Nazi ideolojisi için 1934 – 1935 yılları bir deneme yanılma süreci oldu. Hitler, daha sonraki SS birliklerini oluşturacak militanları vasıtası ile merkez görüşe sahip olanların sınırlarını test etmekten kaçınmayacaktı… Dolayısı ile Alman halkının karşısına çıkartılacak ortak bir düşman, bu testin sonuçlarına daha kolay ve daha kesin bir şekilde gidilebilmesini sağlayacaktı. Bu düşman Yahudi’nin kişiliğinde hayat bulmuştu...
1939 yılının 1 Eylül’ünde Alman orduları Polonya sınırını aşarak Varşova’ya doğru hareketlendiğinde, III. Reich Savaşı başlamıştı; Ari ırkının bin yıl sürecek dünya hâkimiyeti için her şey seferber edilmişti; doğudaki Bolşevik düşmanı sona erdirmek için şeytanla anlaşmaya girilmiş, Sovyet Dışişleri Bakanı Molotof ile Alman Dışişleri Bakanı Von Ribbentrop, makulün dışındakini gerçekleştirerek bir ‘saldırmazlık paktı’ dahi imzalamışlardı.
Atılan tüm adımlar, alınan tüm kararlar Alman halkına, Ari ırkına hak ettiği saygın yeri vermek, uzun zamandır süren mağduriyeti, çok değil, 20 yıl kadar önce katlanmak zorunda bırakıldıkları aşağılayıcı yenilgiyi unutturmak içindi…
Bu çaba, savaş içinde başka bir savaş ile de anlam buldu... Dünya halklarının uğradıkları tüm olumsuzlukların nedeni Yahudi’nin süpürülmesi, Avrupa’nın ‘Juden Frei – Yahudi’den arınmış’ olması konusu ve Yahudi sorunu meselesi…
Nasyonal Sosyalizm temel düşüncesini Ari ırkının yücelmesi üzerine kurarken, genelde alt ırkların özelde Yahudiliğin imhasını düstur alır. Bunu Hitler’in ilk dönem konuşmalarında ve yazılarında bulmak hiç de zor değildir. Bir yanda kapitalist düzenle özdeşleşen Yahudi, öte yanda Bolşevizm üzerinden koca Rus Çarlığını ele geçirmiştir. Bu ne Nazi ideolojisinin ne de - zaman içinde - Alman toplumunun kabul edebileceği bir tehlikedir.
Yahudilerin tecrit edilmesi başlıyor
1933’ten itibaren kademeli olarak gelişen, Yahudi’nin toplumsal yaşantıdan tecrit edilmesi, daha sonra birçok halklar ve toplum segmentleri tarafından da satın alınacak bir formül olacaktır. Kitlelerin eğitim seviyesinden, ekonomik gücünden, kültürel derinliğinden bağımsız gelişecek - en naif yaklaşımı ile - bu derin Yahudi düşmanlığı, Avrupa cephesinde belirleyici olacaktır.
Bir önceki savaşın galipleri durumdan haberdar mıydılar? Örneğin 1939’da Manda yönetiminin en acımasız kararına imza atan Londra hükümeti yayınlandığı Beyaz Kitap ile Avrupa’daki Yahudileri Hitler’in kucağına attığını ne zaman fark etmişti, ya da fark etmiş miydi? Filistin Manda yönetimi altında kendilerine burada ulusal bir yuva kurmak için didinenler Avrupa’dan gelen haberlere nasıl tepki vermişlerdi?
“Durumu kabul etmek”
Ve mutlaka sorulması gereken bir soru: Alman Yahudileri? Onlar durumun ne kadar farkına varmışlardı… Haziran 1933’te, kimin tarafından Paris’teki World Jewish Congress – Dünya Yahudi Kongresi ofisine gönderilmiş anonim bir rapor Alman Yahudilerinin durumunu özetlemektedir:
“Bugün karşılaşılan maddi zorluklardan daha çok içinde düşülen moral bozukluğu derin acılar yaşatmaktadır. Tüm Alman Yahudileri yaşantılarının allak bullak olduğunu gördüler. Tüm dünyaları ellerinin altından kayıp gitti ve artık burada bir gelecekleri olmadığını hissediyorlar.
Böylesi sıkıntılı bir durumda Almanya’daki Yahudilerin üç alternatifleri var:
1.) Durumu kabullenmek
2.) Onu ret etmek
3.) Başka bir ülkeye göç etmek
Gördüğüm kadarı ile çoğunluk, yaşadıkları tüm acılara ve belirsizliklere rağmen birinci seçeneğe yakın duracak ve bu duruma adapte olmaya gayret edecek.
Bu yolu seçenler ne kötü Yahudilerdir ne de korkaktırlar. Tam tersine, toplumun liderleri böyle düşünmektedir. Kendilerini milli değerlerin uzağında konumlandıranlar, kendilerinden önce aydınlanmanın nimetlerinden yararlanan büyüklerinin aksine, Alman toplumundan soyutlanmamak için, bu kazanımlarından feragat edeceklerdir. Alman Yahudiliğinin haklarından vazgeçmesi artık bir gerçektir ve buna karşı girişilecek her direniş anlamsız bir çaba olacaktır.
Milliyetçi Yahudiler aydınlanmamın kendilerine sağladıklarına her zaman şüpheyle yaklaşmışlardır. Hakların kişisel olarak algılanmaması gerektiğini, Yahudilerin bir halk olarak görülmesi gerektiğini savunmuşlardır. Nasyonal Sosyalist hükümetle zaman zaman işbirliğine girme durumları olmuş olsa da, son tahlilde Yahudi onurunu ve insan onurunu yaşatmışlardır.
Alman Yahudileri Nazi idaresi ile nereye kadar işbirliği içine girecek? Ancak bu soruya yanıt vermeden, bugün gelinen durumu alt etmek için başka çare var mıdır, bunu sormak gerekir!
Örneğin, savaşmayı seçebilirler. Bu seçenek belki en çekici olanıdır. Ancak böylesi bir savaşın ne getireceğini iyi hesaplamak gerekir: Bu, çoktan yıkılmış bir yapının yeniden inşası için verilecek bir savaş olacaktır. Yahudilerin hızla yitirdikleri saygınlıklarının iadesi için bir savaş olacaktır ki bu Nazi ideolojisinin tam aksini ifade eder. Bu kurulmuş tüm sistemi değiştirmek demek olacaktır… Bu sistemin Katolikleri, sosyalistleri ve komünistleri yerle bir ettiğini ve Alman halkının desteğini aldığını unutmadan, savaşı kazanmak için tüm silahlara sahip olduğunu ve bunları kullanmaktan hiç sakınmayacağını dikkate alarak, hesaplamak gerekir…
Elbette bütün bunlar spekülasyondur. Alman Yahudileri, genç nesilleri dahil olmak üzere, öncelikle burjuva ya da küçük esnaftırlar. Yahudi olmamış olsalardı, belki de Nasyonal Sosyalizme tüm diğer Almanlar kadar duyarlı ya da duyarsız olacaklardı ve yeni devlet düzenine karşı böylesi bir savaş düşünmeyeceklerdi bile…”
Gerçekten de, toplum, bürokrasi ve iş dünyasının Führer prensiplerine bağlılıkları arttırdıkça, Alman Yahudilerinin kendilerini Alman toplumu içinde tutma çabası eriyip gidecekti.
“Führer’in böyle bir tasarrufu olduğuna inanmıyoruz”
Alman Yahudi toplumunun içine sürüklendiği belirsizliğin ağırlığı, 4 Ekim 1933’te ‘Ortodoks Yahudilerinin Çıkarları için Bağımsız Birlik’ tarafından Hitler’e gönderilen mektupta kendini belli etmektedir…
“Alman Yahudiliğinin Ortodoks görüşteki kısmını temsil eden, aşağıda imzaları bulunan kurumları, Yahudi dininin, Yahudi halkının yegâne tarihsel temeli ve kanıtı olarak görüyor ve bu anlamda, Sayın Reich Şansölyesi, Yahudi sorunu ile ilgili görüşlerini samimi ve açık bir şekilde paylaşmak istiyor:
Alman halkı tarafından Alman Yahudilerine dayatılan güncel durum, hoşgörü sınırlarını aşmakta, hukuki ve ekonomik varlıklarını, iyi bilinirliliklerini ve dini faaliyetlerini tehlikeye atmaktadır. Böylesi bir durum dış dünyadaki bağımsız gözlemcileri rahatsız etmektedir. Bu bağlamda Alman hükümet çevrelerinin Alman Yahudiliğinin yok olması ile sonuçlanacak böylesi bir duruma izin vermeyeceğine güveniyoruz. Dolayısı ile böylesi bir kanının ortadan kalkması için gerekli adımların atılması dış dünyanın aydınlatılması açısından önem arz etmektedir.
Ortodoks Yahudi kurumları, Alman hükümetinin Alman Yahudiliğinin imhasını düşündüğü konusundaki yanılgılara katılmamaktadır. Toplum içinde bazı bireylerin böyle bir amacı olduğu bilinse de, Führer’in ve hükümet çevrelerinin böyle bir tasarrufu olduğuna inanmıyoruz.
Ancak bu konuda yanlışımız varsa ve siz, Sayın Reich Şansölyesi ve yönetmekte olduğunuz ulusal hükümet, Reich’ın ve Nazi Partisinin diğer ileri gelenleri, hedefleriniz arasına Alman Yahudiliğini Alman siyasi ve sosyal hayatından çıkartmayı aldıysanız, kendimizi hayallere kaptırmadan acı gerçekle karşılaşmak isteriz. O zaman trajik kaderimizi cesurca omuzlamak ve getireceklerini huzurla Tanrı’nın ellerine bırakmak isteriz.”
1934 yılının 30 Haziran’ı tarihe ‘Uzun Bıçaklar Gecesi’ olarak geçer. Başta SA birliklerinin efsanevi komutanı Ernst Röhm olmak üzere Nasyonal Sosyalist hareketin partileşmesi süresince Hitler’i destekleyen birçok ismin önce hapse atıldığı ve daha sonra “olası bir muhalefet” – ya da belki darbe demek daha doğru olacaktır…- iddiası ile öldürüldüğü bir sürecin başıdır bu!
Bu tarihten itibaren Hitler, ordu dahil hiçbir devlet kurumunun veya bürokratik yapının partinin üstüne yük olacak şekilde güçlenmesine izin vermeyecek, bu anlamda hedeflediği totaliter yönetimi hayata geçirecekti. Kendisini frenleyebilecek ve Alman halkını hâlâ etki altına alabilecek yaşlı Cumhurbaşkanı Mareşal Von Hindernburg’un aynı yılın ağustos ayındaki ölümü ile Hitler, siyasi sahnede tek aktör olarak kalır. Hindenburg’un makamına ait son mekanizmaları da kendine bağlar.
Bu süreç içinde Alman halkının ne düşündüğü konusunda yargıda bulunmak hiç de kolay değildir. Alman Yahudileri, Yahudi olmayan komşularına baktıklarında, zorla Nazi ideolojisine sevk edilenleri mi yoksa bunu benimsemeye zorlananları mı görüyorlardı? Parti talepleri ile o ana dek olan yaşantıları arasındaki mesafe neydi? Führer’e sorgulanmaz bir itaat mi vardı yoksa buna bir direniş olası mıydı?
Özgür düşünce uzun zamandır askıya alındığı için rejim kendi siyasi görüşleri hakkında halkın nasıl bir tutum takındığını ölçme yeteneğine sahip değildi. Tarihçiler bugün dahi halkın Hitler’e olan desteğinin derinliği ve genişliği ile ilgili bir fikir birliğine varamamışlardır. Dolayısı ile Yahudi olmayan Almanların tedirginliklerini ve nasıl bir telaş içinde düşmüş olabileceklerini irdelemek, Alman Yahudilerininkini irdelemekten çok daha zordur.
Bu anlamda Nazi ideolojisi için 1934 – 1935 yılları bir deneme yanılma süreci olmuştur. Hitler ve çevresi, daha sonraki SS birliklerini oluşturacak militanları vasıtası ile merkez görüşe sahip olanların sınırlarını test etmekten kaçınmayacaktı… Dolayısı ile Alman halkının karşısına çıkartılacak ortak bir düşman, bu testin sonuçlarına daha kolay ve daha kesin bir şekilde gidilebilmesini sağlayacaktı. Bu düşman çoktandır Yahudi’nin kişiliğinde hayat bulmuştu...
Yahudiler ise kendi taraflarında, Yahudi olmayan Alman halkının ‘kirlenmemiş artıklarına’ daha ne kadar güvenebileceklerini test etmeye çalışacaklardı…
Bu Yeni Almanya’da yaşanabilir miydi?