Berlin ve çevresine yaklaşmaları yasakken, o yıl Avusturya İmparatoru I. Leopold fanatik bir rahibin etkisiyle Yahudileri Viyana ve Aşağı Avusturya’dan kovunca, onlar da Prusya Kurfürstü I. Friedrich’e başvurarak aralarından birkaçını almasını dilediler. I. Friedrich durgun olan ekonomiyi harekete geçirmek düşüncesiyle en zengin elli Viyanalı Yahudi’yi Berlin’e almayı kabul etti.
Bunlara Schutzjuden (korunan Yahudi) statüsü verildi. Bu statü için her biri krala 2 bin thaler (yaklaşık bugünün 150 bin doları) ödediler ve belli iş kollarını kuracaklarına ve bir sinagog inşa etmeyeceklerine söz verdiler. Baba öldüğünde Schutzjuden statüsü sadece büyük oğula miras kalabiliyordu. Şehirde kalabilmek için diğer oğullarının ayrı ayrı en az 10 bin thaler (yaklaşık 750 bin dolar) sermayeleri olduğunu kanıtlamaları, aksi takdirde şehri terk etmeleri gerekiyordu.
Berlin’in Yahudileri
Berlin, Yahudileri gettolara kapatmadı ama tanınmalarını sağlamak için sarı bir yama takmaları zorunluluğu getirdi. 1710’da kral adam başı 8 bin thaler (yaklaşık 600 bin dolar) karşılığında bu zorunluluğu kaldırdı. Beş sene sonra da bir sinagog inşa etmeleri hakkı sattı ama sinagog binası dikkat çekmeyecek boyda olmalıydı, bu nedenle zeminin yol hizasından 2 metre aşıda tutulması gerekti. 1722’de de evlilik izni için de özel ve tuhaf mali yükümlülükler getirildi.
1669’daki izin beratında Yahudilerin beraberlerinde hizmetçilerini, öğretmenlerini, hahamlarını, mezarcılarını, hayvan kesicilerini ve bakmakla yükümlü oldukları kişileri de getirmelerine izin verildiğinden yıllar içinde nüfusları arttı. 1737’de dönemin kıralı II. Friedrich ‘çekirgeler gibi çoğalmalarından’ çekinerek en zengin 120 ailenin kalmasına, diğerlerinin (yaklaşık 140 aile) dört hafta içinde şehirden atılmasına hükmetti.
Moses Mendelssohn, bütün bunlara rağmen diğer Alman bölgelerine kıyasla daha hoşgörülü olan Berlin’e geldiğinde karşılaştığı manzara şöyleydi: Şehir duvarlarla çevriliydi. Dışarıdan gelen Yahudiler, şehirde birkaç gün kalacak olsalar bile izine tabiydiler ve sanki ticari emtiaymışlar gibi vergilendiriliyorlardı. Şehre tek bir kapıdan, büyükbaş hayvanların alındığı Rosenthalertor’dan girebiliyorlardı. Kapı muhafızının görevi onları sıkıca sorgulamak, kayıtlarını yapmak ve bir an önce ayrılmalarını temin etmekti.
Dönemin Alman coğrafyasında en talihsiz olanlar, Yahudi nüfusunun onda birini oluşturmuş olması muhtemel Betteljuden (dilenci Yahudiler) denilen kesimdi. Hiçbir koruma statüleri olmadığı için çoğu evsiz veya serseriydi. Aileleriyle birlikte kırsal bölgelerde sürüler halinde gezinirlerdi. Bazıları salgın hastalıklardan sonra etrafa dağılan, ya da Haçlılar, Kara Ölüm ve sonraki katliamlar döneminde kovulan Yahudilerin torunları, bazıları ise korunan Yahudilerin doğdukları şehirde oturma izni almaya parası yetmemiş en büyükten sonraki diğer oğullarıydı.
275 yıl önce, Avraam Avinu’nun soydaşı Moses Mendelssohn zayıf, hasta görünümlü, kambur, kekeme ve yoksul bir çocuk olarak Berlin’e geldiğinde genel durum böyleydi. Mendelssohn 20 yıldan kısa bir sürede, kendi kendini yetiştirerek ünlü bir Alman filozofu, dil bilgini, edebi eleştirmen ve ilim adamı, böylelikle Yahudiler ile Almanlar arasındaki sosyal ve kültürel engeller üzerinde köprü kuran ilk insanlardan biri olacak, kendinden sonra bu köprüde ilerleyecek bir Alman Yahudileri dizisinin yolunu açacaktı. Naziler iktidara gelene kadar.
Kaynak: The Pity of It All, Amos Elon