1999 yılında vizyona giren Matrix filmi ortalığı kasıp kavururken hayatın bir simülasyon, sanal bir gerçeklik olduğu fikrini işleyen, gözlerden kaçan bir film daha vardır: 13. Kat!
Yönetmenliğini Joseph Rusnak’ın yaptığı 13. Kat filmi adını Los Angeles’ta bir plazanın 13. katından alır. Kahramanlarımız Hannon Fuller ve iş arkadaşı Douglas Hall, bu katta, bilgisayar ortamında sanal bir dünya yaratmışlardır. 1937 Los Angeles’ının birebir kopyası olarak tasarlanan simülasyona giriş-çıkış yapan kahramanlarımız ise 1999 yılında yaşamaktadırlar. Sanal dünyaya geçmek isteyen kişi, uykuya dalmaya hazırlanan bir insan misali cihazın kabinine uzanır, ışınlar yardımıyla beynine programdaki bilgiler aktarılan kişi gözlerini 1937 yılında açar. Bilinci simülasyona aktarılan kişi rüya gören birinden farklı olarak sanal bir dünyada olduğunun farkındadır. Kişiler simülasyon dünyasında da tıpkı gerçek yaşamlarında olduğu gibi suyun serinliğini, dışarıdaki rüzgarın esintisini hissetmekte, karşılaştıkları olaylarda korku ve heyecan gibi duyguları tüm gerçekliği ile deneyimlemektedirler. Cinayete kurban giden Hannon’un ardında bıraktığı gizemi çözmek üzere sanal dünyada yolculuğa çıkan kahramanımız şok edici bir gerçekle yüzleşecektir! Sisteme bağlanan Douglas’ın, 1999 yılında Los Angeles’ta geçen yaşamı da aslında özel olarak tasarlanmış bir bilgisayar programından başka bir şey değildir. Çünkü gerçekte tarih 2024’tür ve deneyimlediği tüm olaylar 2024 yılında yaratılan 1999 yılı Los Angeles’ının kopyası olarak tasarlanmış bir simülasyonun parçasıdır… O güne kadar gerçek sandığı her şey; şirketi, makamı, arabası, bilgisayar sistemi, ailesi, dostları, bir bilgisayar programından ibarettir.
Peki ya biz de 2018 yılının Türkiye’sinde yaşadığımızı varsaydığımız bir simülasyonda isek? Gerçek olduğunu düşündüğünüz her şeyin bir bilgisayar programı olduğunu anladığınız bir farkındalık yaşasaydınız ne yapardınız? Gelin bu simülasyon evreni hipotezinin cevaplarını dinin ve bilimin ışığında aramaya çalışalım. Belki bizler de sırrı öğrendiği için cinayete kurban giden Hannon’un izlerini takip ederek kendi gerçeğimizin farkına varabiliriz…
Zaman ve mekânda çıktığımız sanal yolculuğumuzun ilk durağı Hindistan. Hint Felsefesi’ne göre aslında her şey evrenin yaratıcısı olarak ifade edilen Tanrı Sada Şiva ve eşi Adi Şakti’nin arasında geçen “Leela” adı verilen sonsuz bir oyundan ibarettir. “Şiva ve Şakti” arasında ki bu dans bize yabancı değil! Matrix filminde “Kahin ve Mimar” arasındaki mücadelede bize, bu sonsuz oyunu, anlatmaya çalışmışlardı Wachowski Kardeşler! Hindistan’ın en eski kutsal yazıtları olarak bilinen Vedalar’a göre de evrendeki her şey Tanrı Brahma’nın rüyasından ibarettir. Gerçek olduğunu düşündüğümüz her şey Maya yani illüzyondur. Yine aynı coğrafyada bu konuya dair anlatılan çok güzel bir hikâye vardır:
Hindistan’da binlerce yıl önce yaşamış olan Bilge Kral Janaka bir seferinde rüyasında bir dilenci olduğunu görür. Uyanınca bu rüyasını Gurusu Vasishta’ya anlatır ve sorar: ‘Ben rüyasında dilenci olduğunu gören bir kral mıyım, yoksa rüyasında kral olduğunu gören bir dilenci miyim? Gurusu gülümseyerek onu yanıtlar: ‘Hiç biri değilsin ve her ikisisin. Olduğunu zannettiğin şeysin ama değilsin…
Zamanda ve mekânda yolculuğumuza devem ederek kendi coğrafyamıza geldiğimizde ise benzer bilgilerle karşılaşırız. Anadolu’da “Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünya da servet sahibi olmak rüyada define bulmaya benzer…” diyen Mevlana da, Arabistan’da “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” diyen Hz. Muhammed de, Antik Yunan’da “Mağara Alegorisi” ile gölgeler dünyasında yaşadığımızı ifade eden Platon da aynı şeyi söylemiştir.
“Bir Bilgisayar Simülasyonunda mı yaşıyorsunuz?” makalesiyle bu konuyu modern insanın gündemine getiren ve Elon Musk’a ilham veren kişi ise Oxford Üniversitesi Felsefe Profesörü Nick Bostrom’dur. Bu hipotezden ilham alan Elon Musk katıldığı bir sempozyumda hepimizin bir simülasyondaki bilgisayar karakterleri olduğumuzu söyleyecek kadar cesur açıklamalar yapmış şunları ifade etmiştir: “40 yıl önce oyun konsollarında pong oyunu vardı. İki çizgi ve nokta arasında gidip gelen bir top. 40 yıl sonra, şimdi milyonlarca insanın aynı anda oynadığı fotoğraf gerçekliğinde 3B simülasyonlar, online video oyunları yapıyoruz ve bu her yıl daha da gelişiyor. Böyle giderse oyunları gerçekten ayıramayacağız. Bu mantığı yürütürsek gerçek dünyada yaşama şansımız milyarda bir.”
Eğer bir simülasyonda isek özgür iradeden söz edebilir miyiz? Simülasyonda yaşayıp yaşamadığımızın işaretlerini gündelik yaşamda görmek mümkün mü? Sinema sanatı bu sorulara nasıl bir cevap veriyor? Tüm bu soruların cevapları ve yaşanmış olaylarla ağustos yazımda görüşmek üzere!