9.Uluslararası İstanbul Opera Festival

Erdoğan MİTRANİ Sanat
11 Temmuz 2018 Çarşamba

‘Gala Konser’

9. Uluslararası İstanbul Opera Festivali, 21 Haziran’da Zorlu PSM büyük salonda ‘Gala Konser’ ile açıldı. Devlet Opera ve Balesi Genel Sanat Yönetmeni ve Genel Müdürü, festivalin sanat yönetmeni, dünyaca ünlü tenor Murat Karahan, (d.1977), 8-10-17-19-21-23 Haziran’da Palermo Massimo Tiyatrosunda ‘Cavalleria Rusticana’nın Turiddu”sunu seslendirdiği için açılışa gelemedi. Karahan, 5-13-18-26 Temmuz’da dünyanın en büyük, en eski ve en prestijli açık hava opera şenliği Arena Di Verona Festivali kapsamında, efsane rejisör Franco Zeffirelli’nin sahneye koyacağı ‘Turandot’ operasında Prens Calaf’ı seslendirecek.

Bu güzel haberlerin ardından konsere geçildi. İlk ilân edilen programda, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrasının, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosuna ve günümüzün en iyi Puccini yorumcusu olarak isim yapmış ünlü Letonya’lı soprano Kristine Opolais’e eşlik edeceği duyurulmuştu. Opolais rahatsızlanınca konser, bir başka ünlü soprano ile - 1983 Tiflis doğumlu – ‘Opera Dünyasının Angelina Jolie’si Nino Machaidze ile gerçekleşti.

Machaidze’nin dört arya söyleyeceği programda, Şef Antonio Pirolli yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ünlü operalardan uvertürleri, intermezzoları, sinfoniaları başarıyla seslendirdi. ‘İl Trovatore’den Çingenelerin Örs Korosunu, ‘Nabucco’dan Yahudi Esirlerin Korosu “Va Pensiero”yu ve ‘Macbeth’den “Patria Opressa ile üst düzey bir Verdi mini programı sunan Paolo Villa yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu gecenin iki yıldızından biriydi.

Gecenin diğer yıldızı, 2006 Leyla Gencer Şan Yarışması galibi, dünyanın pek çok opera sahnesinde başrollere çıkmış Nino Machaidze, ilk olarak Mozart’ın en güzel aryalarından ‘Figaro’nun Düğünü’ operasından Susanna’nın ikinci perde şarkısı Deh vieni non tardar’ı söyledi.

Machaidze güzel bir kadın, güçlü bir hançeresi, renkli, nüanslı bir sesi var. Ama kanımca bir Mozart yorumcusu değil! Aynen benzersiz bir Medea ya da Lady Macbeth olmasına karşın, sesinin katılığı bir Leyla Gencer’in dramatik derinliğine hiçbir zaman ulaşamamış olan Maria Callas gibi, Machaidze de, fazla zorlayıcı pasajları olmayan, gencecik Susanna’nın sevimliliğini, heyecanını, sıcaklığını yansıtan melodik, keyifli, sımsıcak nefis şarkıyı,  o sıcaklığı veremeyecek sertlikte ve katılıkta soğuk bir sesle, o gece evlenecek genç ‘soubrette’ heyecanıyla değil, bir ‘femme fatale’ duyarsızlığıyla seslendirdi.

Neyse ki, sıra sesine çok daha uygun olan, Dvořák’ın ‘Rusalka’ operasından Ay Işığı Şarkısı’na geldiğinde, aryanın hakkını vererek bol bol alkışlandı. İkinci yarıda daha da rahatlayan Machaidze, Puccini’nin ‘La Boheme’ operasından ‘Si, mi chiamano Mimi’ ve Gounod’nun ‘Roméo Juliette’ operasından ‘Je veux vivre’ aryalarını büyük başarıyla yorumladı. Konserin sonundaki sıcak alkışları, kendisine takdim edilmiş çiçek buketine sarılarak Puccini’nin kısa operası ‘Gianni Scicchi’nin ünlü aryası ‘O, mio babbino caro’ ile cevapladı.

 

Macerata Opera Festivali ve Ankara Devlet Operası ortak çalışması: ‘Aynaların Traviatası’

Festivalin en merak edilen gösterisi, Giuseppe Verdi’nin ‘La Traviata’ operasının Henning Brockhaus tarafından yönetilen, ‘Aynaların Travatası’ olarak bilinen ünlü yorumuydu.

Macera romanları yazarı Alexandre Dumas’nın nüfusuna yedi yaşında geçirttiği gayrimeşru çocuğu Oğul Alexandre Dumas, eserlerinde fahişeler, kurtizanlar, ‘mezhebi gayri sahih’ çocuklar gibi toplumun dışladığı karakterlere destek vererek, babasından farklı yolda ünlü bir edebiyatçı olmayı başarmıştı. 20’li yaşlarındayken, 1844 -1845 yılları arasında kibar fahişe Marie Duplessis ile fırtınalı bir ilişki yaşamış, kadının 1847’de genç yaşta ölümünün ardından, otobiyografik öğeler içeren ‘La Dame aux Camélias / Kamelyalı Kadın’ romanını 1848’de 24 yaşındayken birkaç haftada yazmış, eseri çok tutulunca tiyatroya da uyarlamıştı.

Verdi, ilk kez 1853’te La Fenice’de sahnelenen ‘La Traviata / Yoldan Çıkan Kadın’ operasını Francesco Maria Piave’nin bu romanla oyundan yola çıkarak yazdığı libretto üzerine bestelemişti.

Öyküsü bildik: Paris ‘demi-monde’ yaşamının tanınmış kurtizanı, hiçbir erkeğin aşkına güvenmeyen Violetta Valéry, kendisini uzun süredir sevdiğini söyleyen Alfredo Germont ile tanıştığında, önce ciddiye almaz. Ancak içtenliğine ve masumiyetine inanınca, Paris’i terk ederek Paris yakınındaki yazlıkta Alfredo ile mutlu bir yaşam sürmeye başlar.

Alfredo’nun babası Giorgio Germont, Violetta ile görüşerek, diğer çocuğunun, gencecik kızının geleceğini tehdit eden bu ilişkinin bitmesini gerektiğini söyler. Günlerinin sayılı olduğunu bilen veremli Violetta önce reddetse de, babanın ısrarı ile kararını değiştirir ve Alfredo’ya bir mektup bırakarak Paris’teki yaşamına döner. Kıskançlıktan çılgına dönem Alfredo, Violetta’nın yakın arkadaşı Flora’nın evindeki maskeli baloda olay çıkarır.

Aylar sonra, pişmanlık duyan baba durumu oğluna anlatır. Ölümcül hasta ve beş parasız Violetta son dakikada yetişen Alfredo’nun kollarında son nefesini verir. 

Son zamanlarda sahne sanatlarında başlayan modernleşme çabaları operaya da uzanmış, çağcıl sahneleme yöntemleri ile operaya farklı ve etkileyici bir görsel çekicilik verilmeye çalışılmıştır. İtalya’nın Macerata kentindeki 3000 kişilik Sferisterio açık hava tiyatrosunda 1921’den beri yapılan opera festivalinde, Giorgio Strehler ve Pina Bausch gibi efsanelerle birlikte çalışmış ünlü Alman yönetmen Henning Brockhaus’un rejisiyle 1992’de sahnelenen ‘La Traviata’ bu çağcıllaştırma denemelerinin en başarılılarından biriydi.

Seyirciler, artık günümüzde büyük sahnelerde kullanımına şahit olduğumuz, Çek kökenli efsane Sahne Tasarımcısı Josef Svoboda’nın (1920 - 2002),  benzersiz ayna efektiyle ilk kez karşılaştıklarında, ‘Aynaları Traviata’sı olarak adlandırılan gösterinin nefes kesici görselliği ülke çapında bir sanat olayına dönüşmüştü.

Svoboda tasarımının ana elemanı olarak, zeminle 45 derecelik açı yaparak sahneyi tüm genişliğiyle kaplayan devasa bir ayna kullanmıştı. Bu ayna hem sanatçıları, hem tüm sahne zeminini enine boyuna kaplayan kumaş panolara müthiş derinlik veriyordu. Yerde, yatay birer perde gibi mekanik olarak toparlanabilen renkli desenli panolar, görsel fon oluşturmanın ötesinde, karakterlerin içsel heyecan ve duygularını fiziksel olarak sahneye yansıtıyordu. Ayna, görkemli ziyafet ve balo sahnelerinde monden Paris’in pırıltılı ama derinlikten yoksun yüzeysel eğlence dünyasını, ikinci perdede sevgililerin mutluluğunu aksettirirken, üçüncü perdede, sadece bir iki parça mobilya dışında boş ve simsiyah zemini, Violetta’nın ölümcül yalnızlığını ve ölümün karanlığını katlayarak var ediyordu.

Festivalde, Aynaların Traviatası’nın 2018 Macerata Festivali için Henning Brockhaus yönetiminde yeniden sahnelenen orijinal prodüksiyonu izledik. Artık aramızda olmayan Svoboda’nın özgün tasarımı aynen kullanılmış, üç ana karakter uluslararası önemli solistlerce üstlenilmiş, yerli ve yabancı solistlere Şef Allessandro Cerdone yönetimindeki Ankara Devlet Opera c ve Balesi Orkestrası ile Korosu (Koro Şefi Giampaolo Vessella) eşlik etmiş. Festival için hazırlanmış program dergisinde, birçok müzikseverin Brockhaus - Svoboda yapımı olarak gördüğü eserin tanıtımında, sahne tasarımı kavramını yeniden oluşturan, tasarımlarında plastik, hidrolik ve lazer gibi teknolojileri ve malzemeleri ilk kez kullanan, üç boyutlu ışık sütunun ve canlı oyuncularla film projeksiyonunun birlikte kullanıldığı ‘Laterna Magika’nın yaratıcısı Josef Svoboda’nın göz ardı edilmesi büyük ayıp… 

Repertuarında kırktan fazla başrol olan, Avrupa’nın en önemli sahnelerinde, Gece Kraliçesi, Lucia, Juliette, Manon, Gilda, Mimi, Rusalka, Donna Anna, Cio-Cio San, Norma, Violetta ve ‘Hoffmann’ın Masalları’nın bütün sopranoları gibi zorlu rollerde isim yapmış Türk soprano Burcu Uyar’ın Violetta yorumu heyecan verici. Uyar’ın müthiş bir sesi var. Güçlü ve hacimli hançeresiyle birinci perde finalinin demir leblebi cabalettası ‘sempre libera’yı büyük rahatlıkla, sanki hiç zorlanmadan söylüyor, ikinci perde sonundaki sekiz solist ve korolu ‘grand ensemble’da, o pürüzsüz sesi her an ayrışarak izleyiciye ulaşıyor. Sesinin nefis tınısı ve rengiyle en duygusal ve dramatik pasajlara inanılmaz bir derinlik katıyor; piano’ları, forte’lerinden de etkileyici. İkinci perdede hiçbir şeyden habersiz sevgilisinden ayrılmadan önce “Amami Alfredo / Sev beni Alfredo” dediğinde, bir tek müzikal cümleye Violetta’nın tüm trajedisini sığdırıyor. Minik bir handikapı var. Hafif topluca, -ama tombul değil, balıketi-, tanrılar daim etsin, güzel, sağlıklı bir kadın. İnce hastalıktan her an ölecekmiş gibi durmuyor. Üstüne üstlük, dekoru tamamlayan o güzelim kostümleri tasarlayan Giancarlo Colis, nedense ona en yakışmayanları giydirmiş. Son perdede gecelik olarak reva gördüğü uzun etek- gömlek kombinasyonu korkunç! Ancak Burcu Uyar’ın dört dörtlük oyunculuğu bütün bunları aşıyor, performansı son yılların en etkileyici iki-üç Violetta’sından biri olarak belleklerimize yerleşiyor.

Ünlü Bulgar baritonu Vladimir Stayanov’un Giorgio Germont yorumu hem ses kalitesi hem oyunculuk olarak muhteşem. Tüm performansı kusursuz, ‘di provenza il mar’ı ise olağanüstüydü. 

Alfredo Germont yorumlanması zor bir karakterdir. Gençtir toydur, dürüsttür, heyecanlıdır. Her türlü çılgınlığı yapacak yaşta ve mizaçtadır. Sahnede gencecik duran, ancak Verdi’nin en güzel aryalarından, ikinci perdenin başındaki ‘de miei bollenti spiriti’nin ve çetin ceviz ‘oh mio rimorso’ cabalettasının hakkını verebilecek deneyimli bir solist gerektirir. Gürcü tenor Giorgi Oniani bu rol için hem fazla yaşlı, hem yaşını gösteriyor. O yaşta bir adamın, genç bir çocuk gibi davranmaya çalışması, kendini yerden yere vurması, bazen gülünç bazen de acıklı oluyor. İzlediğim ilk gece sözü geçen aria ve cabaletta’ya getirdiği başarısız yorum kabul edilir gibi değildi.  

Sonuç olarak, ünlü prodüksiyonu izlemek önemli bir ayrıcalık, Burcu Uyar’ı izlemek başlı başına bir mucizeydi. Hepinize iyi seyirler.