• Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistin konusu uluslararası camiayı ilgilendiren ve uluslararası planda götürülmesi gereken bir konudur. Türkiye bu bakımdan BM’de ciddi bir çizgi izlemiştir. Bence ikili ilişkileri ayrı tutmak gerekir. Bana sorarsanız, büyükelçilerin karşılıklı olarak görevlerine dönmelerinin bir sakıncası yoktur. İsrail ile turizm, ticaret ve diğer alanlardaki ilişkilerimizi Filistin konusuna orantısız bir şekilde bağlamayı da doğru bulmuyorum. Bunlar daha çok iç politikada kazanç sağlayacağı düşünülerek gösterilen tepkilerdir. Toplumda ideolojik yönü güçlü dar bir kesimin dışında ciddi bir karşılığı olduğunu da sanmıyorum. OĞUZ DEMİRALP – www.t24.com.tr
Senelerdir tekrar edilen ve bazı kişilerin maalesef inandıkları bir palavra vardır: Vehbi Koç ile ortağı Bernar Nahum’un babaları Osmanlı İmparatorluğu’nun 1909 ile 1920 seneleri arasında Hahambaşısı olan Haim Nahum’dur. Haim Nahum siyonist hareketin liderlerindendir, bu yüzden Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa’nın danışmanlığını yapmıştır ve Koç ailesinin sermayesi Vehbi Bey’in “babası” Haim Nahum’un Osmanlı Bankası’ndan yürüttüğü altınlardır!
Neresini düzelteceksiniz? Hahambaşı Haim Nahum’un siyonist değil, tam tersine antisiyonist olduğunu mu, siyonizm ile mücadele için cemiyetler kurup yayınlar yapması yüzünden Avrupa’daki teşkilâtların Nahum’un ayağını kaydırmak maksadıyla her türlü çabayı gösterdiklerini mi, Lozan’da bulunmasının sebebinin Batı’daki geniş çevresinden istifade etmek düşüncesinin bulunduğunu mu, yoksa Haliç’te orta halli bir esnafın oğlu olan ve sonradan Vehbi Koç ile ortaklık kuran Bernar Nahum ile Hahambaşı Haim Nahum arasında soyadı benzerliğinden başka bir alâkanın vârolmadığını mı, hangisini?
Ben, İstanbul’dan ayrılmasından sonra Kahire’ye yerleşen ve Mısır’ın Hahambaşısı olan Haim Nahum’un Paris’te yaşayan oğlu Jojo Nahum’u uzun seneler önce tanımıştım. Hem de nerede bilir misiniz? Sultan Vahideddin’in torunlarının evinde... Dedeleri tahta çıktığı zaman imparatorluğun hahambaşısı olan Haim Nahum’un ailesi ile sık sık görüşürlerdi, zaten “Bu Yahudi, bu Ermeni, bu bilmemne...” gibisinden tuhaf ayırımları da bilmezlerdi...
Murat Bardakçı
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/2002546-ali-koc-haci-bayram-i-veli-ve-yahudilik
TRUMP başkanlık koltuğuna oturur oturmaz önüne imzalaması için bir devlet belgesi kondu. Kendi başkanlığı döneminde Amerika’nın, İsrail’in nükleer programından vazgeçmesinin ve nükleer silahlarını yok etmesinin istenmeyeceğinin garantisini veren bir belgeydi bu.
Gerçi bu Trump’ın gönülden istediği bir politikaydı ve bunun garantisi çok önceden İsrail’e verilmişti, ama olmasaydı bile bu devlet belgesini imzalamak zorundaydı.
Çünkü kendinden önce gelen tüm başkanların önüne de konulmuştu bu belge ve onlar da imzalamışlardı.
2020 seçiminde yeni başkan seçilirse, Cumhuriyetçi-Demokrat fark etmez, o da bunu imzalayacak. Bu Amerikan devletinin yazılı olmayan bir kuralı ve resmen açıklanmasa da Washington’un iç dinamiklerini takip edenler tarafından iyi bilinen bir kural.
Gerçi Obama da koltuğa oturur oturmaz bu anlaşmayı imzalamıştı, ama başkanlığının sonuna doğru ABD ile İsrail arasındaki ilişki çok da kötüleşmeye başlamıştı.
Hatta o dönemi bilenler diyorlar ki; İsrail o günlerde Amerika’nın en büyük istihbarat tehdidi algısı haline geldi. Hatta o günlerde Washington’da birçok üst düzey isim, İsrail için casusluk soruşturmasına hedef oldu.
Bunlardan bazıları da çifte vatandaş oldukları İsrail’e kaçarak kurtardılar kendilerini. Aralarında tanıdığım bazıları da şimdi Trump başkan olduğu için geri dönmeye ve şehirde neocon’lar olarak yeniden aktif olmaya başladılar.
Obama döneminin sonuna yaklaşılırken İsrail bir daha onun görüşlerine yakın bir Demokrat adayın seçilmemesi ve Netanyahu’nun kendisine çok yakın gördüğü Trump’ın seçilmesi için birçok faaliyet başlatmış.
Serdar Turgut
İsrail, 1950'lerden itibaren ve özellikle de 1979'daki İslam Devrimi'nden sonra İranlı Yahudi göçmenlerin akınına uğradı. Bu durum İsrail'e Farsça ile ilgili muazzam bir potansiyel casus havuzu sağladı.
Ancak zaman içerisinde akış azaldıkça Farsça, İsrail'de daha aranır hale geldi. Bu da istihbaratta görev alacakların ya kursa gitmesi ya da göçmenlere yönelik radyo programlarını dinleme veya farklı alternatiflere yönelmesi anlamına geliyor.
Petah Tikva'da bir lisede "İran, Güvenlik ve İstihbarat" isimli bir programda da İsrail'in sadece bir düşmanla savaşa hazırlanmasından öte başka şeyler de öğretiliyor.
Okulda Farsça ve tarih öğretmenliği yapan İran doğumlu müzisyen Hanna Jahanforooz, “Tadından kokusuna, İran kültürü ve halkıyla ile ilgili her şeyi ele alıyoruz. Öyle bir ülke ki binlerce yıl öncesine uzanan muhteşem bir kültür" sözleriyle İran'ın farklı yönlerinin de öğrencilere aktarıldığını söylüyor.
İran’la ilgili İsrail’in ulusal güvenlik ihtiyaçlarının çok daha ötesinde bilgiye sahip olduğunu söyleyen 17 yaşındaki bir kız öğrenci de ismi gizli kalmak kaydıyla verdiği mülakatta, "İran programının belirli bir alanda değil belki ama ileride geniş yelpazede çok farklı birimlerde bana çok fazla katkısının olacağına inanıyorum. Şu anda programa başladığım zamandan çok farklı bir bakış açısına sahibim. Araştırmak, anlamak ve öğrenmek için bana gerçekten çok fazla imkan sunduğunu hissediyorum. Düşünce şeklim bile gelişti." diyor.
Mustafa Bağ
http://tr.euronews.com/2018/06/05/iran-israil-istihbarat-savaslar-ve-dilin-onemi
Yaklaşık 100 yıldır İstanbul Beyoğlu’nda korsecilik yapıyordu Avramaoğlu ailesi. Kelebek Korse en son İlya Avramoğlu’na kalmıştı. Ancak Borçlar Kanunu ile yerlerinden oldular. Şimdi de Kurtuluş’taki yeni yerlerinde kapanmanın eşiğindeler.
Yüzlerce dükkân gibi onunkisi de tutunabilmenin hikâyesi. 3 yıl önce Beyoğlu’ndan Kurtulaş’a taşıdı Avramoğlu dükkânı. Burada da geçim sıkıntısı yaşıyor; “Tüm müşterilerim Beyoğlu’nda kaldı. Bazen hiçbir şey satamadan dükkânı kapattığım günler de oluyor. Beyoğlu’ndaki yeri kapatınca yardımlarla ayakta durmaya çalıştım. Burayı para kazanmak amacıyla açtım. Ama iki buçuk sene oldu cebime bir kuruş para koymadım. Beyoğlu ile burası arasında çok büyük müşteri farkı var. Beni tanıyan müşterilerim oraya gelirdi” diyor.
Kelebek Korse Beyoğlu’ndaki 100 yıllık geçmişi ile oranın simgelerinden biriydi. Aynı zamanda tarihe de tanıklık etmişti. Avramoğlu Kelebek Korse’nin neden Beyoğlu’nun simgelerinden biri olduğunu. “6-7 Eylül olaylarından tutun rantsal dönüşüme kadar her şeyi yaşamıştı bu dükkân. Kabuk değiştiren İstiklal gibi bir kültüre mal olmuş olaylara şahit oldu” diye anlatıyor.
“İstiklal Caddesi’nde oranın dokusunu simgeleyen tüm dükkânlar ile birlikte bir tarih kapandı. Bu mağazalar caddenin alışveriş kültürünü simgeleyen mağazalardı. Hepsi yok edildi. Caddenin diğer özelliği ise birçok dinden, kültürden insanları barındırıyor olmasıydı. Farklılıkların içinde bir arada yaşayan bir mozaikti. Zaman içinde mozaiği yok ettiler. Fiyatlar anormal derecede arttı. Gücü olan zayıf olanı ya parayla ya da tehditle gönderdi. Bu şekilde İstiklal Caddesi çok büyük bir değişime uğradı.”
Melis Günden
İklim değişikliği, kuraklık ve susuzluğun insan psikolojisi, sosyal hayat, ekonomi ve üretim üzerindeki olumsuz etkisi biliniyor. Tıpkı Dünya Bankası raporlarına da yansıyan, 2006’dan itibaren Suriye’de hüküm süren kuraklığın, iç savaş üzerine etkisi gibi.
Dahası, İran’da çoğu baraj ve su kaynağını Devrim Muhafızları’nın şirketleri yönetiyor. Adam kayırma, yolsuzluk, fahiş fiyat, ekonomik sosyal tepkilerin karakter değiştirerek, siyasallaşmasına ve rejime fatura edilmesine neden oluyor.
Bu gelişmeleri göz ardı etmeyen İsrail Başbakanı Netanyahu, yaz sıcaklarının başladığı bu günlerde bir televizyon kanalına çıktı. Elindeki şeffaf sürahiden cam bardağa su doldurarak içti. Ardından da İran’ın içinde bulunduğu “su kıtlığına” dikkat çekti.
Soruna kendi “savaşı” çerçevesinde yorum getirdi. Su kıtlığının sorumlusunun rejim olduğundan bahisle, İsrail’in İran halkına su teknolojileri konusunda yardımcı olmaya hazır olduğunu açıkladı. Anlaşılan, İsrailli politikacı ve güvenlik analistleri su kıtlığının ekonomik, sosyal, psikolojik, siyasi sonuçlarının İran da “milli güvenlik” sorununa dönüşme potansiyelini gördüler. Şimdi de bu cepheyi takviye ediyorlar. Cephe sadece askerleri alanı değil, televizyon kanallarını ve su gibi stratejik kaynağı da kapsıyor. Bizim için de ilginç bir örnek olmalı.
Nihat Ali Özcan
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/nihat-ali-ozcan/iran-israil-geriliminde-yeni-2686887/
Ürdün’ün Orta Doğu’da ve Arap Dünyası içinde önemini ortaya çıkartan husus İsrail-Arap çatışmasında bir “ön plan” ülkesi olması ve Filistin sorunu konusunda oynaya geldiği roldür. Bugün Ürdün nüfusunun (en az) yarısının Filistin asıllı olduğuna işaret edilmektedir. Ülkede 350 bine yakını (resmi) kamplarda olmak üzere 2 milyona yakın Filistinlinin yaşadığı bilinmektedir.
Uzun bir süre İsrail’deki bazı çevreler ve özellikle (katı) Siyonist Yahudiler, Filistin bağlantıları nedeniyle (tamamen yanlış tarihi ve demografik esaslara oturtulsa da) Ürdün’ün Filistinlilerin devleti olduğunu, Filistin’in (esasında) 1921 yılında (İngilizler tarafından Araplarla Yahudiler arasında) bölündüğünü ileri sürmüşlerdir. Ürdün Nehrinin batı yakasında yaşayan Filistinlilerin temel haklarını, asırlar boyu süren varlıklarını hiçe sayan ve “Ürdün Seçeneği” adı verilen bu “görüş” bugün bile (aşırı Yahudi çevrelerce) savunulabilmektedir.
Geçmişe baktığımızda Ürdün-İsrail ilişkilerinin daima sorunlu olduğu ve İsrail’e karşı nasıl bir politika uygulanacağının Batı yanlısı (ve Batı’yla özel ilişkiler içinde olan) Ürdün Yönetimi için daima bir ikilem yarattığı izlenmektedir. Ürdün’ün (kuruluşundan sonra) İngiltere ile tesis ettiği yakın bağlar zamanla ABD ile yakın ve karmaşık bir ilişkiye dönüşmüştür. Ürdün yönetiminin Batı ile olan (yakın) bağları ile Ürdün halkının Filistin davasına olan desteği ve Filistin halkıyla bağları arasında ilginç bir çizgide kaldığı, (babası) Kral Hüseyin gibi (şimdiki) Kral (2.) Abdullah’ın da bu ikilem içinde politikalar ürettiği görülmektedir.
Ürdün-İsrail ilişkileri geçmişte zor dönemlerden geçmiştir. Ürdün ilk Arap-İsrail Savaşı’na (1948) katılmış, bu savaş sırasında (o dönemki İngiliz mandası) Filistin topraklarının bir bölümü (Batı Şeria ve Doğu Kudüs) Ürdün kontrolüne girmiştir. Kralı Hüseyin (Batı’yla olan bütün bağlarına rağmen) İsrail’in kurulmasından sonraki yıllarda (Batı aleyhtarı ve Arap milliyetçisi ) Mısır lideri Nasır’la (İsrail’e karşı) yakın işbirliği yapmış, Ürdün ikinci Arap-İsrail Savaşı’na da (Mısır ve Suriye ile birlikte) katılmış, İsrail bu savaş (1967) sırasında Ürdün (Şeria) Nehri’nin batısındaki tüm toprakları (Batı Şeria ve Doğu Kudüs) işgal etmiştir. Ürdün üçüncü Arap-İsrail savaşına (1973) ise katılmamıştır. Ürdün 1996 yılında barış anlaşması imzalayarak (Mısırdan sonra) İsrail’i tanıyan, İsrail’le siyasi ve ekonomik ilişkiler kuran ikinci Arap ülkesi olmuştur.
Amman’ın İsrail’e bakışı 1996 yılından sonra da inişli çıkışlı olmayı sürdürmüştür. İsrail’in “Oslo Süreci’nden” giderek uzaklaşması, “iki devletli çözüm” yerine (Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da) genişlemeyi ön plana çıkartan politika ve uygulamaları Ürdün için (dış politikada) yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ürdün 1988 yılında Batı Şeria (ve Doğu Kudüs) ile bütün “siyasi bağlarını” kestiğini açıklamış, bununla birlikte (Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra Camilerinin bulunduğu) Harem-i Şerif’in yönetiminde Ürdün’ün bazı sorumlulukları devam etmiştir.
Oğuz Çelikkol
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/urdun-nicin-onemli-40864949
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistin konusu uluslararası camiayı ilgilendiren ve uluslararası planda götürülmesi gereken bir konudur. Türkiye bu bakımdan BM’de ciddi bir çizgi izlemiştir. Bence ikili ilişkileri ayrı tutmak gerekir. Bana sorarsanız, büyükelçilerin karşılıklı olarak görevlerine dönmelerinin bir sakıncası yoktur.
İsrail ile turizm, ticaret ve diğer alanlardaki ilişkilerimizi Filistin konusuna orantısız bir şekilde bağlamayı da doğru bulmuyorum. Bunlar daha çok iç politikada kazanç sağlayacağı düşünülerek gösterilen tepkilerdir. Toplumda ideolojik yönü güçlü dar bir kesimin dışında ciddi bir karşılığı olduğunu da sanmıyorum.
Geçmişteki tecrübelerimizden belli. Bizim hem israil hem de Filistin ile konuşabilmemiz, Hamas üzerinde de etkili olabilmemiz gerekir. İki taraf da bize güvenir, bizi dinlerse, bu tür olayların bir daha çıkmaması için gerekli önleyici diplomasi işini yapabiliriz (Bu, sahada her gün faal olmakla, dolayısıyla tam diplomatik kadrolarla yapılabilecek bir iştir). Filistin’e yardım faaliyetlerimizi de daha rahatça yürütürüz. İsrail de bize tepki olarak Kıbrıslı rumlarla, Yunanistan’la münasebetsiz bağlantılar kurmaya gerek duymaz.
Oğuz Demiralp
http://t24.com.tr/yazarlar/oguz-demiralp-x/gazamiz-mubarek-olsun,19916
Netten okumalar
https://odatv.com/israil-sarki-soylemeyi-bilmiyor-mu-17061837.html
https://www.arkeolojikhaber.com/haber-seferadlarin-besigi-sardes-antik-kenti-13310/
http://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j229/a32881-Roni-AGOSa-konusursa
http://www.gazetebilkent.com/2018/06/06/kristal-geceye-bir-kala-vom-rath-suikasti/
http://www.yeniduzen.com/yahudi-muhacirler-36-12500yy.htm
https://www.youtube.com/channel/UCATq42RJEL8SocNblsWhm6w
http://ispanyolcadefteri.blogspot.com/2018/03/ladino-bir-dilin-hikayesi.html
http://kafkassam.com/portekizin-yahudi-acilimi-ve-turkiye-yahudilerini-portekize-kim-gonderiyor.html
Takılan tweetler
Hay Eytan Cohen Yanarocak @hayeytan 14 Haz
Daha fazla
Türk moda devi @LCWaikiki bugün İsrail’deki ilk mağazasını Hayfa şehrinde açtı. Çok yakında Petah Tikva ve Beer Şeva şubeleri de açılacakmış. Türkiye’de İsrail’e karşı uygulanacağı dillendirilen ticari ambargo ufukta gözükmüyor. #israil #türkiye #ihracat #ithalat
https://twitter.com/hayeytan/status/1007252243471589378
İstanbul LOOK @IstanLOOK 5 Haz
Daha fazla
Balat Çiçek Sinema Bahçesinde Büyük Konser #birzamanlar #istanbul #nostalji #Balat
https://twitter.com/IstanLOOK/status/1003972418342354945