Son yıllarda özellikle üreticilerin oluşturduğu ve inanmayı seçtikleri en önemli algılardan biri de arz-talep ile ilgili. Farklı sektörlerde üretim yapsalar da, genel bir yanılsama olarak üreticilerde bir ürünün minumum satış fiyatını oluşabilecek minumum üretim maliyeti olarak belirleme eğilimi var. Ancak bir ekonomik yaşam alanının en önemli belirleyicilerinden biri istisnalarının ne olduğudur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de arz-talep konusunda sık sık istisna yaşandığını görebiliyoruz.
Bildiğiniz gibi iktisadi anlamda fiyatın oluşması için arz ve talebin bir noktada kesişmesi gerekir. Arzın talebe göre fazla arttığı dönemlerde fiyat düşerken, talebin yükseldiği ve arzın buna eşlik etmediği dönemlerde ise fiyatlar artar. Tabi bu söylediğim ekonomik varsayım ’’ ceteris paribus’’a yani diğer tüm değişkenlerin sabit kabul edildiği duruma dayanır. Ülkemizde finansal okuryazarlık oranı maalesef düşük olduğu için çoğu zaman bu ’’diğer durumları’ tamamen göz ardı etme eğiliminde oluyoruz.
İnsanoğlunun en önemli zaaflarından birisi, inanmak istediği yalanlara hızlıca inanması… Bunun özel hayattaki etkileri bireysel olması nedeniyle sınırlı kalsa da, toplumların önemli kesminin bu özelliği taşıması, Çiftlikbank olayında gördüğümüz gibi etkileri ekonomik ve sosyal boyuta da taşıyabiliyor. Son yıllarda özellikle üreticilerin oluşturduğu ve inanmayı seçtikleri en önemli algılardan biri de arz-talep ile ilgili. Farklı sektörlerde üretim yapsalar da, genel bir yanılsama olarak üreticilerde bir ürünün minumum satış fiyatını oluşabilecek minumum üretim maliyeti olarak belirleme eğilimi var. Ancak bir ekonomik yaşam alanının en önemli belirleyicilerinden biri istisnalarının ne olduğudur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de arz-talep konusunda sık sık istisna yaşandığını görebiliyoruz.
Türkiye’de arz-talep dengesinde önemli noktaları göz ardı eden kesimin başında müteahhitler geliyor. Türkiye demografisi, ciddi bir konut talebini son derece destekliyor olsa da, talep sadece insan nüfusundan ibaret değil. Aslında içimizi acıtsa da sorulması gereken soru şu; bu bahsettiğimiz genç ve dinamik nüfus, yeni yapılan gökdelenlerde oturmayı hakedecek kadar ne yaptı? Ya da o kadar para kazanabiliyor mu? Diğer bir şekilde soracak olursak; bu ülke, ortalama insanlarına yeni yapılmış sıfır dairelerde oturma imkânı verecek kadar refaha sahip mi?
5 milyon bina eskimiş ve yenilenmesi gerekiyor olabilir. Eminim Bolivya’da ya da Etiyopya’da da yenilenmesi gereken binlerce bina vardır. Önemli olan bunu gerçekleştirebilecek ekonomik dinamizmin olması. Aksi halde bu konular hep gerekiyor olarak kalacaktır.
Konuyu daha net anlatabilmek adına spesifikleştiriyorum. Nijerya’da yaklaşık 180 milyon insan yaşıyor, tahmin edeceğiniz gibi demografi gerçekten de inşaat sektörünü destekler nitelikte. Ancak Nijerya’nın her yanını gökdelenlerle ya da lüks binalarla doldurursak, o binaları alacak insan bulmakta çok zorlanacağımız kesin. 100 metrekarelik lüks bir rezidansın Uganda’daki maliyeti örnek olarak 100 bin dolar olsun. Türkiye’deki üreticilerin mantığı ile bu dairenin fiyatı 100 bin doların altına düşemez. Ancak Uganda’da o gökdelenden daire alacak tek bir insan bile bulamadığınızı düşünün. O zaman ne yaparsınız?
Otomotiv sektörü
Buna benzer bir örnek otomotiv sektörü için de geçerli. Otomotiv sektörü perakendecilerinde, belli markalarının bayiilerinde, ulaşımın insanların temel ihtiyacı olduğu ve dolayısıyla bundan vazgeçemeyecekleri algısı var. Bu nedenle fiyatlar ne olursa olsun, vergiler nereye çekilirse çekilsin satışların çok büyük bir darbe yemeyeceği düşüncesi hâkim. Fakat bunun antitezini görebilmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok. Hemen sınırımızdaki Bulgaristan’a gidip, oradaki araçlara bakarsanız insanların maddi imkânsızlıklar olduğunda ulaşım ihtiyaçlarını bile minumuma indirgediğini görebilirsiniz.
Anadolu’nun neredeyse tüm yemeklerinde yer alan dana etinin tüketiminin, Avrupa standartlarının yaklaşık 1/7’si kadar olması, insanların yoksullukla karşı karşıya kaldıklarında yemekten dahi kısabileceğinin en net göstergesi sanırım. Değil ki yeni bir otomobil ya da lüks bir rezidans dairesi...
Dolayısıyla her ne üretirse üretsin üreticiler, daha çok para kazanma hırsı ile üretmeden önce, ilk olarak içerisinde bulundukları lokal pazarı, daha sonra da küresel pazarın talep seviyesini gerçekçi bir şekilde öngörmek zorunda. Türkiye’nin nüfusu 80 milyon değil, 180 milyon olsa da, o yeni dairelerde insanları oturtabilecek bir ekonomisi arkasında durmuyorsa, o dairelerinizi satamazsınız.
Son 30 yılda, teknoloji öyle bir hal aldı ki, artık ürettiğiniz ürünü satın alacak müşteriyi bulmak, üretmekten çok daha önemli hale geldi. Yeterli pazarı bulduktan sonra, üretim neredeyse sınırsız diyebiliriz. Dolayısıyla üretim yaparken, minumum fiyatı maliyete göre değil, talep dengesine göre belirlemek, üreticiler için asıl belirleyici faktör olmalı.