Sahnede basit bir dekor. Duvarlarla bölünmüş görünümlü iki kısım. Biri bir binanın içini diğeri bahçesini sergilemeyi amaçlıyor. Bahçe kısmında bir salıncak var. Bu sahnede bir tiyatro eseri sergileniyor. İzleyen kitlenin üçte biri sıradan tiyatrosever vatandaş. Üniversiteli gençlerden oluşan amatör tiyatrocular oyun sergiliyor. Salıncakta salladıkları oyuncu arkadaşlarını ‘mizah abartısı’ yaratarak, bulutların üzerinde uçan bir modele sokmuşlar. Durmadan sallıyorlar. Kalabalığın diğer üçte biri üniversite öğrencisi, geriye kalan ise sivil polis. Öğrenciler ve yerel halk, siyasi ezikliklerini tatmin eder bir gülümseme ile tiyatroyu izlerken diğerleri, görevlerinin ciddiyeti içinde. Salıncaktaki oyuncu, gözlerinin kocaman görünmesini sağlayan ‘şişe dibi’ gözlüklerini atıp, narin, gösterişli, modern bir görüntü sağlayacak yeni gözlükler takmakla uğraşıyor. Daha doğrusu, gözlükle ilgili olarak etrafındakiler uğraşıyor. İmaj yaratıcılar. O gün, bu meslekle ilk kez tanışıyorum.
↔↔↔
Batılı ülkeler, Türkiye’den onlarca yıl önce ‘imaj yaratıcıları’ ile tanıştı. Görevleri, siyasileri, nasıl görünmeleri gerektiğine hazır hale getirmek olan bu meslek erbapları, saç modelinden, giyecekleri takım elbisenin rengine kadar, siyasileri hazırlamakla görevli. Bu ekipler, halka sunulacak siyasetçiyi görsel olarak donatıyorlar. İlk zamanlar anlamadık. Siyasiler halka hazırlanıyorlar diye düşündük. Oysa medyaya hazırlanıyorlardı. Medya araçları kapımızı çalmadan girdiği hayatımızda, zaten halkı potansiyel hedef yapmıştı bile.
İşte o günlerde, televizyon ekranlarından ‘Cross’ marka kalemini sallayarak konuşan merhum Turgut Özal, imaj geliştirme yöntemleri ile medyayı kullanmayı batıdan ithal eden adamdı. O kadar ki, Sayın Mesut Yılmaz’ı siyasete hazırlarken, girişte okuduğunuz tiyatro eserine yansıyan, şişe dibi gözlükleri atıp yerine sıfır numara camlarla poster çektirilmesini sağlamıştı. İmaj yaratıcılarının siyasetçiyi halka değil medyaya hazırlaması pencere camından gözlük yapmak kadar gerçektir. Devamı medyanın işidir.
Medya zaten gerekeni yapar ve halka arzı sağlar. Peki, bu kötü mü? Hayır değil. Değişen ve gelişen onca şeyin yanında elbette siyaseti sunma modelleri de gelişir.
↔↔↔
Şu girişteki hikâyeyi de tamamlayayım. Yer Bolu. Sene 1990. Tiyatroya girerken yakamıza küçük hamurdan yapılmış kırmızı karanfiller takılmıştı. Hâlâ saklıyorum. Tiyatronun oyununun nasıl bittiğini ise size aktaramayacağım. Çünkü ciddi görünümlü ‘görevli’ ağabeyler, devamına izin vermeyerek bir anda müdahale etmişlerdi.
O tiyatronun sonu hâlâ oynanmadı.
Ancak imaj yapıcılar daha da güçlenen bir meslek grubu olarak hayatımıza daha da girdiler.