Nisanın ilk günleriyle içimizi bayram sevinci doldurdu. Yahudi tarihinin özgürlük adına en büyük sembolü Mısır’daki esaretten çıkışı anlatan Pesah ve de okyanusun iki yakasında yaşanan basketbol bayramı.
Avrupa Basketbol Ligi Euroleague’de normal sezonunun bitimine bir hafta kala hâlâ ilk üç takım hariç sıralamanın belli olmaması, Amerikan Basketbol Liginde ise özellikle Batı yakasındaki son ana kadar süreceği kesinleşen çekişmenin ortalığı iyice kızıştırması yine bize uykusuz gecelerin beklediğinin kanıtı.
Ancak bu yazımda ben, an itibariyle kopacak büyük fırtına öncesi mini fırtınalar içinde geçen ligleri bir kenara bırakmak ve bu iki bayramın sadece tesadüfi bir takvim çakışması dolayısıyla değil, daha ‘felsefi’ sebeplerle beraber kutlanması gerektiğini ileri sürmek istiyorum.
Pesah Bayramı, daha önce de bahsettiğim gibi bir yüzyıllarca iliklerde hissedilen bir esaretten kurtulma, özgürlüğe kavuşma hikâyesinden ileri gelmekte. Her sene tekrar edilen mazisi zengin bu hikâye bizim için hem kendi esaretimizden kurtulmak bir uyarı hem de özgürlüğü istemek ve onun uğruna emek sarf etmek için bir fırsat niteliği taşır. İşte sporun (bu yazı özelinde ise basketbolun) tam da görevi bu değil midir?
Uyuşturucudan Basketbola
Buna örnek olarak Fenerbahçe Doğuş’un yürekli savaşçısı Bobby Dixon nam-ı diğer Ali Muhammed’i verebiliriz. Bobby, Chicago’nun dünyaca ünlü kötü mahallelerinden birinde doğup büyümüştü. Annesi dahil tüm ailesi mahallede etrafındaki herkes gibi uyuşturucu işindeydi. O 10 yaşında bir çocukken, 13 yaşındaki abisinin cenazesinde annesinin ellerini kelepçe içinde görmek zorunda kaldı. Kendisi de başka kurtuluş yolu görmediği için uyuşturucu işine girince tutuklanıp cezaevine gönderildi. Kendini hapiste bulan Bobby için bir çıkış yolu görünmüyordu. Ta ki 18 yaşında ona yol gösterip ikinci bir şans veren koç Brian McKinney’le tanışana kadar...
Spora tutkusunu çalışmayla birleştiren Bobby, artık hem fiziksel hem de mental olarak özgürlüğüne kavuşmuş kendini esaretten basketbol sayesinde kurtarmıştı. Gerisi ise tarih diyebiliriz: Avrupa’da birçok ülkeyi gezdikten sonra kendini önce Pınar Karşıyaka’yla Türkiye’nin, daha sonrasında ise Fenerbahçe’yle Avrupa’nin zirvesinde buldu.
Şimdi ise o eski mahallesindeki onun gibi zor koşullarda yaşayan çocuklara el uzatmak için kurduğu dernek vasıtasıyla onlara yardım ediyor, başından geçen olayları onlarla paylaşarak onların da esaretten kurtulmasına yardımcı olmak elinden geleni yapıyor.
Bobby Dixon ve onun gibi niceleri aslında pek de uzağımızda değil. Basketbol ve diğer sporlar vasıtasıyla en basitinden en ciddisine sorunlarını aşan birçok insanla tanışmak mümkün. İşin güzeli yanı ise aynen Pesah Bayramı’nda olduğu gibi spor sayesinde yaşanan özgürlük hikâyeleri ne kadar insana ulaşırsa, özgürlük dalgası o kadar güçlenip daha çok insanı etkisi altına alacak konuma gelecek, böylece nesilden nesle aktarılacaktır.
Bu yüzdendir ki nisan ayının bu dönemleri geldiğinde içimde bir enerji olur, doğayla beraber ben de kişisel özgürlüğüm için adım atmaya çalışırım. Belki de Pesah Bayramı’nda ailece yemek yenirken ‘çaktırmadan’ telefondan basketbol maçlarını göz ucuyla takip etmemin sebebi de bu kurduğum felsefi bağdır.
Ne dersin anne, sana böyle bir açıklama yapsam inanır mısın bana?