• Bugün ise Netanyahu dünyanın en güçlü, en tanınmış liderleri arasında görülüyor. Küresel nüfuz salonlarında mega bir yıldız, uluslararası sahnede olaylara yön veren bir isim... Herkes kapısını çalıyor. Düne kadar Beyaz Saray’da “istenmeyen kişi” olan Netanyahu, bugün ABD Başkanı üzerinde en büyük nüfuza sahip lider konumunda. BEN CASPİT – www.al-monitor.com
Trump’ın planının İsrail’in kuruluşundaki vizyonla uyuşan bir yönü var. İsrail’in kurucuları, yani ilk Başbakan David Ben Gurion ve etrafındakiler İsrail’in bağımsızlığı ilan ederken aslında devletin konvansiyonel manada devlet özellikleri taşımadığının farkındaydı. Yeni devletin sınırları, nüfusun nitelikli bir çoğunluk oluşturmaması ve mevcut Yahudi toplumunun kolektif kimlikler bakımından görece homojen bir görünüm vermemesi gibi meseleler, Ben Gurion’un İsrail’i yerli yerinde bir devlet olarak görmesine imkan vermiyordu. Bu sorunların çözümlenerek, İsrail’in bütünleşmiş bir devlet olarak ortaya çıkışı zaman alacak bir meseleydi.
Diğer yandan David Ben Gurion, o dönemde sayıları 1000’i bulmayan ve Siyonizmi reddeden ultra-Ortodoks Yahudilere bazı imtiyazlar vermişti. Bu imtiyazların temelinde de ulusal bütünlüğü sağlama noktasında desteklerinin alınmasıydı. Ben Gurion zaman içerisinde ulusun gittikçe sekülerleşeceğini ve bütünleşeceğini düşünüyordu. Ne var ki süreç öyle gelişmedi ve günümüz İsrail’i, aşırı sağın gittikçe yükseldiği ve çeşitli Yahudi grupların bile birbirini dışladığı bir yapıya dönüştü. Ancak Ben Gurion’un bu bütünleşme beklentisinin sonuçlarından birisi de kuruluşun hemen sonrasında yapılacak bir anayasaya karşı çıkmasıydı. Böyle bir anayasa sınırları, vatandaş tanımını ve başka birçok unsuru sabitleyerek tamamlanma sürecinde İsrail devletinin esneklik göstermesini engelleyecekti. Sabit bir hukuki metnin varlığında, sınırlar bu metinle sabitlenmiş olacak ve Doğu Kudüs’ün ya da Batı Şeria’nın İsrail topraklarına katılması mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla bir anayasa devletin tamamlanmasının önündeki en büyük engeldi.
Gerek jeopolitik olarak İsrail’in güvenliği gerek de tarihsel miras Batı Şeria’nın ve Kudüs’ün tamamının İsrail egemenliğine girmesini gerektiriyordu. Bu noktadan bakıldığında İsrail’in attığı adımlar; 67 Savaşı, sonrasında Yahudi yerleşimlerinin genişlemesi, Doğu Kudüs’te İsrail egemenliğinin sağlanması ve bu çerçevede İsrail’in attığı uluslarası adımlar İsrail’in jeopolitik olarak sürekli tamamlanma arayışında olduğunu gösteriyor. Bu durum kolektif kimlikler için de geçerli. İsrail’deki güvenlik söylemiyle iç içe geçen kimlik politikaları 67 Savaşı’ndan bugüne Dindar-Siyonist Blok’un kontrolsüz yükselişini beraberinde getirdi ve toplumdaki temel siyasi blok sağın sağında konumlandı. Bu çerçevede Donald Trump’ın gerek Kudüs hamlesi gerekse “Yüzyılın Anlaşması” gibi bir planla gelmesi, İsrail’in bu tarihsel eğilimine ciddi bir katkı sağlıyor.
Ulus Devlet Yasası Trump’ın barış planına İsrail içinde hukuki bir zemin hazırlamak bağlamında incelenebilir. Ulus Devlet Yasası’yla vatandaşlık tanımının üstü örtük bir şekilde değiştirilerek “ülkenin kaderini belirleme hakkının Yahudilere münhasır” hale getirilmesi ve Arapça’nın devletin resmi dillerinden biri olmaktan çıkarılması, Arapların tehcirini kolaylaştırıp toplumun Yahudileştirilmesini ve böylelikle nitelikli Yahudi çoğunluğun sağlanmasını kolaylaştıracaktır. Diğer yandan yasada Yahudi yerleşimlerinin geliştirilip güçlendirilmesi milli bir değer olarak belirlenmektedir. Bu çerçevede yasa bir türlü açıklanamamış “Yüzyılın Anlaşması’na” İsrail iç hukukunda bir hazırlık olarak görülebilir. Nitekim mevcut yasa ilk defa 2011 yılında parlamentoya getirilmişti ve ancak Trump’ın ABD başkanı olduğu bir konjonktürde parlamentodan geçirilebilirdi.
Özgür Dikmen
2000’lerin İsrail’ine tekrar dönmekte fayda olabilir. Çünkü Yahudi Ulus Devlet Yasası’nı oluşturan tarihsel, entelektüel ve hukuki gelişmelerden en önemli ikisi o tarih aralığında oluştu. Bunlardan ilki “post-siyonist ideoloji”nin entelektüel bir uğraşı aşarak cari politik ve tarihsel anlayışı değiştirecek güce ve hegemonyaya erişmesi. İkincisi ise İsrail Yüksek Mahkemesi eski başkanı Aharon Barak tarafından başı çekilen “Anayasal devrim girişimleri”. Bu iki önemli gelişme İsrail’de yeni sağ ittifakın (Likud, yerleşimci milliyetçilik, ultra-ortodoks dindarlığın siyasi ağları, sovyetik Yahudi milliyetçiliği) entelektüel ve politik duruşunda değişikliğe yol açtı. Yeni sağın politik mottosu şuydu: “Eretz Yisrael Le-Am Yisrael” yani “İsrail Devleti, İsrail milletinindir!”
Post-Siyonizm, İsrail’de genel geçer Siyonist tarihi anlatıya meydan okuyan (İsrail resmi tarih tezleri denebilir) ve bunu da kamuoyuyla paylaşılan arşiv materyallerinden elde ediliyordu. Siyonist kahramanlık ve ideallerin anlatıldığı gibi olmadığı vurgulanıyordu. Kısacası Siyonist kurucu ilkelerin ahlaki üstünlüğü sarsılıyordu. Sol-entelektüellerin bu akademik çabaları uluslararası kamuoyunda ciddi ilgi görmüştü. Bu entelektüel uğraşlar Yahudi ve demokratik devlet olarak İsrail’in “Yahudi” niteliğinin törpülenmesini talep ediyordu. İsrail’in tüm vatandaşlarının devleti olması gerektiğine yönelik hukuksal ve politik talep yaygınlık kazanıyordu.
İkinci önemli baskı odağı, İsrail Yüksek Mahkemesi eski başkanı Aharon Barak’ın önderliğinde ilerletilen anayasal devrim anlayışıydı. Barak’ın temel yaklaşımı Yüksek Mahkeme’nin “yargılayabilirlik” etkisini genişletme ve temel kanunları anayasal bir metinmiş gibi değerlendirme yönündeydi. Kısacası, Barak’ın yargısal aktivizmi, özellikle iki Temel Kanun (Temel Kanun: İnsan Haysiyeti ve Hürriyeti; Temel Kanun: Çalışma Özgürlüğü) serisine verdiği önemle, anayasal vatandaşlığı güçlendirirken devletin etno-dinsel ethosunun (mizaç) ayırıcı vasfını zayıflatıyordu.
Gökhan Çınkara
Fakat konunun daha da enteresan boyutu, HAMAS’ın veya total olarak Gazzeli grupların oluşturduğu “tehdidin” son derece kurgusal bir nitelik sunması. Şöyle ki, 2006 yılında Güney Lübnan’da Hizbullah’a operasyon düzenleyen İsrail, özellikle kuzey kentlerinin füze yağmuruna tutulduğuna ibretle şahit olmuştu. Buna mukabil hızlı bir karar alma süreciyle Demir Kubbe (Iron Dome) adı verilen hava savunma sisteminin geliştirilmesine 2007 yılı itibariyle başlanmıştı. İsrail bu sistemi 2011 yılında aktif olarak kullanıma soktu. Yani girizgahtaki tarihsel akışa dönecek olursak, 2012’de Savunma Sütunu operasyonu öncesinde ve esnasında İsrail’in aktif bir hava savunma sistemi mevcuttu. Buna rağmen, söz konusu operasyon sürecinde Tel Aviv, Saddam’ın Scudlarından (1991) bu yana ilk defa hedef oldu. Lakin Demir Kubbe bataryalarının konuşlandırıldığı kalabalık kent merkezleri, söz konusu füze saldırılarından korunabildi. Yine de HAMAS’ın öncülüğündeki Gazzeli grupların çoğu maksimum 20 kilometre menzilli füzelerle düzenlediği ataklarla İsrail’in güney bölgeleri “rahatsız edildi”. Bu rahatsız edilme hali dahi, İsrail’in konuyu net bir biçimde güvenlikleştirmesine ve dolayısıyla arkasına aldığı hem ulusal hem de uluslararası kamuoyu desteğiyle misilleme operasyonlarına girişmesine zemin hazırladı. Lakin yukarıda da anıldığı üzere, İsrail’in düzenlediği operasyonlar Gazze’den gönderilen füzelerin yarattığı reel etki bir yana, potansiyel maksimum tahribatın bile çok ötesinde sonuçlar doğurmakta. İşte bu orantısız karşılık verme hali, İsrail’in hem Gazze üzerinden bölgesel caydırıcılığını kurmasına hem de güney bölgelerinin “sirensiz” bir hayat sürmesine yardımcı oluyor.
Sonuç olarak, bugün artık İsrail’in Gazze’de düzenlediği operasyonlar oldukça kanıksanmış bir halde. Her bir saldırının ayrı ayrı irdelenmesindense ortak noktalarını ve amaçlarını tespit etmek, bizlere kavramsal bir netlik ve çözüm ihtimalleri sunacaktır. Özellikle de bu sayfada çoğu defa dile getirdiğim üzere, bu mücadelenin İsrail lehine gelişim göstermesinin altında yatan başat sebep, bölgedeki güçler dengesinin İsrail’i öncelemesidir. Bu minvalde, küresel düzeyde Rusya-ABD yakınlaşması ve Rusya’nın bölgesel düzeyde İsrail’in çıkarlarını İran’ı kendisinden uzaklaştırma pahasına gözetmesi, genel hatlarıyla Filistin sorununda hakkaniyetli değil belki ama İsrail’in menfaatlerini koruyan bir “çözüme” götürebilir. Son birkaç yıl içerisindeki gelişmeler kuş bakışı değerlendirildiğinde, maalesef ki böylesi bir sonuca ulaşmak için herhangi bir engelle karşılaşmıyorsunuz. Bu gidişatın değiştirilebilmesi ise ancak ve ancak İsrail’in bir biçimde dengelenmesiyle mümkün. Optimum noktada oluşacak bir güçler dengesi, İsrail’in agresif imkanlarını ve niyetlerini de kısıtlayacaktır. Bunun için ise ilk olarak Akdeniz’de serpilen ilişkilerine odaklanmakta fayda var.
Ceyhun Çiçekçi
http://www.karar.com/gorusler/ceyhun-cicekci-yazdi-israilin-gazze-stratejisi-925490#
Sevgili Dostum Erol Kaynar, ara ara, Hürriyet Tatil ekinde, gittiği gördüğü yerleri anlatıyor..
Polonya'ya gitmiş. Gidince de, tarihin en utanç verici, ayni zamanda en acıklı olayına sahne olan Auschwitz kampını da gezmiş dolaşmış.
Nazi Almanyası'nın insanlığı yok ettiği kampların başında gelir Auschwitz.. Ben de yıllar evvel gitmiş yazmıştım. Aslında yazılmaz..
Aslında Auschwitz anlatıl-a-maz!.
Orayı mutlak gidip, görmeniz, tarihi koklamanız lazım ki, dehşeti birazcık, o da birazcık hissedebilesiniz..
Ben öyle yazmıştım. Erol da ayni fikirde.. Ama "Bravo" demem o yüzden değil. Resimlerle süslü, nerdeyse tam sayfa yazısının bir özelliği var. Çok önemli bir özellik bu..
Bugüne dek, sayısız, ama sayısız Auschwitz yazısı, kitabı okudum..
Ama Erol'un yazısı bir ilk..
İlk defa içinde "Yahudi" sözcüğü geçmeyen bir Auschwitz yazısı bu!.
Orada acımasızca fırınlarda yakılan, gaz odalarında öldürülenlerin "Yahudi" değil, "İnsan" olduklarını yazmış, Erol her satırında..
Bu dünyadaki azılı Yahudi düşmanları, hatta Holokost'u görmezden gelir, "Yok" sayarlar. Orda öldürülen Yahudi değil, İnsan olduğunu düşünmeden!.
Erol'un yazısının başlığına bakar mısınız?.
"İnsanlığın kaybolduğu kamplar!."
İnsanlığımızı unutmamak için Auschwitz'i hep hatırlamamız gerek!.
Hıncal Uluç
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2018/07/24/bravo-erol
Yakın zamana kadar Netanyahu dünya sahnesinde güvenilmez bir seri yalancı ve sahtekâr olarak görülüyor, Batı Şeria’da İsrail işgalini sürdürüp Filistin halkına hükmetmekten başka amacı olmayan bir baş belası ve kışkırtıcı olarak algılanıyordu. Obama ondan hazzetmiyor, Avrupalı liderler adını bile duymak istemiyordu. Arap liderler için Netanyahu tehlike işaretiydi. Asya ülkeleri omuz silkiyor, Afrika ülkeleri onunla ilgilenmiyordu.
Bugün ise Netanyahu dünyanın en güçlü, en tanınmış liderleri arasında görülüyor. Küresel nüfuz salonlarında mega bir yıldız, uluslararası sahnede olaylara yön veren bir isim... Herkes kapısını çalıyor. Düne kadar Beyaz Saray’da “istenmeyen kişi” olan Netanyahu, bugün ABD Başkanı üzerinde en büyük nüfuza sahip lider konumunda --tabii Trump’la Putin arasındaki muammalı ilişkiyi bir kenara bırakırsak... Netanyahu Putin’le de sık sık görüşüyor, bazen haftada iki kez. Sünni Arap dünyasının büyük bölümüyle gizli bir ilişki yürütüyor, Hindistan ve Çin’de taparcasına seviliyor, Orta ve Doğu Avrupa’ya bile damgasını vuruyor.
Bu süreç önemli bazı olayların etkisiyle gelişti. Bunların başında Orta Doğu’yu yangın yerine çeviren ve yeni yeni yatışmaya başlayan Arap Baharı var. Diğer önemli etkenler ise bölgenin büyük bir bölümünü halen kasıp kavuran Şii-Sünni çatışması ve tabii ki ABD’de yönetimin liberal Obama’dan muhafazakâr Trump’a geçmesi.
Siyasi üsluba, net kurallara sahip eski düzenli dünya kontrol edilemez bir kaosa dönüşmüş durumda. Diktatörler giderek demokrasi kisvesi altında kontrolü ele geçiriyor, sonra da demokrasiyi zayıflatmak, nüfuz odakları üzerindeki kontrollerini pekiştirmek için ellerinden geleni yapıyor. Netanyahu da bunlardan biri, belki de en başarılısı. İsrail hâlâ demokratik bir devlet olsa da demokrasiyi, kanun ve düzeni koruyan mekanizmalar zayıflatılmış durumda. Kuvvetler ayrılığı buharlaşırken, ifade hürriyeti ve basın özgürlüğünün önüne engeller dikiliyor.
Hâl böyle olunca Netanyahu’nun bir grup Avrupalı liderle ortak bir dil yakalamış olması şaşırtıcı değil. Bunların bazıları antisemitizm, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık ile şaibeli ilişkisi olan aşırı milliyetçi, sağcı partilere mensup. Yıllardır antisemitizm ve ırkçılığa göz kırpan Macaristan Başbakanı Viktor Orban Netanyahu’nun davetlisi olarak 18 Temmuz’da İsrail’deydi. Kanal 10 televizyonuna göre Netanyahu ve adamları, ABD yönetiminin Orban’a uyguladığı gayri resmi boykotu kaldırtmaya uğraşıyor ve anlaşılan bu konuda mesafe alıyor.
Ben Caspit
Bu İnsanlar Türkiye Yahudileri. (Kendi resmi kurumları Türk Yahudisi adını tercih ediyor diye de ekleyeyim) Ve gerçekten de İspanyolca konuşuyorlar. Şöyle hızlıca bir özet geçeyim. Yahudilerin her yerde ve sadece İbranice konuştukları türünden bir yanlış anlama yaygındır. Oysa İbranice dediğimiz şey ikiye ayrılır. İlki Klasik İbranicedir ve Musevilerin dini dilidir. Kutsal metinleri bu dilde yazılıdır, ibadetleri bu dilde yapılır, bayramları bu dilde kutlanır. Diğeri ise başta Elyezer Ben Yehuda olmak üzere birkaç öncü tarafından eskisi temel alınarak yeniden yaratılan Modern İbranicedir ve İsrail’de konuşulur. Dolayısıyla İsrail dışındaki Yahudiler, İbranice değil kendi yerel topluluklarının dilini konuşurlar. Örneğin Orta Avrupa kökenli Aşkenaz Yahudilerinin dili, Yidiş ya da Yidce olarak bilinen, kendine has dilbilgisel özellikleriyle Almancadan ayrılan bir Alman diyalektidir. Türkiye’deki Yahudilerin büyük bir çoğunluğu ise Ladino ya da Cudezmo olarak anılan bir İspanyolca lehçesi konuşurlar.
Çünkü Türkiye’de yaşayan Yahudilerin hatırı sayılır bir kısmı Sefarad Yahudisidir. Sefarad, (İbranicede İspanya demektir) 15. yüzyılın sonuna doğru İspanya’da, Katolik krallar tarafından din değiştirmeye zorlandıkları için buradan kaçarak dünyaya dağılan Yahudilerin ortak adıdır. Bu dönemde önemli sayıda Sefarad, Osmanlı’ya sığınarak imparatorluğun o anki sınırları içerisinde dört bir yana dağılarak yerleşir. Elbette beraberlerinde dil ve kültürlerini de getirerek.
Osmanlı’ya iltica eden Sefarad Yahudilerinin konuşmakta olduğu İspanyolca lehçesi, tabiri caizse zamanda donup kalır. Dili besleyerek güncel tutacak kaynaklarla temas etme şansları olmadığı için Yahudi İspanyolcası, oradan ayrıldıkları, on beşinci yüzyıl İspanyolcasının gramer ve kelime dağarcığı özelliklerini aynen korur. Üstelik bu dağarcığa zaman içerisinde sürekli temas halinde bulundukları Türkçe, Rumca, Ermenice, Bulgarca, Arnavutça, Arapça gibi kimi komşu ve yerli dillerden de kelimeler, kalıplar alarak geliştirirler. Dini sebeplerden dolayı çok sayıda İbranice kelime dilin içinde zaten mevcuttur. On dokuzuncu yüzyılda batılılaşma dalgası ve Fransız Yahudi kurumu Alliance Israelite Universelle’in açtığı okullarda öğretilen Fransızca da bu karışımdaki yerini alınca ortaya rengarenk bir dil çıkar. Bu dilin adı, Cudezmo, Ladino ya da Yahudice’dir artık.
Dilin geldikten sonra hızla yerelleştiğini söylemiştim. Buna verilecek en bilindik örnek sanırım, bir klasik olan “El vapor esta yanaşeando al iskele” cümlesidir. “Vapur iskeleye yanaşıyor,” anlamına gelen bu cümlede Türkçenin varlığı açıkça hissedilir. Zaten Ladinoyu, geride bıraktıkları İspanyolcadan ayıran en temel özelliklerden biri içine Türkçe ve İbranice fiilleri almış olmasıdır. Bu örnekte, Türkçedeki “yanaşmak” fiili, sonuna İspanyolcadaki mastar eki olan –ar getirilerek İspanyolcalaştırılmış ve bu haliyle de İspanyolcanın çekim kurallarına tabi tutularak çekilmiştir. Bunun gibi sayısız örnek vermek mümkün.
Günümüzde Ladino giderek azalıyor. Konuşanlar yaşlanıyor, gençler eskisi kadar ilgi göstermiyor ya da aileler toplum içinde ötekileştirilmesinler diye özellikle çocuklarına bu dili öğretmekten kaçınıyor. Oysa geçmişte (ve halen tek tük) Yahudiler bu dilde sayısız kitap yazıp yayımlamışlar, La Luz (ışık), La Vera Luz (gerçek ışık), La Boz de Türkiye (Türkiye’nin sesi) gibi birçok gazete ve dergi çıkarmışlar. Şimdiyse bu dilin Şalom gazetesinin tamamı Ladino dilinde çıkan tek sayfası ve Sefarad Araştırmaları Merkezi’nin iyi niyetli çabalarıyla yaşamasına uğraşılıyor. Halihazırda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan diller arasında.
Siz yine de vapurda o teyzelere rastlarsanız yanlarına gidip bir selam verdikten sonra, “Ke haber?” diye sorun olur mu? Bu ‘ne haber’ demektir ve belki de size Ladinonun güzelliklerini anlatacakları bir sohbetin de başlangıcı olur.
Mahir Ünsal Eriş (Cumhuriyet)
http://www.avlaremoz.com/2018/07/28/ke-haber-los-keridos-meldadores-de-cumhuriyet-mahir-unsal-eris/
İranlıların memnuniyetsizliklerinin ciddiye alınmasının gerektiğini en açık belirten ise haziran sonundaki protestolarda bir kesimin “Filistin’e Ölüm” diye bağırmaları oldu. “İsrail’e ölüm” ve “ABD’ye Ölüm” çağrılarının artık kanıksandığı bir ülkede bu değişim oldukça dikkat çekici.
1979 devriminden itibaren İran, başta İsrail ve ABD olmak üzere Batı düşmanlığının defalarca dillendirildiği, İsrail’in yok edilmesi gereken bir kanser hücresi olduğu yöneticileri tarafından açıkça söylendiği, İsrail’i en hassas noktasından vurmak için Holokost inkarcılığını teşvik eden karikatür yarışmalarının düzenlendiği bir ülke.
Halkın bu çığlığı Filistin davasının terk edilmesinin istendiği anlamına gelmiyor. Rejimin halk ayaklanmasıyla çökmesini bekleyenler için de iyi haberlerim yok. İsrail ve Suudi Arabistan ile birlikte Amerikan Orta Doğu politikasının üç sacayağından birini teşkil eden Şah dönemi İran’ının geri dönüşünün çığlığı da değil bu. Halkın bu sözlerle dışa vurduğu tepkisi, en başta ekonomik sorunların yarattığı hoşnutsuzluğun vahametini gösteriyor. Ve sesini duyurabilmek için en can alıcı konuyu kullanıyor; İsrail-Filistin meselesi.
İran, Orta Doğu’daki gelişmeleri lehine kullanarak özellikle Suudi Arabistan karşısında gücünü arttırırken, aynı zamanda geniş bir coğrafyada askeri bir operasyon yönetebileceğini göstermişti. Ancak bu protestolar, ülkenin ekonomisine ve refahına yatırım yapacağına, bölgesel vekalet savaşlarına dalan, Yemen’den Irak’a, Lübnan Hizbullah’ından Gazze’deki Hamas ve İslami Jihad’a, ve Beşar Esad’a maddi ve askeri yardımı esirgemeyen Tahran’a halkından ciddi bir uyarı niteliğinde; “Gazze’ye Hayır, Lübnan’a Hayır, Suriye’yi Bırak Bizi Düşün”.
Karel Valansi
http://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/iranlilarin-isyani,20185
Netten okumalar
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/bugunku-dersimiz-anti-semitizm-40912318
https://ahvalnews2.com/tr/israil/new-york-times-israil-kimligi-demokrasiye-tercih-etti
http://marksist.org/icerik/Teori/9817/Kindertransport-Ingilterede-gorusuruz
http://ordaf.org/daha-fazla-yahudi-daha-az-demokratik-israil-yahudilerin-ulus-devleti-yasasi/
http://www.kibrispostasi.com/c1-KIBRIS_POSTASI_GAZETESI/j229/a33179-Demirden-acilar
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/gunaydin/idil-cimrin/2018/07/31/kabak-tadi-vermeyen-lezzetler
Takılan tweetler
Anne Frank House Onaylanmış hesap @annefrankhouse 26 Tem
In 2016 Brazilian street artist #EduardoKobra made this 240m2 portrait of #AnneFrank in #Amsterdam. You can find this gigantic artwork at the former NDSM shipyard on the northern bank of the IJ-river in Amsterdam. @kobrastreetart
İngilizce dilinden Microsoft tarafından çevrildi
2016 Brezilyalı sokak sanatçısı içinde #EduardoKobra Bu 240 m2 portre yaptı #AnneFrank @Amsterdam. Bu devasa sanat eserlerini Amsterdam 'daki IJ-River 'ın kuzey bankasında bulunan eski NDSM tersanesinde bulabilirsiniz. #kobrastreetart
https://twitter.com/annefrankhouse/status/1022470455414980609
mahir ünsal eriş Onaylanmış hesap @koenagadol 28 Tem
bu hafta @cuma6tesi ekine, bu toprakların günbegün eksilen dili ladino/cudezmoyu yazdım. siz de bugün bir @cumhuriyetgzt alın, ekinde buluşalım. kon ahava i şalom, keridos!
https://twitter.com/koenagadol/status/1023152645941485568
Bir zamanlar çok fazla Janet-Jak Esim dinlemekten dolayı biliyor sandığım Ladino'yu, çok güzel yazmış @koenagadol
https://twitter.com/onurcali/status/1023289623081037824
Sibel Yükler Զաբել @sibelyukler 28 Tem
"ke haber los keridos meldadores de cumhuriyet?" mahir ünsal, sefarad yahudileri'nin ladino'sunu yazmış. 15.yüzyıldan günümüze zamanda donan, yine de her dil gibi komşulanan ladino. "el vapor esta yanaşeando al iskele." belleğin akarsuyu, insanın dehlizi dil.çok güzel @cuma6tesi pic.twitter.com/uD0HKTpAa1
https://twitter.com/sibelyukler/status/1023224477746954240
WJC Onaylanmış hesap @WorldJewishCong 29 Tem
An old Ladino saying for the new week. Shavua tov! More Ladino wisdom here: http://bit.ly/LadinoWisdom
İngilizce dilinden Microsoft tarafından çevrildi
Eski bir Ladino yeni hafta için söylüyor. Hayır, hayır. Daha Ladino bilgelik burada: http://bit.ly/LadinoWisdom
https://twitter.com/WorldJewishCong/status/1023387140938522624
Bryan Kirschen @LadinoLinguist 24 Tem
We all know about the infamous “es.huegra/ esfuegra”...
İngilizce dilinden Microsoft tarafından çevrildi
Hepimiz ünlü "es. huegra/esfuegra" hakkında biliyoruz...
https://twitter.com/LadinoLinguist/status/1021872934598701061
İstanbul Sosyoloji @iuefsosyoloji 27 Tem
Geçtiğimiz günlerde yapısökümün kurucusu Jacques Derrida'nın 88. doğum günüydü (15 Temmuz 1930- 9 Ekim 2004). Kartezyen sınırların dışarıda bıraktıklarını yeniden gündeme getiren harici düşünürü daha yakından tanımaya ne dersiniz?
https://twitter.com/iuefsosyoloji/status/1022827490174296065
Paco Efendi @ClausewitzBey 26 Tem
Bectecilerin bazen hiç umulmadık hatta kendilerinin bile pek değerli bulmadıkları eserlerle ün kazanmaları hk birkaç cümle edelim madem akşam oldu
https://twitter.com/ClausewitzBey/status/1022577528211496960
Seref Sezgin @SEREF737 25 Tem
Fakir bir yahudi. Eşine tapıyor. Kadın balık hastası çok seviyor balığı adam fakir bulamıyor alamıyor. Ve oturup balığı tuzlayarak uzun zaman saklamanın yolunu keşfediliyor, Ve adını LA KERİDA koyuyor, La kerida ispanyolcası SEVGİLİME demek...