Hande Birsay; genç bir kadın ve yazar bir anne. Hayatıma ‘hihieved’ adlı hesabında paylaştığı fotoğraflar ve ironi dolu yazılarıyla girdi. Derken hemen ilk haftadan çok satanlar listesine giren ‘Emiyor mu? Mükemmel Annelik Beni Teğet Geçti’ adlı kitabıyla kütüphanemde yerini aldı. İmza gününe mi gitsem diye düşünürken daha güzelini yapmaya karar verdim. Karşılıklı oturduk, bol bol güldük.
Annelik, prematüre bebek annesi olmak, evliliğin ve anne baba olmanın getirdikleri, sosyal medya dayatmaları, sanal âlemde bizi kuşatan yapay oluşumlar, hayata dair düşüncelerimiz hakkında uzun uzun konuştuk. Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu olduğunu yeni öğrendim. 2006’dan beri Gazete Habertürk, NTV, Bloomberg HT gibi kanal ve kuruluşlarda yazarlık, editörlük, yapımcılık hatta muhabirlik bile yapmış. Edebiyat, Türk modernleşmesi, geleneksel ve dijital medya alanlarıyla ilgilenen sevgili Hande’nin 2 milyonu aşkın etkileşime ulaşan ‘hihieved’ isimli bir hesabı var. Henüz takip etmiyorsanız, gün içerisinde yeterince gülümseyemiyorsunuz demektir. Benden söylemesi…
Hihieved macerası ne zaman ve nasıl başladı, fitili ilk ne ateşledi hayatında?
Her şey oğlum Kerem’i doğurmamla, daha doğrusu ‘erken’ doğurmamla başladı. Adele Faber’in çok güzel bir sözü var, “Anne olmadan önce mükemmel bir anneydim.” Ben de aynen öyleydim. İstenen bir bebek haberi ve sorunsuz giden bir hamilelik sürecim vardı ta ki 32. haftayı görene kadar. Sonra her hamilelik döneminde gelişebilecek bazı komplikasyonlarla beş gün kontrol altında tutulduktan sonra korkularla doğuma alındım. Ama henüz çok erkendi ve bebeğim tam büyümemişti. Haliyle bu bizi çok korkuttu. Bir de bizi üzen “Bu bebek doğarsa yaşamaz” tarzı söylemler… Derken bebeğimiz doğdu ve yoğun bakıma alındı. “Durun, kimliğini hemen çıkartmayın” filan diyorlardı. Kahroluyordum tabii ki.
Demek sen de bir prematüre bebek annesisin, ben de öyleyim ve seni o kadar iyi anlıyorum ki…
O an duymak isteyeceğim son şeyler bunlar zaten. Aylardır hayal ediyorsun, doğum odası şöyle mi olsun böyle mi süslesek, acaba temamız Küçük Prens mi olsa, ne ikram etsek, çikolatalar, geceliğim, lohusa terliğim vs… İnsan bunları düşünüyor haliyle… Hep bebeği ilk göreceğin, koynuna verecekleri, tanışacağınız, kavuşacağınız anı hayal ediyorsun. Bir de bize sosyal medyada dayatılan duygular da bunlar biliyorsunuz. O doğum odası düğün salonundan farksız kimi zaman. Bir an o rüzgâra kapılmıştım ki, ansızın kendimi doğumda buldum. Odamızda değil çikolata, bebek yoktu bebek. Daha acı ne olabilirdi ki?
İçim cız etti, bana kendi hikâyemi anlatıyorsun adeta. Seni en çok o sırada rahatsız eden şeyler neydi?
Bence prematüre anneleri normal doğum katında kalmamalı, çok hassas bir süreç. Diğer odaların kapılarında süsler asılı, koridorlarda ‘hayırlı olsun’a gelen insanların sevimli kahkahaları, odadan gelen bebek sesleri, yürüyüş yapan anneler vs… Düzen böyle olmamalı. Prematüre anne mutlu değil ki, bu koridoru görmesi son derece rahatsız edici. Bir arkadaşıma üzüntüyle, “Size gösterecek bir bebeğimiz yok ki” demişim, hatırlamıyorum bile…
Süreç nasıl ilerledi?
Bir ay kadar hastanede kaldı Kerem ve sonra çok şükür sağlıkla eve geldi.
Ve macera başladı diyorsun… Bazıları “Gökten indi bana annelik hissi” diyor, “Görünce aşk yaşamaya başladık, vurulduk bebeğimizle birbirimize” gibi romantik anlatımlar duyuyoruz. Sen nasıl hissettin?
Anne babalık hali öyle planlanmış, tam da bu şekilde olacak ya da hissetmeliyim dediğimiz bir deneyim değil. Kendi dinamiği olan ve herkes için çok farklı tarif edilebilecek, deneyim kazandıkça oturan bir duygu bence. Her anneye bir andan aşırı bir aşk hali gelmeyebilir. Ben bebeğimi ilk gördüğümde tekerlekli sandalyeyle yanına gitmiştim ve camdan açıkçası bir şey hissedememiştim. Kendini bunun için suçlayan anneler var. ‘Hihieved’ tam da buna yaradı, “Yalnız değilsin sevgili anne, bak ben de böyleyim” dedim.
Nasıl tarif ediyorsun ‘hihieved’ hesabını?
Her şeyi kontrol altına alabileceğini zannederken, her şeyin rahatça raydan çıkabildiğine şahit olduğum bir dönem annelik. Kınadığım ne varsa başıma gelmesiyle ve sevgili eşim Can’ın o hallerimi fotoğraflamasıyla doğdu ‘hihieved’. Çocuksuzken çevreme bakıp “Bu da böyle mi büyütülür, ne biçim çocuk, ne biçim anne bu, amma gürültü yaptılar, biz böyle miydik, annem bir bakış atardı biz hemen kendimize gelirdik, bunlar çocuk büyütmeyi bilmiyor, versinler bana muma çeviririm” diyen ben bir anda her dediğimle yüzleşmeye başladım.
Ve ‘hihieved’ hesabı da tam o dönem açıldı sanırım.
Evet, çünkü duygularımı yaşamayı ve buna hakkım olduğunu öğrendim. Başarımı da başarısızlığımı da sesli bir şekilde konuşmaya başladım ve bu hesabı tam o dönem açtım.
Sosyal medyada bize dayatılan annelik ve gerçek annelik ne kadar farklı değil mi?
Kesinlikle öyle… Hepi topu bu bir bebek, en fazla ne kadar zor olabilir ki kafasındaydım. Etrafımda bebekler, yeğenler filan olmadığı için bilmiyorum da zaten nasıl olduğunu ama etrafımızda nasıl bir annelik profili var? Hoop bebeği sırtlarına takıyorlar ver elini Avrupa, o bizim hayatımıza adapte olsun, sonradan gelen o, ne var canım yürüyüşe mi çıkıyoruz, o da gelir bebek arabasında uslu uslu uyur. Kahvaltıya mı gidiyoruz, o da gelir; seyahate mi gidiyoruz, onu da götürürüz. Bebek bu yani illa ki bir şekilde bize ayak uyduracak.
Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor, hem de hiç uymuyor bence.
Uyar mı, nasıl uysun, bu bir bebek! İnsana sabrı, sınırlarını çok güzel öğreten bir şey annelik. Yaşadığın nice sıkıntı var; kendini kocaman hissediyorsun, göğüslerin yara olmuş, ağrın var, uykusuzluk var, gazlı geceler, ağlama krizleri, kolik bebekler, 24 saat yaşayan bir süreç. Ve annelik o kadar kutsal bir algı ki bundan şikâyet edemiyorsun. Çünkü edersen ayıp… “Haline şükret, sapasağlam bebeğin var” diye lafı yiyorsun. Ya tamam, çok şükür bebek sağlıklı ama ben lohusayım, kafam yerinde mi acaba, o an uykusuzluk bana neler yaptırıyor sen görüyor musun acaba? Şikâyet etmek bile senin için lüks çünkü kınanıyorsun.
Hamilelerin ya da çocuk sahibi olmayı düşünenlerin bunları öğrenmeye hakkı var, olay sosyal medyada sunulduğu gibi tozpembe değil. “Cennetten gelen canım yavrum”, “Onu kokusundan tanırdım zaten”, “melek oğlum, melek kızım” gibi yaklaşamayabiliyorsun bazen. Bunların yüksek sesle de dile gelmesi lazım. Ve vicdan azabı da çekmemeliyiz bunları yaşarken.
Hele çevrede hiç susmayan o sesler, bitmez o yorumlar, tavsiyeler, lohusayı çıldırtan imalar…
Onu hiç sorma, eze eze yapılan bir tecrübe aktarımı. “Ay ince mi giydirdin üşür, kalın mı giydirdin terler, kulağı mı ağrıyor acaba, tutamıyorsun sen bunu, niye ağladı ki, aç bence, emiyor mu?” Bu arada emmiyorsa da kabahat senindir. Doğada her canlı emiyor bir seninki mi ememeyecek, yeterince uğraşmamış olabilirsin, annelik fedakârlık demek daha çok fedakâr olmalısın.
Bir de “Ben seninle tamamlandım, biz senden önce ne yapıyormuşuz” kafasında olanlar var ki ben hiç katılmıyorum.
Aynen, ben de katılmıyorum. Evet, bebeğimizle aile olduk, çok harika bir duygu bu ama ondan önce ne yaptığımızı unuttuğum bir durum yok. Deli gibi tatil yapıyorduk, geç saatte kahvaltı yapıyorduk, canımızın istediği saatte çıkıp istediği saatte dönüyorduk, bir hayatımız yine vardı. Şimdi hayatımız tamamen değişti ya da şöyle diyelim önceliklerimiz değişti.
Ama hepimiz görüyoruz ki sosyal medyada sanki hayatları hiç değişmemiş gibi yaşayan, bebeğiyle dünyanın öbür ucuna tatile gidip mutluluk fotoğrafları paylaşan ve sanki o bebek asla kusmuyormuş ve ağlamıyormuş gibi yansıtan bazı çiftler var. Bu tarz kişiler ne kadar inandırıcı sence?
Bu tarz seyahatleri yalnız yaptıklarına kesinlikle inanmıyorum, mutlaka destek aldıkları ekip vardır. Çekilen fotoğraflar çok anlık zaten, mümkün mü o şekilde kusursuz anlarla dolu bir bebekli tatil? İnsanlarda şöyle bir algı var; bebekten sonra hemen eski hayatına dönmek, eskisi gibi olmak… Ve bunu yapabilmek sanki başarı…
Sence oluyor mu peki; yani eski hayat? Eski Hande ne durumda?
Hayır, olmuyor tabii ki. Ama eski hayat olmuyor demek hayatım berbat, ölüyorum, bittim demek değil. Sonuçta çok daha başka bir formda hayat yoluna giriyor, su akıyor yolunu buluyor. Bir karmaşa oluyor hayatta ama işte o karmaşa artık senin yeni düzenin. Bir anda “Hadi akşam nereye gidiyoruz, vizyondaki son filmler neler?” diyemiyorsun. Ara ara hayatının düzenine alışınca yine seni mutlu eden şeyleri imkânların doğrultusunda yapıyorsun. Çok da korkulacak bir durum yok bence. Dev beklentilere gerek yok.
Bu beklentiler üzüyor zaten bizi… Yani istiyoruz ki doğuralım ve hemen 20 kilo verelim, eskisinden daha fit olalım, harika giyinelim, bebeğimiz de süper uyumlu olsun, her yere yanımızda taşıyalım, asla ağlamasın… Sanki vazo, olur mu ya?
Ah bu beklentiler… Düşünebiliyor musun, hamileyken şöyle bir sahne hayal ediyordum. Bebeğimi parka çıkarmışım ve bana “Aaa siz annesi misiniz? Ablası sanmıştım, çok genç ve fitsiniz, hiç anneye benzemiyorsunuz!” desinler. Komediye bakar mısın? Sanki anneye benzememek bir iltifat. Şimdi o kadar gülünç geliyor ki bu. Bu önceliğim olsa hemen incecik olurdum zaten ama önceliğim hiç bu olmadı. Doğumdan sonra gece yarısı fıstıklı helvaları yerken büyüyen bir lohusa oldum. Bu benden hiçbir şey eksiltmedi, daha geç zayıflayabildim diye de sosyal hayatımdan da geri kalmadım. Zayıf annesin diye bir ödül töreni de düzenlenmiyor. Bu kadar takılmamak lazım ama işte bunlar hep sosyal medyanın dayatmaları.
Peki, bu sosyal medyada hesapları ve milyonlarca takipçileri olan ve açıkçası bana çok tuhaf görünen çiftler hakkında ne düşünüyorsun? Hadi bebeklerini istedikleri gibi giydiriyorlar, onu anladım da artık kocalarını da giydirmeye başladılar. Üçlü pozlar, birileri sponsor oluyor hayatlarına, sürekli bir otelin havuz başında kokteyller, enteresan kombinler, pembe kazak - pembe tulum - pembe etek - pembe kravat haller ve onlara bayılan bir kitle var. Bazı kesim neden bu insanlara bayılıyor?
Evet, görüyorum ben de. Bu insanlar hep vardı bence; sadece görünürlükleri arttı. Çünkü artık hesap açmak an meselesi. Instagram görselin öne çıktığı bir mecra olduğu için bu hesaplar bir anda arttı. Anne olduktan sonra bir kendini gerçekleştirme psikolojisi.
Sorsan sen kimsin diye, “Kerem’s mum, Can’s wife.” Profillerinde üç tarih var; nişan, düğün ve doğum yaptıkları. Başka bir şey hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi. Ama bir dakika, ‘Kerem’s mum’ doğru ama ya Hande nerede? İşte o kesim bunu artık sorgulamayı bıraktı, kimlik karmaşası gibi bir şey bu… Bence sosyal bir rahatsızlık, hastalık gibi. Sanki anneliklerini yarıştırıyorlar.
Senin hesabın çok farklı, çok özgün. Ama bazen sana da kızanlar oluyor, okuyorum ve şaşırıyorum. Oradaki ironiyi hâlâ anlayamayanlar var…
Evet var, ama daha doğrusu benim meselemi anlamayanlar var. Benim öznem hiçbir zaman oğlum Kerem olmadı; ben anneliğimde çuvalladığım yerlerle dalga geçiyorum, çocuğumla değil.
Herkes herkesin hayatına karışıyor… Neden çocuğuna onu yedirdin, neden organik almadın, aaa şeker mi yedirdin? Benim oğlum her şeyi yer ve bazen kendimi kötü anne gibi hissediyorum.
Şu an kafalar çubuk kraker vermemek bir başarı gibi çalışıyor. Yedirmeyene de saygı duyuyorum, yedirene de. Herkes kendi çocuğundan sorumludur, biz niye müdahale edelim ki…
Sen en çok nelere gülüyorsun bu anneli çocuklu hesaplarda?
Karı koca beraber gezmeye giderken ‘anne baba saati’ olarak adlandırmalarına. Yani siz çocuk sahibi olunca mı ilişkiye başladınız, direk anne baba mı oldunuz? Sevgili, nişanlı filan değil miydiniz? Bir de çocuğun çişi gelince “çişimiz geliyor”, ailecek hep beraber o çişi üstleniyoruz. Hatta ‘babamız’ geliyor, benim de babam sanki. Gülüyorum, eğleniyorum işte ve kimi zaman ben de yapıyorum bunları.
Gelelim kitabına, o nasıl raflarla buluştu?
Açıkçası benim fikrim değildi. Altı büyük yayınevi arayıp ‘hihieved’ hesabımda yazdığım metinleri çok beğendiklerini belirterek kitaba çevirmeyi teklif etti. İndigo Yayıneviyle anlaştım ve böylece ilk kitap maceramız başladı. İmza günlerim oluyor, herkes geliyor, hatta bebekleriyle geliyorlar. Çok mutlu oluyorum, harika bir ortam oluyor, sarılıyoruz, fotoğraflar çekiyoruz, birbirimize nerelerde çuvalladığımız anlatıyoruz, gülüyoruz. Keyifli devam eden bir süreçteyim.
Yeni bir proje var mı? Hemen sorulur ya arkasından neler gelecek diye?
Aslında var. İkinci kitap için yazmaya başlayacağım. Ayrıca Youtube kanalım açılacak ve orada canlı videolarla aktif bir şekilde devam edeceğim. Çok heyecanlıyım bunun için çünkü kamera önünde olmaya pek alışık değilimdir. Bakalım nasıl olacak, ben de merak ediyorum.
Ben de merak ediyorum ve gerçekten heyecanla bekliyorum. Hesabını açıp bakmadığım bir tek gün yok, yolun açık olsun sevgili Hande, çok teşekkür ediyorum bu güzel söyleşi için.