Batı Anadolu Yahudilerine özgü hastalık tedavi yöntemleri ve uygulamalar - 2

Batı Anadolu’da yaşayan Yahudiler, farklı coğrafyalardan gelmiş olsalar da, zaman içinde Sefarad geleneklerini ve kültürünü benimsediler. İzmir ve çevresindeki kentlerde yaşayan Yahudiler, birçok alanda olduğu gibi, hastalıklarının tedavisinde de belli bir kültür geliştirmişti.

Perspektif
20 Haziran 2018 Çarşamba

Dr. Siren Bora

Batı Anadolu’da Sefarad Yahudilerine özgü tedavi yöntemlerinin coğrafi kökeni İber Yarımadası olarak kabul edilmekte. Fakat aslen Mezopotamya uygarlıklarından biri olan Yahudi uygarlığının bilimsel kökenlerinin, sadece İber Yarımadası olduğunu ileri süren tez kısır bir yorum olmaktan ileri gitmez, gidemez.

Batı Anadolu’da Sefarad Yahudileri tarafından kullanılan tedavi yöntemleri

İzmir Sefadlarına özgü hastalık tedavi yöntemlerine ilişkin elimizdeki ilk somut bilgi, 1784 veba salgınına ilişkindir. İzmir ile Venedik arasında gemiyle seyahat eden, limanlara uğrayarak kentteki önemli doktorlarla görüşen John Howard[1], 1786’da geldiği İzmir’de Yahudi bir doktorla görüşerek veba salgını sırasında uyguladıkları tedavi yöntemlerine ilişkin bilgi almıştı. Hastalığa yakalananlara uygulanan tedavi ve beslenme programı şöyleydi: “Hiç bir şey yedirilmez. Bol su, limonata, kavun suyu, limon suyu ve idrar içirilir.”

İzmir Sefaradlarına özgü tedavi yöntemlerine katkıda bulunan ve şekillendiren Hahambaşı Rav Hayim Palaçi, ayrı bir paragrafta yazılmayı gerektiriyor. Rav Palaçi, İzmir’in yetiştirdiği en önemli din âlimlerinden biriydi. İzmir Yahudi Cemaati’nin en bunalımlı döneminde, hâkim, eğitmen ve hahambaşı görevlerini üstlenerek topluma rehber olmuştu[2]. 72 kitap ve sayısız risale kaleme alan Palaçi’nin eserlerinden üçü, insan sağlığına ilişkin değerli bilgiler içerir. Bu eserlerin adları Hayim Legufa (Bedenin Hayatı), Hayim Umazon (Hayat ve Beslenme) ve Refua ve Hayim’dir (Sağlık ve Hayat). Aslında insan sağlığına ilişkin yazmasına şaşırmamak gerekir. Çünkü Rav Palaçi, yaşamı süresince kentteki veba, kolera salgınlarına ve yol açtıkları kitlesel ölümlere şahit oldu. Bu yüzden fetvalarında ve eserlerinde özellikle temizlik vurgusu yapmaktaydı. Adeta çağdaş bir hekim gibiydi. Temizliği, hem fetvalarında dile getirmekteydi: “Ispanak ve pazı gibi sebzelerde insan sağlığına zararlı küçük parazitlerin bulunabilme olasılığına karşı, bu sebzeleri çok iyi yıkamak gerekir. İyice yıkamadan kullanmak yasaktır.” Hem de bizzat uygulamaktaydı. Hatta Rav Palaçi’nin, temizlik konusunda gösterdiği özenin, insanların ellerini sıkmamaya, onların bedenlerine dokunmamaya kadar vardığını öğrenmekteyiz. Öte yandan Rav Palaçi’nin İzmir’de hâkim ve eğitmen olarak hizmet verdiği dönemde Yahudi cemaatinin salgın hastalıkların önlenmesine ilişkin bir dizi bilinçli faaliyette bulunduğunu da görüyoruz. Lazaretto (Karantinahane), Midraş Kadoş Hospital (Sağlık Enstitüsü), Rothschild Hastanesi ve salgın hastalıklardan ölenlerin defnedildiği Gürçeşme Yahudi Mezarlığı Rav Palaçi döneminde oluşturulan kurumlardır.

Hastalıkların tedavi yöntemleri ve uygulamalara ilişkin bilgi vermeden önce İzmir Yahudi Cemaati’nin hastalıklardan korunmak bağlamında hangi önlemleri aldığından bahsedelim:

  • Tora’nın temizlik ile ilgili emirlerine uymak. Bu yüzden nerede bir Yahudi cemaati varsa orada muhakkak bir mikve (arınma havuzu) olmak zorundadır.
  • Kış aylarında soğuk yiyip içmemek.
  • Karpuz kabuğu denize düşmeden denize girmemek.
  • Türk hamamına gidip kese yaptırarak yüzeysel deriden arınmak.
  • Düzenli olarak içmelere gitmek. İçilen sular mide bağırsak sistemini rahatlatmaktadır.

Sefarad Yahudilerinin kullandığı tedavi yöntemlerini iki ana başlık altında vermek uygun olur. Bunların ilki spritüel formül ve uygulamalar; ikincisi ise, farmakolojik tedavi yöntemleri. Aslında modern bilimin geliştiği döneme değin ikinci yöntemin yaygın olmadığını vurgulamalıyız. Öte yandan basit ve geçici olarak nitelendirilebilecek ateş, ishal, mide - böbrek - baş ağrıları ya da gaz sancıları için ilk önce yardımına başvurulan, spritüel formüller, dualar ve bitkiler eşliğinde tedavi uygulayan kadınlardı. Onlar anneanneler, teyzeler ya da şifacı kadınlardı. Bu yüzden spritüel formül ve uygulamalarla başlıyoruz.

Spritüel formüller ve uygulamalar

Basit olarak nitelendirilen hastalıklarda hekimden önce çağrılan şifacı kadın, eve girer girmez bir eline bir avuç tuz diğer eline bir avuç şeker alarak onları evin bir köşesine doğru savurur ve şöyle derdi: “Kötülük olduğu yere tuzsuz yenen yumurtanın olduğu yere gitsin.” Bu sözlerden kasıt ev ahalisini kötü gözden korumaktı. Sonra, şifacı kadın tarafından şeker içeren bir içecek hazırlanır ve hasta ile yakınlarına içirilirdi. Amaç, moral vermek, telkin yoluyla hastanın iyileşmesini sağlamaktı. Günümüzde bu yöntem, plasebo etkisi olarak tanımlanır[3]. Sonra şifacıya bir fincan şekerli kahve ikram edilirdi. O da kahvesini alıp mezuza’nın altına geçerdi. Kahvesini içerken hastanın iyileşmesi için dua ederdi. Duaya, başta Avraham, İtshak, Yaakov olmak üzere Yahudi ataların adları telaffuz edilerek başlanırdı.

Esasen Yahudilikte, dua mitzva’dır. Çünkü aciz durumdaki hasta kendisi için dua edemez. Bu yüzden dua etme bir yardım faaliyetidir. Sefarad tedavi geleneğinde üç çeşit özel dua vardır: Kontar los ojos, kontar los burakos ve los de abaşo. Judeo Espanyol dilindeki bu sözcüklerin ifade ettiği anlamlar şöyledir: ‘Kontar los ojos’, göz saymak anlamına gelir. Nazarı ya da kötü gözü savma duasıdır[4]. Genellikle, baş ve vücut üzerinden el geçirilerek dua edilir. Zaman zaman dua eşliğinde cam boncuklar ya da at nalı kullanılması adettendir. Çünkü geleneksel tıp, deneyimler üzerine inşa edilmiştir. Dinsel içerikli muskaların, şekillerin, resimlerin ve objelerin yararlı olduğuna kanaat getirilmiş ve kullanılmaya başlanmıştı[5]. ‘Kontar los burakos’un Türkçe karşılığı delikleri saymaktır. İnanca göre insan bedeninde dokuz delik mevcuttur. Bunlar göz (iki), kulak (iki), burun (iki), ağız (bir), göbek deliği (bir) ve anüstür (bir). Hangi delikten hastalık girdiyse o delikten çıkması için dua edilir. ‘Los de abaşo’nun anlamı ise, yer altında yaşayan cinleri yatıştırmaktır. Çünkü onlarla diyalogun mümkün olduğuna inanılır[6].

Şifacı kadın duasını sonlandırdıktan sonra, hastalığın teşhisine göre şu tedavileri uygulamaktaydı:

  • Mide ya da böbrek ağrısı varsa, zeytinyağında pişirilmiş elma hastanın ağrıyan bölgesi üzerine konurdu.
  • Sırt ya da göğüs ağrısı varsa, üzerinde yorgan iğnesiyle delikler açılmış gazete kâğıtları hastanın ağrıyan bölgesi üzerine konurdu.
  • Ateşi varsa, terlesin diye uzun kollu triko giydirilirdi.
  • İshalse ya da mide ağrısı varsa, kaynatılmış limon içirilirdi. Ayrıca mide üzerine rakı dökülmüş bez (trapo de raki) konurdu.
  • Diş ağrısı varsa, rakılı pamuk kullanılırdı.
  • Birkaç günlük kabız şikâyeti varsa, önce fitil olarak şeker kullanılırdı. Amaç bağırsaklarda refleks oluşturmaktı. İşe yaramazsa ılık sabunlu suyla lavman (ayuda) yapılırdı.
  • Kabakulakta kulak arkasına tentürdiyotla kafes şeklini alacak çizgi çekilirdi.

En son yapılan, kötü ruhları kovma tütsüsüydü. Genellikle karanfil, şeker, tarçın ve biberiye bir arada yakılmaktaydı. Yakılan bitkiler eşliğinde evde dolaşılarak evin bütün odalarının tütsülenmesi sağlanmaktaydı. Aslında karanfil ve sarımsağın kötü enerjiyi evden kovduğu inancı yaygındı. Bu yüzden pek çok evin mutfağında, kavanoz içerisinde sarımsak ve karanfil bulunurdu.

İzah ettiğimiz tedavi uygulamaları dışında, fizyolojik sorunları çözmeye yönelik geleneksel yöntemler de mevcuttu. Çocuğu olmayan kadının çocuk sahibi olması ya da zamanı gelmesine rağmen doğum yapamayan kadının doğumuna yardımcı olmak veya düşük tehlikesini önlemek amacıyla uygulanan seremoniler gibi… Çocuk sahibi olmak için izlenecek prosedürlerden biri şöyleydi: Kara tavuktan alınan yumurta tencerede kaynatıldıktan sonra kabukları soyulur ve çocuk sahibi olmak isteyen kadının saç teliyle ikiye bölünürdü. Sonra bölünen yumurtanın yarısı kadına yedirilirdi. Kadının çocuk sahibi olmasını sağlamaya yönelik farklı uygulamalar da mevcuttu: Bir horoz kesilir ve testisleri kadına yedirilirdi. Veya çocuk sahibi bir kadın karnını çocuğu olmayan kadının karnına sürterdi. Düşük tehlikesi için uygulanan yöntemlerden biri şöyleydi: Kadının karnı üzerinden zincir sarkıtılırdı. Bir çocuk çağrılır ve çocuğun zincirin iki ucunu birleştirmesi ve yüksek sesle şunu söylemesi istenirdi: “Zincirin iki ucunu birleştirip sabitlediğim gibi bebek de sabitlenip koruma altına alınsın”[7].

Doğumu kolaylaştırmaya veya emziren kadının sütünü arttırmaya yönelik seremoniler de vardı. Eğer 9 ay geçmiş olmasına rağmen doğum olmuyorsa, üç hafta boyunca her cuma musluk açık bırakılır, su bir süre akar sonra musluğu bir başkası kapatırdı. Ya da koca kemerinin ucuyla eşinin çıplak karnına dokunur ve “Seni hamile bırakarak bu yükü ben verdim. Tanrı bu yükten kurtulmana yardım etsin” derdi. Lohusanın sütü gelsin ya da çoğalsın diye pişirilen bir tencere ev yemeğinin yarısı kediye ya da köpeğe yedirilir geri kalan yarıyı da lohusa, “Ne olur çocuğuma süt” diyerek yerdi. Veya yedi musluğu olan bir çeşmeye aileden kadınlarla birlikte gidilirdi. Orada badem ve şeker yenirdi. Kadınlardan biri şu soruyu sorardı: “Ne yiyorsun?” Lohusa yanıt verirdi: “Süt ve bal yiyorum”. Oradakiler “Çocuğun için sütün bol olsun” derdi.  En son, çeşmelerin hepsi açık bırakılarak mekân terk edilirdi.

Devam edecek

 



[1] Hayırsever bir İngiliz olan John Howard çocukluğundan itibaren zayıf ve hastalıklara açık bir bünyeye sahipti. Büyük olasılıkla, hastalıklar ve korunma yöntemlerine ilgisi, doktorlar ve hastanelerle yakın ilişkide geçen çocukluk ve gençlik çağlarından kaynaklanmaktaydı. 1786’da İzmir ile Venedik arasında gerçekleştirdiği gemi seyahati sırasında onunla gelen hekimlerle birlikte iki kent arasındaki limanlara uğrayarak veba, karantina uygulamaları ve hapishaneler hakkında kapsamlı bir araştırma yapmıştı. 1789’da yayınlanan “An Account of the Principal Lazarettos in Europea” adlı kitabında araştırma sonuçlarına yer verdi. Bkz. https://www.britannica.com/biography/John-Howard-British-philanthropist-and-social-reformer.

[2] Hahambaşı Hayim Palaçi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Siren Bora, Hahambaşı Hayim Palaçi (1788-1868) ve İzmir Yahudileri, İzmir Eylül 2016, İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi yayını.

[3] Amado 2005, 2.

[4]Gutkowski 1999, 172.

[5] Amado 2005, 4.

[6] Gutkowski 1999, 172.

[7] Galante t.y., 213-214.