Hayatı daha iyi anlamak, insanın gizemini bir nebze kavrayabilmek için doğru dürüst filmler seyretmek gerek. Özellikle, sürekli olarak varoluşu sorgulayan, yaşam denilen ‘saçma’yı, toprağını elleriyle kazıyarak inceleyen, ezcümle hayatla derdi olan yönetmenlerin filmlerini izlemek gerek.
Hayatı daha iyi anlamak, insanın gizemini bir nebze kavrayabilmek için doğru dürüst filmler seyretmek gerek. Özellikle, sürekli olarak varoluşu sorgulayan, yaşam denilen ‘saçma’yı, toprağını elleriyle kazıyarak inceleyen, ezcümle hayatla derdi olan yönetmenlerin filmlerini izlemek gerek.
Nuri Bilge Ceylan, her yeni filmiyle bu derdi anlamaya ve aktarmaya çalışan dünya çapında bir yönetmen. Dert ortaklarının ona çok borcu var.
Hayat denilen, genelde insanın iç sıkıntısıyla karşıladığı ve yaşamak zorunda olduğu, doğum ve ölüm arası koca zaman diliminde, ne için ve nasıl var olduğunu sorgulayan bir yönetmen Ceylan, aynı zamanda.
İnsanın zaaflarına, doğasının sorunlarına objektifini çeviren ve giderek, adeta insanın doğasını suçlayan bir gözlemci de Ceylan.
Son filmi ‘Ahlat Ağacı’nda muhteşem bir görsel ve düşünsel şölenle çıkıyor seyircinin karşısına.
Anadolu taşrasının bitmek bilmez muhafazakârlıktaki tekdüze, sıkıcı, sıradan, kısaca, bilinçli yaşamak isteyenlerin iç sıkıntılarının işkenceye dönüştüğü topraklarında dolaşıyor ünlü yönetmen, tüm önceki görkemli filmlerinde olduğu gibi.
Doğrudan siyaset yapmadan ülkenin ve insanının varoluş anlayışını, onu oluşturan dinamiklerini kafaya takıyor.
Taşranın renksizliğini, ‘birbirlerine bezelye tanecikleri gibi tıpatıp benzeyen sıkıcı insanların yaşadığı’ toprakları odağına alırken, ülkenin genel siyasi ve kültürel iklimine sataşıp insanının ruhsal coğrafyasında sürekli olarak dolaşmayı da ihmal etmiyor yönetmenimiz.
Atanamayan on binlerce öğretmenlerin dramından tutun da, yüksek öğrenim mezunlarının işsizlikten polis mesleğine kayarak, ‘solcu gençleri coplayarak stres atma’larına, inşaat müteahhitlerinin belediyeyle olan çarpık ilişkilerinden, hamasi milliyetçi söylemlerle varoluşlarını konumlandıran lümpen zenginlere kadar yaşadığımız toprakların soyut resmini çiziyor.
Filmin kahramanının, daha çok çevresinden kaynaklanan varoluş sıkıntısını ve giderek isyanını, “Diktatör olsam buralara atom bombası atardım” sözleriyle dile getirtecek kadar radikalleşiyor.
Ancak bütün bu politik dokunuşlar resmin çerçevesi için çiziliyor. Zira ortada, Ceylan’ın hep yapageldiği gibi insan ve ruhunun derinliklerindeki arayış ve giderek kendisiyle, geçmişiyle ve hatalarıyla yüzleşme resmi var.
Ahlat ağacının görüntüde yamuk, yalnız ama meyvesinin tatlı olduğu gibi, ‘yamuk’ ama güzeli arayan insanların hayatla debelenişidir söz konusu olan.
Kahramanlarımız Sisifos Efsanesi’nde olduğu gibi adeta Tanrılar tarafından cezalandırılmış gibidir. Efsanedeki kahraman kendi ağırlığı kadar bir kayayla bir tepeye tırmanmaya çalışırken ağırlığından dolayı elinden aşağıya doğru düşen kayayı seyreder ve sonra tekrar dener, tekrar başarısız olur sonsuza kadar. Hayatın ‘saçma’sı buradadır işte. Ama Sisifos bir gün bunu başaracağının umuduyla yaşamakta ve seyretmektedir ‘saçma’yı.
Nuri Bilge Ceylan ise filminde kahramanının birini bir türlü su çıkmayan dipsiz kuyuyu kazmakla cezalandırır adeta. Bir gün mutlaka su bulunacağı ümidini hiç kaybetmeden sürekli aynı işi yapar. Zira aslolan hayata devam etmektir, bunca saçma’sına, bunca sıkıntısına ve hatta işkencesine rağmen… Ceylan’ın son kahramanları, ahlat ağacı gibi yalnızdır, yamuk yumuktur ama ağacın meyvesinin son tahlilde insanın ağzında hoş bir tat bıraktığı gibi, yalnızlıkları bitene kadar var olmak adına, isyan ve mücadeleye devam etmektedirler. Kimi kuyu kazmaya, kimi de kimsenin okumayacağı bir kitap yazmaya cezalıdır.
Nuri Bilge Ceylan uzun yıllardır, özellikle taşra insanının açmazlarını ve varoluşsal sorunlarını, düşünen ve düşündürten filmlerle suratımıza çarpıyor.
Ceylan, Ahlat Ağacı’nda, biri geleneksel, diğeri yenilikçi iki imamla, hayatı sadece aklıyla sorgulayan kahramanımız arasında yarattığı uzun diyalog ile din ve inanç üzerine sinemanın düşünsel noktadaki gücünü zirveye çıkarıyor.
Lakin Ahlat Ağacı’nda sinema tarihine damga vuracak öyle kısa bir başyapıt bölüm var ki, muhafazakar topraklar üzerinde var olmaya çalışan kadınların trajedisini benzersiz bir sinematografi ile gösteriyor. Toplumsal baskı ile ruhunun derinliklerindeki özgürlük arayışları arasında ezilen kadının teslimiyet- özgürlük ikilemini köylü kızın ağzından ve yüreğinden ‘göstermesi’ trajediyi anlayabilmek adına eşsiz bir fotoğraf sunuyor.
Bu toprakları, insanını ve onun doğasından kaynaklanan evrensel trajedisini anlamak için Nuri Bilge Ceylan’ın, yoğun toplumsal ve bireysel gözlemler içeren ve hem göze, hem yüreğe hem de beyne hitap eden filmlerini izlemek gerek.
Bir nebze hakikat’e yaklaşmak adına,
Hayatla derdi olan onun filmlerini kaçırmasın.