Stephen Hawking: Ebediyetten gelen mektup

14 Mart 2018’de yaşama veda eden ALS hastası ünlü fizikçi Stephen Hawking’in hayalı bir mektubu aracılığıyla, engelli yaşamın getirdiklerini, yaşam azmini, sevme ve sevilme ihtiyacını irdeledik.

Perspektif
28 Mart 2018 Çarşamba

Armine Gül Korkmaz

Sevgili dostlar! Haberiniz olduğu üzere sonsuzluğa, yeni bir dinlence ve mücadele mekânına göçmüş bulunuyorum. Bu mektubu daha bedenim soğumadan kaleme alıyorum. Düşüncelerim ve duygularım sıcaklığını ve ışıltısını yitirmeden sizlere ulaşmak daha kolay olur diye umuyorum. Daha şurada öleli iki saat bile olmadı. Ardımdan hakkımda söylenenleri duydukça hem çok mutlu hem de huzursuz oluyorum. Mutluluk neyse de, burada huzura çokça ihtiyacım var. Yaşam öykümü ve uğraşlarımı değerli görenleri veda niyetiyle, insanlığın ve dostluğun sıkı bağıyla, kemiklerimi incitmeyecek kadar narince kucaklarım. Uğraşlarıma şüpheyle yaklaşan, dini inancımı-inançsızlığımı kriminalize eden ve özel hayatımı tam bir facia addeden kerli ferli Türkiyeli gazetecilere ve insanlara da teessüfler ederim. Başka vakit olsa bu kadar üzülmem dert etmem de, mevzu ölüm-ölümüm-yaşamım (tükenmiş) olunca daha fazla dayanamadım. Aslında sizin kusurunuz, ‘popüler insanları’, sanatçıları, bilim insanlarını ve politikacıları yüceleştirmenizden, onları normal insanlardan ayırmanızdan ileri geliyor. Ki ben, kendimin değil bilimin popülerleşmesi için çok uğraştım. İnanın vakitlerinin ve yaşamlarının çoğu zaman onlar da sizler gibi yaşayan; hisseden, tutkularına teslim olan, kendilerince önem atfettikleri bir meseleye günlerce kafa yoran, hata yapan, doğruyu bulan normal varlıklar. Tüm insanlığın ve toplumun her nüvesinin ‘normal insan’ addedilmesi ona bu dünyada bahşedilecek en büyük özgürlük alanını sunar.

Ve evliliğimizin çatırdamaya başladığı günler

Bahşedilmesi de icap etmez aslında, insan doğası nedenli mücadeleyle bile hep buna ulaşmaya çalışır. Bendenize dönecek olursak, yaşamını iki ana eksen belirliyor; hastalığım öncesi ve hastalığım sonrası. Normal bir insan bedenini ve yaşamını deneyimlemiş biri olarak hastalığın teşhisinden sonraki ilk günler kâbus gibiydi. Hoş, ben kötü günlerde bile kendimi hâlâ normal görüyordum. Bedenimin işlevini kaybetmesi ve düşünce dünyamda ona adapte olmam oldukça uzun sürdü. Sonradan engelli bir insan olmam nedeniyle ailemin ve çevremdeki diğer insanların da bakışı o yönlüydü. Farklılık hissetmiyordum. Ya da onlar, çalışmalarım sekteye uğramasın diye büyük bir özveriyle bana normal, (‘normal’in buradaki anlamı ‘özel’), bana özel davranıyorlardı. Şanslıydım ki ilk aşkım, eşim olmuştu. O zorlu günlerde eşim sevgilim, sekreterim, iletişim danışmanım, hasta bakıcım kısacası her şeyimdi. Ardından çocuklarımız oldu ve zorlu bilimsel uğraşlarım sonuç verdi. Popüler, ama aynı zamanda düşünsel olarak normal ve beraberinde bedensel olarak engelli bir insandım artık. Üzücü bir şey bu… Sosyal hayatı; partilemeyi, içki içmeyi, tutkuyla müziği seven ben, sevdiğimden ayrı bir tarzda yaşama ayak uydurmak durumundaydım. Tüm kozmos ve yıldızlar aklımı başımdan almasa, beni meşgul etmese bunlara üzülecek ve kahredecek çok vaktim olurdu.

Eşimin hizmetimden fazlasıyla yorulduğu aşikârdı. Bana artık ne sevecen, ne acıyarak, ne aşkla, ne de şehvetle bakmıyor, dokunmuyordu. İçinizden hiç değil birkaçınız “senin dokunulacak bir yanın mı kalmış a Stephen?” dediğini işitebiliyorum. Öyle demeyin. Hah şu göğsünüzdeki kalp durmadıkça ve beynininiz tıkır tıkır işledikçe tutkuyla sevilmeye hakkınız olduğunu düşünüyorsunuz. Pek tabii sevmeye de. Kendi adıma konuşmam gerekirse, cinsel ve diğer organlarımızın işlevsiz olmasının, pratik seks yapamamanın sevgi bağını koparmaya etkisinin olmadığını söylerim. Beni eşimle ayrılmaya götüren noktada esas olan, hayatımızda seksin yoksunluğu-eksilmesi değil, evlilik ilişkimizdeki rollerin değişmesiydi. Eşim farkında olmayarak ve ikimizin de acemiliğinden ötürü (hastalık acemiliği, deneyimsizlik)  tamamıyla yardımcım olmaya soyunmuştu. Ve böylelikle ihtiyaçlarım doğrultusunda görev dağılımı yapabilecekken, büyük bir fedakârlıkla ve ileriyi görmemezlikle evliliğimizin ayağına sıkmıştı. Çok yorgundu, bitikti. Öylece ayrıldık.

KİTABIMIN YAYINLANDIĞI GÜNLER

Artık tanınıyorum ve anlaşılıyorum kısmen. Mutlu sayılırım ama bir şey eksik. Sevmek ve sevilmek… Biz engelliler ya da hasta insanlar çoğu zaman şefkatle sevgiyi aynı potada değerlendiririz. Birisi bize şefkat gösteriyorsa aynı zamanda seviyor da sanırız. Bize hizmet veren insanlar pekâlâ, duygusuz ve mekanik bir şekilde de görev ifa edebilirler.  Bunda da bir sorun yok. Benim sorunum üzerinden aydınlandığım, önemli ve farklı gördüğüm tek şey; insanoğlu ya da insan kızlarının ıstıraplı bir hayata, bedene mahkûm olsalar da sevmek ve sevilmek ihtiyacından asla feragat etmedikleriydi. Ve ikinci evliliğim bu ihtiyacım sonucunda gerçekleşti. Eski hemşirem olan yeni eşimin, derin bakışlarının ve dokunuşlarının bende uyandırdığı hisleri pekâlâ anlatabilirim. Tam bir erkek ve tam bir insan gibi hissediyordum. Hastalanmadan hemen evvel, beynim ve kalbim bu düşünceyi ve hissi tatma, tanıma olanağı bulmuştu. Ergenliğimdeki ilk uyanışımdan beri libidom hep yüksekti. Libido insan yaşantısının en önemli öğesidir. Libido yalnız cinsel yaşantıyla değil, tüm yaşantının birçok yönüyle ilgili bir kavramdır. Libido yaratıcı hayatı teşvik edebilir. Libidonun bir bölümü cinsel işlevi sürdürürken, diğer kısmı da kişinin sanattan bilime, tekniğe dönük her türlü buluş ve yaratıcı etkinliğine kaynaklık eder. Güçlü bir libido için engelsiz bir vücut şartı da yoktur. Sağlıklı bir zihne, güvenli sosyal ortama, olumlu çevresel etkileşime ve spontane seksüel çağrışımlara ihtiyaç duymaktadır. Ve libido artışı yaşam enerjisini arttırır. Hastalık teşhisinin ardından yaklaşık iki yıl ömür biçilmiş benim, bunca uzun yaşamamın ardında da bu güç, yaşama enerjisi gizlidir.

Sevgili dostlar! İnsanlık onuru cinsel adaletsizliği yenecek. Gün gelecek doğuştan ya da sonradan engelli olmak ve başka yetersizlikler, cinsel sevgiye ulaşmakta engel görülmeyecekler. Ve insanlar, bilimsel, teknolojik ve duygusal gelişmeler eşliğinde başka türlü sevme biçimleri icat edecekler. Olumsuz ne yaşarlarsa yaşasınlar, sevmekten, düşlerle de olsa sevişmekten asla vazgeçmeyecekler. Sevgilinin ulaşılamadığı ve dokunulamadığı yerde onu şiddetle arzulayarak, onun dalga boyutuna ulaşarak, sexting yaparak tinsel ve bedensel hazza ulaşacaklar.

Son olarak; hasta ve engelli insanların farklı dünyalarını tanımaya tenezzül etmeyenler, önyargılarının altında seslerini çıkaramayan insanların seslerini dinlemek zorunda kalacaklar. Sevme öykülerimiz, marjinal sevme ve yaşam biçemimiz hakkında kolaylıkla atıp tutamayacaklar. Yaşarken neyse de, öldükten sonra bunlara tahammül etmek gerçekten zor.