Sakuralar cenneti - Japonya ve Güney Kore

Yılda bir kere nisan ayının başında açan ve muhteşem görüntüler veren sakuraların diyarları önce Güney Kore’nin başkenti Seul’dan geçerek, saygının, itaatin, doğaya saygının ve çalışkanlığın simgesi Japonya’yı ziyaret ettik.

Seyahat
11 Temmuz 2018 Çarşamba

Eti Varon


Gezimiz dokuz saatlik bir yolculuktan sonra Güney Kore’nin başkenti Seul’a vararak başladı.

Güney Kore dünyanın gelişmiş onuncu ülkesi. Teknoloji alanında lider ülkelerden biri. Elektronik, endüstri, otomotif sanayileri güçlü ülkenin kişi başına düşen gayri safi milli hasılası 37000 dolar civarında. Asırlarca Çin ve Japonya ile savaş halinde olan ve 1910 yılından II. Dünya Savaşının sonuna dek Japonlar tarafından istila edilmiş olan Kore’nin ilginç bir geçim kaynağı daha var; estetik operasyonlar. Yılda yarısından fazlası göz kapağı olmak üzere 980000 estetik operasyon yapılıyormuş. Meşhur şarkının sözlerinde yer alan Gamgam lüks bölgesinde 500’den fazla estetik merkezi yer alıyor. Ve en ilginci de burada erkekler de makyaj yapıyor. Yaşlarını kestirmek mümkün değil. Ciltleri öyle pürüzsüz ve kırışıksız ki. 40 yaş verdiğimiz rehberimiz 65 yaşındayım dediği zaman hayretler içinde kaldık.

Gezimize rehberimizin bu bilgileri aktarmasından sonra şehir turumuzla başladık. Önce şehri kuş bakışı seyrettiğimiz modern bir yapı olan Seul Kulesini, bahçelerinde asılı dilek kilitlerini gördük. Şehirde kaldığımız iki gün boyunca da Gyongbok Sarayını, Kore toplum tarihinden kesitlere şahit olduğumuz Mili Halk Müzesini, Parlamentonun bulunduğu Mavi Evi, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine yaşayan tarih olarak giren Hanok köyünü gezdik. Gezimizin bir sonraki durağı makyaj malzemelerinin sağlı sollu dükkânlarda satıldığı Myandong sokağıydı. Yumurta maskelerinden, salyangoz, havyar, inci içerikli kremlere kadar ne ararsanız bulabileceğiniz cıvıl cıvıl bir sokak.

Seul gezimize damgasını vuran Sakuraların yol kenarında sıra sıra yer aldığı,  ağaçların çiçek açması şerefine yapılan bahar festivalinin çeşitli etkinliklerle yer aldığı sokak oldu. Manzara aklımızdan hiç çıkmayacak bir şekilde hafızalarımıza işlendi.

Eski imparatorluğun kültür merkezi Kyoto

Ertesi gün hedefimiz imparatorluğun bir önceki başkenti Kyoto idi. Otelimize yerleştikten sonra uzun yıllar imparatorluğun merkezi olmuş Kyoto’yu  gezdik. Kyoto, 794-1836 arasında Meiji restorasyonuna kadar Japonya’ya başkent olmuş, tapınakların bol bol olduğu otantik, Japon kültürünü doya doya yaşadığımız bir şehir. Öncelikle UNESCO Dünya Kültürü Mirasına girmiş, dev bambulardan oluşan Arashiyama Parkını geziyoruz. Ardından yine ormanın, suların içinden geçerek maymunların serbestçe dolaştığı tepeye tırmanıyoruz. Ciddi bir efor sarf ederek, yüzlerce basamak tırmanarak, günlük sporumuzu yapıp maymunları gördükten sonra orayı terk edip bir Zen tapınağı olan Altın Tapınağa gidiyoruz. Bu tapınak da suların ortasında, doğa ile iç içe geçmiş küçük bir yapı. Aslında bir shogun tarafından av evi olarak inşa edilmiş. Güneşin altında ışıl ışıl parlıyor. Ardından 1000 kapılı bir Şinto tapınağına gidiyoruz. Tapınağın girişinde arınma havuzu var. İnsanlar önce sol sonra sağ ellerine, ardından ortaya, kepçe ile aldıkları suyu döküp kötülüklerden arındıklarına inanıyorlar.

1000 kapının hepsi birer birer buraya bağışta bulunan kişilerin anısına dikilmiş. Adları kapıların üstünde yer alıyor. Söylentiye göre bu kapıların hepsinin altından geçenlerin dilekleri gerçekleşiyor. Yol o kadar uzun ki yarısında pes edip geri dönüyoruz. Şinto tapınağı sade, minimalist,  giriş kapısının her iki yanında koruyucu hayvanları tilkiler heybetli bir şekilde yer alıyor.

Ertesi gün Budizm’in merkezi Nara’ya gidiyoruz. Todai-ji kutsal tapınağı, geyiklerin gezdiği bir parkın içinde yer alıyor. Diğer tapınaklarda da gördüğümüz gibi su ve doğa iç içe burada da… Tapınağın içinde dev Buda heykelleri bulunuyor. Burası Şinto tapınaklarına nazaran çok daha  dolu ve süslü.

Japonlar Budizm ülkeye geldikten sonra zaman içinde onu sadeleştirerek Şintoizm’i geliştirmişler.  Bu inanç Budizm’in tüm öğretilerini kabul ediyor aslında. Ruhun yolculuğuna inanırken, doğadaki tüm canlıların hatta dağ gibi cansızların bile bir ruhu olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle doğaya çok saygılılar. Artık sararmış çimenlerin üzerine basmamıza bile izin vermiyorlar. 

Yolda giderken dikkatimizi çeken bir başka şey de otoyollarda gürültüyü engellemek, civardaki yerleşim birimlerine sesin gitmesini engellemek için kilometrelerce duvarlar örmüşler otoyol boyunca.

Bir önemli bilgi daha; dünyanın en eski romanı Kyoto’da yazılmış. Burada sanat, tiyatro çok önemli.

Atom bombasının atıldığı Hiroşima

Bir sonraki durağımız Hiroşima’ya gitmek üzere hızlı trene biniyoruz. Trene binerken Japonların ne denli düzene düşkün olduklarını tek sıra halinde beklemelerinden anlıyoruz. Tren geldiğinde ise önce temizlikçiler içeri girip treni düzenliyorlar. Ardından hepsi aynı anda vagonlardan inip düzene geçiyorlar. Aynı anda eğilip selam verdikten sonra bizleri içeri buyuruyorlar. Nüfusu son derece kalabalık bir ülke ama zerre kadar karmaşa, kaos yok. Herkes sabırlı, saygılı, güler yüzlü ve itaatkâr. Japonların başarısının altında yatanın sisteme ve düzene saygı olduğunu anlıyoruz.

Hiroşima’ya vardığımızda ilk durağımız atom bombasının atıldığı sıfır noktası. Burada hasar gören bina olduğu gibi korunmuş. Çevresinde anıtlar ve müze var. Gerçekten çok etkileyici… Simge haline gelmiş 8 yaşındaki bir kızın öyküsünü dinlerken tüylerimiz ürperiyor. Sadeko Sasaki adlı bu kız radyoaktivite kurbanı. Lösemi oluyor. Doktorlar kıza ümit olsun diye Japon kâğıt katlama sanatı olan origami ile 1000 turna yapmayı bitirdiğinde iyileşeceğini söylüyorlar. Ancak ömrü vefa etmiyor. Onun anısına dünyanın her yerinden çocuklar bu turnaları yapıp yolluyorlar.

Her şerden bir hayır doğar misali Japonlar için atom bombasının atılması bir dönüm noktası oluyor. Yıllarca Uzak Doğu’da savaşçı bir millet olan, çalışkanlıklarını, düzene olan sevdalarını, gururlarını ve itaatkârlık gibi erdemlerini savaşmak için kullanan Japonlar, bir anda barışçı bir millet olarak, hasletlerini ekonomide, sanayide ve teknolojide kullanma yolunu seçtiler. 1947 yılında yapılan anayasaya bir daha hiçbir savaşa katılınmayacak maddesi koyan Japonlar bu anıtın önünde 1965 yılından beri dünyada tek bir tehdit kalmayana dek sönmeyecek bir meşale yaktılar. Yunanlılar ise bu anma birimine üstünde ‘kendini tanı’ yazılı kocaman bir çan hediye ettiler.

Savaştan sonra yeniden inşa edilen Hiroşima’dan Şinto tapınaklarının bulunduğu ada Miyajima’ya geçtik. Kapısının suyun içinde olduğu, yine UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Itsukushima Shinto Shrine Tapınağını gezdik.

 Japonya’ya doğru ilk durak Osaka

Osaka bölgenin en önemli liman şehri. Ülkenin Batıya açılan kapısı. Burada kaldığımız bir gün boyunca önce Osaka kalesini gezdik. Kalenin etrafı koruma amaçlı suyla çevrili.  Geniş bahçesi yüzlerce sakura ağacına ev sahipliği yapıyor.  Yeşille pembenin buluştuğu arazide gezerken tertemiz havayı içimize çektik. Ardından alışverişin bolca olduğu sokaklara dalıp, kentin yaşantısını izledik.

  Sıra teknoloji başkenti Tokyo’da

Ertesi gün hızlı trenle ülkenin modern başkenti Tokyo’ya hareket ettik. Yolda Odawara’da trenden inerek Hakone Ulusal Parkını görmeye gittik. Önce Ashi Gölünde bir korsan teknesinde gezintimizi yaptıktan sonra teleferikle Hakone Owakudani volkanik vadisini görmeye çıktık. Volkan halen faal. Kükürt  salınımı  yoğun ve dumanlar içinde. Fuji Dağını görmek istediysek de hava sisli olduğundan bize yüzünü göstermedi. Buranın simgesi küllerde pişirilme şeklinden kabuğu simsiyah yumurtalardan yedikten sonra Tokyo’ya doğru yolculuğumuza devam ettik.

Tokyo, banliyöleriyle 38 milyon kişinin yaşadığı kalabalık bir şehir ancak bunu düzen nedeniyle hissetmiyorsunuz bile. Yollar kat kat yapılmış. Caddeler geniş mi geniş. Öncelikle Tokyo’nun kalbinde yer alan, imparatorun hâlihazırda yaşadığı sarayı ve bahçeleri gördük. Dünyanın en pahalı mülkü diyorlar bu yemyeşil arazi ve içinde yer alan binalar için. Bizi içeri almadıkları saray bir avuç muhafız tarafından korunuyor. Bahçeleri, göletleri ile görülmeye değer bir yer burası.

Ardından Harajiku, Shinjiku turistik sokaklarını geziyoruz. İğne atsan yere düşmez sokaklar hediyelik eşya ve yemek dükkânları dolu. Belli ki turistler sakuraların açtığı bu özel zamanı bellemişler Japonya’yı ziyaret için.

Markaların yer aldığı, Apple dükkânının da bulunduğu Ginza alışveriş caddesi New York 5. Avenue’dan daha görkemli. Binaların hepsi birer mimari şaheseri. Bembeyaz ve ilginç şekillerde yükseliyor. Burada en cazip olan iPhoneların ABD’den bile ucuz satılması. Tabii bunun sonucu dükkân tıklım tıklım turistlerle dolu.

Tokyo’da ikinci günümüzde istikametimiz ülkenin en önemli tarihi kültür merkezi UNESCO Dünya Kültür Mirası Nikko tapınakları.

Japonya tarihinde önemli bir yer tutan Tokugava Shogun’unun mezarının bulunduğu yer. Burası şehirden uzakta kutsal bir alan olarak nitelendiriliyor. Doğa ile baş başa, etrafının dağlarla çevrili olduğu, savaşın asla ulaşamayacağı bir bölge. Zamanında Budizm ile Şintoizm’in birbirinden ayrılmasını buyuranların aksine burada Budizm ile Şintoizm inancı iç içe. Burası için özel uygulanmış bir tarz göze çarpıyor tapınaklarda. Halen rahiplerin yaşadığı canlı bir yer. Tokugava öldükten sonra inşa edilmiş, ardından da ağaçlandırılmış. Tüm ağaçlar en az 450 senelik.

Nikko’da bir sürpriz bekliyordu bizleri.  Baharın gelişinin müjdelendiği bir festival vardı o gün. Çeşitli kıyafetleriyle rahipler, ayaklarında nalınlarla, çocuklar milli kıyafetlerle, sakelerin su gibi aktığı ortamda, müzikle, şarkılarla ve ritmik davul sesleri ile karşılıyorlardı baharın üç ayını. Japon kültürünün içinde yaşamaktan mutlu otelimize döndük.

Ertesi gün artık Japonya’da son günümüzdü. Tokyo’da görülmeye değer bir tek balık hali ve mezat kalmıştı. Sabah 4’te mezadı seyretmek için yola koyulduk. Ama ne yazık ki mezat daha erken gerçekleşmiş, biz yetişememiştik. Sadece oradaki pazarı, satın alınan balıkların kasalara dizilişini, buzlar içinde paketlenişini görmek kaldı bizlere. Bir de Japon halkının ne kadar erken işe gittiğinin şahidi olmak. Sabah saat 5’ten yollara düşen Japonların ilkesi çalışkanlık. Bir de hizmet odaklı yaşamak. Güler yüzlü, her daim saygılı. İngilizce bilgileri beni hayal kırıklığına uğrattı. Ancak anlarmış gibi yüzlerinden hiç gülümseme de eksik olmadı.