Bu sezon tanıştığımız ‘Open House – Açık Davet’ projesi, samimiyeti, mekân seçimi ve ismiyle hafızalarımızda hemen yer etti. Mimar ve şehir planlamacısı Ceki Duşi ile sanat tarihçisi Ceren Akyol’un ortak girişimi Open House, mekânların ruhlarıyla örtüşen sergilerini yapmayı planlıyor.
Mirey Nasi’nin röportajı
Projenin ismi gibi açık bir şekilde, gelecek çalışmalarını, yapmak istediklerini heyecanla ve gönülden anlatan Ceki Duşi ile bilgilendirici bir röportaj yaptık. Gelin beraber bu yolculuğu kendisinden dinleyelim.
İlk faaliyeti İstanbul Bienali ile eş zamanlı, komşu bir etkinlik olarak gerçekleşen ‘Open House-Açık Ev’ isimli, kısa süren ama çok ses getiren bir proje gerçekleştirdiniz. Bu proje fikri nasıl doğdu?
Elbette; günlük yaşamımızın içindeki bazı konuları farkındalık çerçevesinde incelemek istedik. Çevremizdeki değer olgularına bir bakış atmak üzere bir yolculuğa çıkmayı arzu ettik de diyebiliriz aslında. Sanatın, hayatımızın neresinde olduğunu düşünmeye çalışarak, yaratıcılık ve hayal kurma yeteneklerimize biraz ışık tutmak ise bir diğer amacımızdı. İçinde ruhu olan her mekânın bir hikâyesi vardır diye düşünüp, kentin içinde kayıpmış gibi duran mekânları, hatıraları ile birlikte gün yüzüne çıkarmak ve bu anlamda bir deneyim yaşatmak istedik. Bu proje fikri, aslında çevrede olup bitenleri incelerken, mimarlık ve sanatın bir arada olma yolculuğunun bir parçası olmamız gerektiğini düşündürdü bize. Bu bağlamda, ‘Open House Çağdaş Sanat ve Mimarlık Platformu’nu kurmaya karar verdik. Open House, aslında açık davet demek. Biz de mimarlığın ve sanatın farklı dallarını bir araya getirirken, bunun açık davet şeklinde olmasını, ikisinin birbirine farklı zamanlarda dokunabilmesini hayal ettik.
İlk sergimizi; bienalle eş zamanlı gerçekleştirmeye karar verdik. Bienalin başlamasına bir ay kalmıştı ama bu konuda bir giriş yapabileceğimizi düşünüyorduk. Bienalin bu seneki konusunun ‘Komşuluk’ olması da bize çok uydu. Komşuluğun aslında evlerdeki odalarda ve ilişkilerde başladığı fikrinden hareketle, ‘Bir Evin Açılma Sergisi’ni gerçekleştirdik. Hem evin farklı bir lokasyon, farklı bir mimari plan açısından gezilmesini sağladık; hem de bulunduğu konumdaki komşuluk değerlerini irdeledik. Bu noktada sergi, bir platform oluşturdu, etkinlikler de mekânın farklı yaşam ve kesitlere ev sahibi olmasını sağladı.
Disiplinler arası bir kültür projesine ilk olarak Teşvikiye’den başladınız. Bunun özel bir sebebi var mı?
Var tabii. Aslında Teşvikiye, sanatçıların sanatlarını yarattıkları bir mahalle; bir yandan da arşivsel bir yapı stok alanı. Dolmabahçe Sarayı ve Yıldız Sarayı’nın arasında kalan, bir dönem şehzade konaklarının atış alanlarının ve daha sonraları ilk dönem apartmanların, İstanbul’da geliştiği bir bölge aslında Teşvikiye. Bu yapıların farklı dönem etkilerini bu mahallede hissetmek, günümüzde de mümkün. Ve birçoğumuz bu yapıların varlığından bile haberdar değiliz, tarihsel önemini bilmiyoruz. Bu da bizim kültürümüze ait bir şey, değerlerimizin farkına yok olduğunda varmak fakat varlığında onları ayakta tutamamak…
Yapılan her binanın, aslında kendine göre bir hikâyesi vardır. Ve bu hikâyeler, hem yapının içinde yaşananlarla, hem de yapının mimarisi ve projenin ilk çizim anıyla beraber başlar. Ayrıca, kentin veya binanın bulunduğu bölgenin de bu binaya kattığı bir kimlik vardır. Mekânlar oluşurken bir araya gelmeleri, bütünleşme fikirleri ve yaşam parçaları, tıpkı bir insanın hayatındaki varoluşu gibi bir metafor oluşturur. Aslında arşivsel bir yapı stoku, sanatsal bir tarihi ve sanatçılarıyla bir bütün oluşturan Teşvikiye’de, bu metafor, İstanbul adına var. Biz de bunun etkisini sergimizde kullanmak ve gerek mimari, gerekse de sanatsal etkileşimin, komşuluğun, bu bölgeyle bağlantılarını incelemek, bu bölgedeki anı ve hikâyelere değinmek istedik.
Bu projenize hangi yaş ve meslek grubundan daha çok ilgi olduğunu düşünüyorsunuz?
Her yaştan. Daha önce de açıklamaya çalıştığım gibi; dünya düzeni ve teknolojinin hızla ilerlediği günümüzde, gerek çalışma gerekse de düşünce algıları, disiplinler arası olmaya başladı. Biz de buna bir odak oluşturmak üzere, disiplinlerin arasındaki etkileşiminden güzel sonuçlar çıkabileceğini, fikirlerin bir multidisipliner bütünlükte paylaşımının, herkese fayda sağlayacağını düşündük. Aslında serginin kurgusunda da, herkesin kendi hayalinde ve hafızalarında bir komşuluk nosyonu olduğu ve bunun sanat ve mekânla hatıralara dönüştüğü konusuna eğilmiş olduk. Bu sayede de her yaştan ve her meslek grubundan insana erişebildiğimizi düşünüyorum. Özellikle komşuların ve öğrencilerin ilgisi çok büyüktü.
Küratörlüğünü üstlendiğin Open House - Açık Ev konseptinden yola çıkarak başladığınız bu ‘Açık Davet’lerin bir sonraki durağı ne olacak? Mekânlar ve çalışacağın sanatçılar belli mi?
Mekân ve konseptler üzerine birçok proje üretiyoruz. Hepsi birbirinden ayrı konuları ele alsa da, aslında eğilim, hep kaybolan veya dokunmaya cesaret edemediğimiz kent parçalarına, binalara ve kimliklere yönelik çalışmalar. Bauhaus ile ilgili bir proje fikrimiz var, modern mimarlık ve sanat akımının başladığı, etkileri tüm dünyaya yayılan bir konu. Bu konuda İstanbul’da bazı yapılar var, işte onlara dokunmak ve herkesi bu anlamda buluşturmak istiyoruz. Mesela, 120 yıllık bir kahvehane binası var, siz önünden geçip biraz merakınız varsa bile ilgilenmezsiniz ama benim için hikâyelerin yaratıldığı, hatıralarla donanmış öylesine bir mekân ki, orası için bir sergi ve etkinlikler projemiz var.
Mekânların ruhlarının seni ilgilendirdiğini ifade ediyorsun; son derece hızlı değişen, aşina olduğumuz yerlerin gün be gün kaybolduğu bir şehirde yaşıyoruz. Bu kadar değişimin içinde mekânların ruhu seni neden ilgilendiriyor?
Evet, bir mekâna nasıl bakarsan onu öyle görürsün. Kendi değişimini mi izlemek, yoksa az da olsa değişimin yarattığı farklılıkları mı görmek? Yani, soru aslında biraz da bu bağlamda düşünülebilir. Her yeni yapılan örnek, bir noktada eskisine bir cevap veya bir yorum gibidir. Bizler kabullenmek yerine, görüp üstüne bir şeyler eklemeyi seçebilir, “ya da ne olacak canım” diye hiç üstünde de durmayabiliriz. Bu değişimin içinde mekânların ruhu, kente bakış açımızı biraz değiştirmek için. Mesela Haydarpaşa Garı diye yanıp tutuşuyoruz ama arkasındaki birçok istasyon yapısı ile ilgilenmiyoruz bile, kaldı ki onlar da geçiş mekânları ve her biri ayrı bir dönemin özellikli yapıları. Belki de bir farkındalık yolculuğu diyebiliriz, tıpkı kendi hayatımız için yaptığımız içsel yolculuklar gibi.
Mimar ve şehir plancısısın, Open House ise bir sanat projesi. Mimarlık ve Sanat bu projede nasıl birleşti? Nasıl devam edecek? Sanatın ve mimarinin ortak hareket alanını bizim için nasıl tanımlarsın?
Mimarlık bir meslek olmaktan çok öte bir nokta aslında, hayata bir bakış açısı diyebiliriz. Mimarlık, içinde yaratıcılık, bakış açısı ve sanatı barındırır. Sanatın ve mimarinin ortak hareket alanı, yaratım ve bunun hayaller içinden olması; yani bir görüş bakış açısı da diyebiliriz. Bu konuda en önemli ortak nokta ise HEYECAN; bende uyandırdığı o tatlı kıpırtı. Yani bence bu bile her şeyi anlatıyor.