Eylül 1935’te Nürnberg’te, hazırlanan metin, o güne dek ağızlardan haykırılan fikirlerin, hukuki esasta detaylandırılmasından ibarettir. Yeni vatandaşlık tanımı ile, basit bir ‘Ari / Ari değil’ kıstası oluşur. O ana dek kendini Alman bilen birçok kişi, birden çemberin dışına itilir.
Reich İçişleri Bakanlığının ‘ırk işleri’ ile ilgili uzmanlarından Bernhard Lösener, 13 Eylül 1935 akşamı acilen Berlin’den Nürnberg’e çağrılır. Hitler ekibine, iki gün içinde bu kentte gerçekleşecek Nasyonal Sosyalist Partisinin Büyük Kongresinde, ‘Yahudiler’ ile ‘Ariler’ arasındaki ilişkileri düzenleyen bir kanunu ilan etmek istediğini ve bunun için hazırlık yapmaları talimatını vermiştir. Bir gün sonra, görev yeniden tanımlanır: talep edilen o kadar kolay bir şey değildir… Bir ‘vatandaşlık yasası’ söz konusudur. Hitler ve parti, Yahudilerle Almanların senelere dayalı ilişkilerinden olan nesillerin nasıl tasnif edileceği, onlara – en hafifinden – nasıl bir statü verilmesi gerektiği hakkında bir karara varamamıştır. Devlet mekanizmasının birimleri arasında bu konuda tam bir kargaşa hakimdir.
Gerçi ırk ve vatandaşlık bağlamında tutulacak yolun yönü çok önceden beri bellidir. Nürnberg’te, hazırlanan metin, o güne dek ağızlardan haykırılan fikirlerin, hukuki esasta detaylandırılmasından ibarettir. Yeni vatandaşlık tanımı ile, basit bir ‘Ari / Ari değil’ kıstası oluşur. O ana dek kendini Alman bilen birçok kişi, birden çemberin dışına itilir.
1935 yılında Nazi etkisi altındaki coğrafyada Yahudi olmak kolay değildi. Ancak yarı Alman olmak da çok zordu. ‘Yarı Alman’ olarak tanımlanma, kişinin ailesinde Yahudi kanı olması demekti. Anne veya babasının birinin ya da büyükanne veya büyükbabalarından birinin Yahudi olması demekti. O ana dek kendisini hiçbir şekilde Yahudi olarak tanımlamayan, daha da ötesi, Yahudilikle arasına set çeken, onu hor gören, günün eğilimlerine uygun olarak onu aşağılayan birçok genç, bir anda havada toplumdan dışlanır: Onlara mischling denecekti, bundan böyle…
Louis Solmitz, Yahudilikten dönme, savaş kahramanı Fredy Solmitz’in, milliyetçi muhafazakâr eşidir. Anılarında, Nürnberg Yasalarının, eşinin çoktan vazgeçtiği Yahudi kimliğinden dolayı, ailesini nasıl yakaladığını ve Nazilerin ırkçı tanımlamalarının kendilerini nasıl etkilediğini şöyle dile getiriyor:
“Bugün Reichstag 400 yıllık bir aradan sonra Nürnberg’de toplanıyor. Günlerdir, tedirginlikle bu toplantının sonucunu bekliyordum. Meydanda toplanan tanıdıklarıma bakıyorum. Akşam gelen haberlerden bu sabahkinden daha çok etkilenmeyecekler. Onları kıskanıyorum. Oysa bizim haklarımız kısıtlandı, paramparça edildi.
Akşam saat 9.00’da radyonun başına geçtim. Führer konuşuyordu. Sesi çok net… Günün başından daha net, hatta: Dış politika hakkında, Litvanya’daki Alman asıllıların karşılaştıkları aşağılayıcı davranışlar hakkında ‘güçlü’ sözler söylüyor. Ve, sonra yeni yasalar konusunu açıyor. Bunları daha sonra açıklayacağını söylüyor. Artık meraktan bayılmak üzereyim. Bir parça çalıyor, son derece duygusal bir parça… Adeta acıma acı katıyor. Üst kata çıkıyorum. Kızım Giselle hala uyanık; o da merak ediyor neler olacağını. Hatta korkuyor.
Korkmakta haklı! Yeni yasalar gece yarısına doğru vuruyor. Bu bizim ölüm fermanımız! Artık o kızım Alman değil. Onunla evlenen bir Alman derhal hapse atılacak, o da öyle! Yanımızda çalışan yardımcıyı göndermemiz gerekecek… Balkonumuza astığımız bayrağı dalgalandırmaya iznimiz yok. Dalgalandıracak bir Yahudi bayrağımız da yok. Baba topraklarında artık birer yabancıyız.
Bunları yazmak kolay ancak yaşamak çok zor. Çocuğum dışlanacak. Ondan nefret edecekler. Onun değersiz olduğunu haykıracaklar yüzüne. Bir anne olarak, kızım için acı çekiyorum. Kariyersiz, işsiz ve geleceği elinden çalınmış… Artık arkadaşları ile birlikte kurdukları düşler onun için çok uzak. Amaçlarının, arzuladıklarının hiçbir anlamı yok. Giselle’in onlara ulaşma şansı yok. Okulunda, ileride ne olmayı planladığını sorduklarında, artık boş gözlerle bakacak etrafına. Onun bir şeyler yapmaya, bir şeyler olmaya hakkı yok. Daha doğru bir deyişle izni yok! Arkadaşlarından, o ana dek her şeyini paylaştığı çevresinden dışlanmış durumda, benim kızım.
Bizler de aynı şeyleri hissediyoruz elbette. Ancak hâlâ evimiz var, hâlâ emekli maaşına hakkımız var ve bunun için şükran duyuyoruz. Küçük bir kozanın içinde yaşamaya mahkûm edilmiş olsak da…”
Radyonun başına çakılmış bir başkası da, Willy Cohn’du. Onun ideolojik görüşü Solmizt’inkine taban tabana zıttı. 1920’lerin Sosyalist militanlarında Willy için, anavatan fikri çoktan solmuş, Hitler’in milliyetçi söylemlerinin Almanya’yı nerelere iteceği belli olmuştu. Emekli bir dilbilgisi öğretmeniydi… O da, Solmitz’in eşi gibi bir savaş kahramanıydı. Ancak her zaman dindar bir Yahudi olmuştu. Yaşadığı Breslau Yahudi toplumu – ki bu Almanya’nın üçüncü büyük Yahudi nüfusu demekti – asimilasyonist eğilimlere en çok karşı olan cemaatti. Dolayısı ile Yahudi kimliğine sarılmıştı ve onu yaşatmaya azimliydi.
Cohn, birçoğunun aksine Nürnberg Yasalarını doğal karşılar. Yasaların Yahudiler ile Ari ırkın temsilcileri arasında ahenkli bir yaşantıya izin vereceğini ummak ister. Ancak, yaşantı içinde bunun böyle olmaktan çok uzak olduğunu görür, zaten buna da hazırdır.
Eylül 1935 tarihinde günlüğüne şöyle bir not düşer: “Führer’in Reichstag’ı açış konuşmasını saat 9.00 gibi dinledik. Tamamen Yahudi sorununa nasıl odaklanacağını anlatıyordu. Yahudiliğe ve Marksizm’e karşı nasıl savaşılacağından söz ediyordu. Daha sonra Yahudilere karşı düzenlenen kanunlar okundu. Bu Hitler’in konuşmasından hemen sonraydı. Ancak yayın bir ara kesilir gibi oldu, tam olarak neler söylendiğini anlayamadım. Ancak şu bir gerçek ki, Yahudilerin Almanya’nın başına gelmiş tüm felaketlerden sorumlu oldukları söyleniyordu sıkça. Bu kanunların Yahudi ve Alman toplumlarının barış içinde yaşamaları için önemli olduğu yorumu yapılıyordu… Ben bunları yazarken, her şey biraz havada ve gelecekte insanların yorumuna açık olacak gibi. Bakalım yarın gazeteler nasıl bir hava ile çıkacak. Olayların lehimize gelişmeyeceği ve Almanya’da Yahudi yaşantısının giderek zorlaşacağını kestirememek saflık olur.”
Willy Cohn’un günlükleri Almanya’da nefessiz kalan yığınların neler hissettiğini anlatan önemli bir belgedir: ‘No Justice in Germany, The Breslau Diaries 1933 – 1941’ adı altında toplanan günlüklerinde, Cohn, Holokost sürecinin anlaması zor akışına tanıklık eder… Canlı bir sosyal yaşantıya sahip Breslau Yahudilerinin Nazi ırkçılığı altında, bir yanda hayatlarını her şey normalmişçesine devam ettirmeye çalışırken, öte yanda, çocuklarını güvenli yarınlara nasıl ulaştırabileceklerinin arayışında olduğuna ışık tutar.
Willy Cohn ve eşi Gertrud Trudy beş çocuklarından büyük üçünü Almanya dışına çıkartmayı başarırlar. Ancak Willy, günlükleri ile o denli ilgilidir ki, 1941’e gelindiğinde artık o ve ailesinin kendisi ile kalanları, şanslarını yitirirler. Kendisi, eşi ve iki küçük kızı, Litvanya Kovno’ya nakledilirler ve orada, birçokları gibi, Nazi işbirlikçileri tarafından kurşuna dizilirler.
Willy Cohn değişik bir kişilikti. Dindar bir Yahudi ve bir sosyalist olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda bir Siyonist ve bir Alman vatanseveriydi. Gerçekçi aynı zamanda öylesine idealistti ki sık sık gerçekleri değerlendirmede gecikebilirdi. Bir demokrattı… Bazı Nazi uygulamalarını desteklediğini yazmıştı. Bu ikilemleri ve kaleminden dökülen zenginlikler Almanya’daki o korkunç yıllar hakkında bilgi verir.
Bir de, Kutsal Topraklara gidenlerin aile büyükleri vardır. Onlar, çocuklarının, torunlarının özgür yaşayabilecekleri bir yerde olmalarından büyük mutluluk duymaktaydı ve bununla kendilerini avutmaktaydılar. Berlin’de yaşayan Julius Moses onlardan biridir. Tel Aviv’de yaşayan oğlu Erwin Moses’a 1935 Roş Aşana’sında yazdığı bir mektupta şöyle der:
“Burada hâlâ yapmak istediklerim var. En azından anılarımı yazmak isterim. Gördüğün gibi yeniden başladım ve kesinlikle bırakmayacağım. Böylece sana okuyacak bir şeyler bırakabileceğim.
Torunlarım Gal ve Gill’in bundan 50 sene sonra, yine bir Roş Aşana akşamında, Tel Aviv’deki evlerinde, emekli olmuş ve İsrail’in kuruluşuna katkıda bulunmuş olmanın huzuru ile, oturup sohbet ettiklerini düşlüyorum. Almanya onlar için çok uzaklarda kalmış bir anı olacak. Yanlarında kendi çocukları ve torunları olduğunu düşlüyorum. Babaları ile büyükbabaları ile ilgili anılarını anlatırken, yan odadan aldıkları Hatıralarımı okurken düşlüyorum onları. Ve, Pesah akşamlarında yaptığımız gibi, burada, Almanya’da yaşanan her şeyi, çocuklarına, torunlarına anlattıklarını düşlüyorum. Böylece, dünyanın ilerlediğini anlayacaklarını biliyorum. Nereden nereye geldiğimizi anlayacaklar, büyükbabalarının ve ondan önce gelen nesillerin ne gibi evrelerden geçtiklerini bilecekler. Böylece, kendilerine güvenecekler… Ve Eretz Yisrael’in oluşumuna, gelişimine imza atacaklar.”
Bir doktor ve sosyal demokrat olan Julius Moses, 1943 yılında önce Terezin Toplama Kampına gönderilir ve burada öldürülür, birçokları gibi…