“Kundalini’yi uyandırmayı başardığınızda, o potansiyelinin dışına çıkar, bizimkinden farklı bir dünyada yaşamaya başlarsınız. Bu sonsuzluğun dünyasıdır...” C.G.Jung
Yapımcılığını ve yönetmenliğini Darren Aronofsky’nin yaptığı 2014 yılında vizyona giren ‘Nuh Büyük Tufan’ filmi aşağıdaki sahne ile açılır…
Dış Ses:
Başlangıçta hiçbir şey yoktu…
Karşı konulmaz istek günaha sürükledi!
Aden’den kovulan Adem ve Havva’nın üç oğlu oldu: Habil, Kabil ve Şit…
Kabil Habil’i öldürdü ve doğuya kaçtı…
Bir grup düşmüş melek onu himayesine aldı. Gözcüler!
Gözcüler Kabil soyundan gelenlerin endüstriyel bir uygarlık kurmasına yardımcı oldular…
Kabil’in kentleri dünyayı kaplayarak kötülük yaydı…
Sadece Şit’in soyundan gelenler yaratılıştan kalanları savundu ve korudu…
Bugün Şit’in soyunun sonuncusu erkek oluyor… Nuh!
Lamek ve oğlu kurak topraklarda ve sivri kayalıklarla çevrili bir mekânda, yaratılıştan beri devam eden, ancak seçilmişlere nasip olan bir ritüeli gerçekleştirmektedir. Lamek, oğlu ile konuşarak:
Lamek: Adem’den Şit, Şit’ten Enok, Enok’tan Kenan, Kenan’dan Mahalalel oldu. Ardından babam Metuşela sonra da ben… Bugün bu doğum hakkı sana geçiyor. Nuh! Oğlum!
Lamek yanında tuttuğu ‘Yaşam Ağacı’nın odunundan yapılmış tahta bir kutunun içinden beyaz bir yılan derisi çıkararak, kola yedi kere dolanan Tefilin derisi, misali onu koluna sarar.
Lamek: Yaradan Adem’i kendi suretinde yarattı. Sonra dünyayı onun sorumluluğuna bıraktı. Artık bu görev senin oldu. Senin sorumluluğun!
Kola sarılı yılan derisi bu sırada ışık saçmaya başlar… Lamek istek gücünü temsilen yılan derisi sarılmış sol elini Nuh’a uzatır, Nuh da ona… Bu şekilde yaratılıştan beri ancak seçilmiş kişilerde uyanmış olan ve devralan kişiyi de saflaştırıp bir peygambere dönüştürecek olan bu istek gücü yani ‘Kutsal Miras’ sonraki soya aktarılacaktır…
Bütün eski kutsal yazıtlarda her tarafa yayılan bir sevgi gücünden bahsedilir. Bütün canlılığı sağlayan kutsal bir enerjidir bu. Fakat “O” insani bilinç seviyesinde hissedilemez. Bütün evrene nüfuz etmiş olan bu enerji ile bağlantıya geçmemizi sağlayan sakrum kemiğinde yerleşmiş olan bir ‘istek’ enerjisi vardır. Bu en kadim, en saf enerjidir. Özle bir ve bütün olma arzusunu ifade eder. İşte bu ‘Kutsal Miras’ın adı Kundalini’dir. Kundalini makinelerdeki motoru elektrik gücüne bağlayan kordona benzer. Kundalini enerjisi uyandığında kordonun iplikçikleri yükselir ve insan her tarafa yayılan güçle birleşir.
Kundalini kelimesi spiral anlamına gelen ‘Kundal’ kökünden türemiştir. Sakrum kemiğinde yedi rakamının yarısına eşit üç buçuk kez kıvrılmış uyuyan bir yılan şeklinde gösterilir. Bu spiral ‘Altın Oran’ olarak bilinen, galaksilerin şekillerinden, deniz kabuklarına, makrodan, mikroya her yerde yansımasını gördüğümüz evrensel koddur. Kundalini uyandırıldığında spiral şeklinde bir yılan gibi hareket ederek yükselir, kalbe dokunarak potansiyel halde duran Ruh’u harekete geçirir. O, çocukları olan bizlere, baba olmadan, ikinci doğumumuzu veren ‘Kutsal Anne’ dir. Kur’an da ölümden sonra insanın her şeyinin çürüyüp yok olacağı, ancak Acbü’z Zeneb denilen kemiğin bundan müstesna olduğu bildirilmiştir. Kıyamet koptuktan sonra ikinci yaratılışın bu çürümeyen kemikten derlenip toplanacağı haber verilmiştir. Kundalini’ni işte bu dirilişi gerçekleştirecek Tanrısal gücün içimizdeki yansımasıdır.
O İslam inancındaki Hz. Muhammed’in Miraç’a yükselirken üstüne bindiği beyaz dişi at ‘Burak’, Yunan Mitolojisinde Herkül’ün Olympos’a çıkarken kullandığı, ‘Pegasus’tur. O Hristiyanlıkta Kutsal Ruh olarak bilinen ‘Beyaz Güvercin’dir. Hz. İsa, Thomas’ın İncil’inde ve başka yerlerde net bir şekilde “Kutsal Ruh benim annemdir!” demiştir.
Bu ‘İlahi Anne’ kavramına bütün kültürlerde rastlamak mümkündür. O Mısır’da İsis, Hindistan’da Adi Shakti, Çin’de Quan Yin, Anadolu’da, Kubaba, Kybele, Athena gibi farklı adlarla çağlardır saygı görmüştür. Çağlar geçmiş, inanç sistemleri değişmiş, fakat “O” yeni adları ve maskeleriyle varlığını her daim devam ettirmiştir. Anadolu’da görülen bu dönüşümün son halkası Efesli Artemis ve Hristiyanlığın Meryem Ana’sında görülür. Artemis’e yönelik bağlılığın, yıllar sonra Hıristiyanlık inancının doğmasıyla, Meryem Ana’ya duyulan bağlılığa dönüştüğü öne sürülür. Bazı araştırmacılara göre Ana Tanrıça kültü; Kabala’da ‘Sekhinah, Hikmet (Sofia)’, İslamiyet’te Babası Muhammed Mustafa’nın tabiriyle ‘Ümmü Ebîha’ yani ‘Babasının Annesi’ lakabını alan Hz. Fatima gibi farklı şekillere bürünerek varlığını devam ettirmektedir.
Şimdi ise yolunu ancak arayanın bulabileceği, gizemli bir merdiven aracılığıyla bu gücün tapınağına tırmanacağımız zaman gelmiş bulunuyor. Peki, nerededir bu merdiven?