Bugüne kadar tarih kitaplarında, Yahudilerin 1492’de İspanya’dan Anadolu’ya topluca (yaklaşık 200 bin kişi) göç ettiklerini okumuştuk. 2. Beyazıt döneminde İspanya’dan gelen Yahudiler Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde ve Selanik’te yerleşti. Osmanlı onları büyük bir hoşgörü ile kabul etti.
Yüzlerce yıl bu topraklarda yaşadılar. 1992’de bu toplu gelişin 500. yılı kutlandı. Bu çok kısa bilgi ile Anadolu’ya Yahudilerin ayak basmalarının miladı olarak 1492 yılı esas alınır. Peki, ama gerçek böyle midir?
Araştırmacı-akademisyen Dr. Siren Bora son yazdığı kitapta bunun böyle olmadığını belgelerle ortaya koyuyor. ‘Anadolu Yahudileri – Ege’de Yahudi İzleri’ adlı kitabında bu konuyla ilgili tüm önyargıları yıkıyor. Türklerden çok daha önce bu topraklarda varlıklarını sürdüren, ticaret ve tarım konularında birçok yeniliğe imza atan Yahudilerin, bu coğrafyanın kadim bir topluluğu olduğunu kitaptan öğreniyoruz.
Dr. Siren Bora, kitabına Hz. İbrahim ile başlıyor, Hz. Musa ile devam ediyor, sonra Yahudilerin Anadolu’da en az 2500 yıldır yaşadıklarını belgelerle kanıtlıyor. Sözünü ettiğimiz bilgilerin çarpıcı gerçekleri karşımıza getirmesi, bu işin başka bir boyutu kuşkusuz. Tarihçilerin yaptıkları çalışmaları cesurca açıklamaları, bunu toplumla paylaşmaları önemlidir. Bu sayede bir bölgenin tarihi baştan yazılabilir. Şimdi kitaptaki belgelere geçelim.
1555’te İmparator Ferdinand tarafından Kanuni’ye elçi olarak gönderilen Busbecq, Amasya’ya giderken bir yazıt görür. “…Yahudiler, en yüce Tanrı’nın yüksek rahibi Hykanus zamanında olduğu gibi atalarının yasasına uygun olarak geleneklerini sürdürebilirler…” (s/50).
Roma ve erken Hıristiyanlık dönemlerinde, Anadolu’nun birçok bölgesinde (en çok Ege’de) Yahudilerin topluca yaşadıklarına dair sayısız belge ve kanıt vardır.
“Valerius Flaccus’un İÖ 62-61 yıllarına ait toplattığı vergilere ilişkin tutulan kayıtlara göre, Anadolu’da yaşayan Yahudi erkek sayısı 45 bin idi” (s/51). Burada dikkat edilirse, sadece erkeklerin sayısı bildiriliyor…
Sardis’de yapılan kazılarda bulunan iki yazıt, Yahudilerin İÖ 6. yüzyıldan itibaren burada yaşadıklarını kanıtlamaktadır. Aynı dönemde kalma bir sinagog bile vardır. Tarihçi Josephus ise, 2.000 Yahudi ailenin Pers Kralı III. Antiochus tarafından İÖ 3. yüzyılda Lydia’ya ve Phrygia’ya yerleştirdiklerini yazar. Kitapta tüm bunların belgelerini ve bazılarının fotoğraflarını da görebilirsiniz.
Antik döneme ait bulgular
Dr. Siren Bora, sadece tarihi bilgiler vermekle kalmıyor, ‘Kral Yolu’, Ege’deki antik kentler, o dönemlere ait ekonomi ve sanat üzerine, hatta sosyal yaşamla ilgili geniş bilgiler de veriyor. Kitabı okurken, bölgedeki tüm antik kentleri daha yakından tanıyor, hangi kente nasıl gidileceğinin bile yolunu anlatıyor. Bu bölgelerde bulunan antik döneme ait bulguları bizimle paylaşıyor. Kitapta bu kadar çok bilgi ve belge olduğunu gördüğünüzde şaşkınlığınız artıyor. Sonuçta kendinize şu soruyu soruyorsunuz: Yaşadığım coğrafyanın tarihini bir kez daha gözden geçirmeliyim…
“….Phrygia Apameia’sı. Kentte ilk dikkati çeken bulgu, 2. yüzyılın sonlarına tarihlenen beş adet sikke. ….Nuh karısıyla birlikte betimlenmişti” (s/76).
“Diokleia’da 342 tarihli bir mezar taşı keşfedildi. Üzerinde ‘Yıl 342 Aur. Alexandros, Yahudi, bu mezar hayattayken inşa etti(rdi) yazılıydı” (s/77).
Ephesos’te Liman Caddesi üzerindeki iki sütun üzerinde ‘Menora’ tasvirleri vardır. Belki de kitapta en ilginç bulgu şudur: “Miletos Tiyatrosu’nun basamaklarında yer alan Teosebion denilen Yahudilerin Yeri” (s/86). Yine aynı şekilde, Odeion’da bir oturma yerinde şöyle yazar: “İbranilerin Yeri” (s/96.) Bu yazının tahminen 5-6 yüzyıl olarak belirlendiğini öğreniyoruz. Antik kentlerden Lycıa’da (Andriake) İ.Ö. 5-6 yüzyıla ait, bir sinagog çıkar karşımıza. Anlaşılan Yahudiler gittikleri her yerde hem yerleşik düzene geçmişler, hem de sanayi ve ticaretle uğraşmışlar, öte yandan dinlerini ve ibadetlerini de ihmal etmemişler. Bir örnek daha verelim. “Tlos yazıtı da bir mezar kitabesiydi: ‘Leukios oğlu Tlos’lu Ptolemaios’un kendisi biz Yahudiler arasında arkhonluk yapmasından ötürü….” (s/112).
Dr. Siren Bora, antik döneme ait Batı Anadolu eksenli araştırmasında, daha birçok bulguyu bizlerle paylaşıyor. Bunların her birinin önemli ve yeniden incelenmesi gereken bir değere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Kitabın sonuna koyduğu sözlük ve içeride yer alan haritaların okuru daha da aydınlatacağını belirtelim.
Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Paulus, 1. yüzyılda Selanik’teki Yahudilerle tanışmıştı. Batı Ege ve Doğu Avrupa’ya yaptığı seyahatlerde, karşılaştığı herkesin Hıristiyan olması için elinden geleni yaptı. Önceden Yahudi olan Paulus, yaşadığı fantastik bir olay nedeniyle din değiştirmişti. Söylemeye çalıştığımız, ilk Hıristiyanların Yahudi olma olasılığıdır. Söz konusu yıllarda Yahudilik, bu bölgelerde çokça bilinen, saygı gösterilen, tek Tanrı inancına sahip bir toplumdu. Haliyle Paulus öncelikle Yahudi olanları ikna etmeye çalışacaktı. Bu da Yahudilerin hatırı sayılır ölçüde varlıklarını gösterir.
Yakın döneme ait olaylar
Dr. Siren Bora, sadece antik dönem Yahudilerini ve onların tarihi yolculuklarını değil, yakın dönemde Türkiye’de yaşanılan birçok olayı da nesnel bir biçimde sayfalarına aktarmış. İspanya’dan gelişle başlayan serüven küçük ‘kırılmalarla’ devam ederken, Cumhuriyet döneminde önce, “Vatandaş Türkçe Konuş!” baskısı, ardından ünlü ‘Varlık Vergisi’, ‘Aşkale’ sürgünü, 1930’larda Edirne ve civarındaki (Nihal Atsız’ın başlattığı) kanlı olaylar, 1955’te İstanbul’da provokatörlerin yarattığı yağmalama olayları… Hiç kuşkusuz 1948’de kurulan İsrail’e göç olayı da önemli bir etkendi. Bugün Türkiye’de yaşayan Yahudi sayısı sürekli azalıyor. Halen temeli sığ siyasi nedenlere dayandırılarak, Anadolu’nun kadim döneminde yaşamış bir topluluğa (Yahudilere) bakış açısı pek değişmedi. Ancak tüm bunlara karşın, Birinci Dünya Savaşı’nda, Kurtuluş Savaşı’nda, Kıbrıs Savaşı’nda ve bazı (sel, deprem, yangın…) felaketlerde Yahudiler her zaman devletten yana oldular.
Tarihçiler ve arkeologlar genel anlamda nesnel olmak zorundadır. Yaptıkları keşiflerin, elde ettikleri bulguların ve belgelerin ışığında, önyargısız bir biçimde düşüncelerini açıklamalılar. Buldukları ‘şeyler’ ne kadar ürkütücü, ne kadar can sıkıcı ve kafa karıştırıcı olsa bile sonuçta güvenilir bir bilim insanı olarak dürüstlükten şaşmamalılar. Sözgelimi, bu kitapta birçok önyargı yıkılıyor ve karşımıza farklı bir tarih perdesi açılıyor. Bu topraklarda yaşayanlar olarak bundan korkmadan, bilimin ışığında ve hoşgörü ile tarihçilerin/arkeologların bize gösterdiklerini dürüstçe kabul etmeliyiz. Irkçılığın ve köktendinciliğin bir kenara bırakılarak, bilimin ne dediğine bakılmalıdır. Bu kitap birçok açıdan geniş bir tartışma yaratacak öneme sahip diyebiliriz.
Sözlerimizi Dr. Siren Bora ile bitirelim.
“Anadolu’da kesintisiz devam eden en eski din de Yahudiliktir. ‘Yahudiler, 500 yıldır konuğumuzdur’ saptaması ise, ‘iki bin yıllık’ bir hata payı içermektedir” (s/175).