Bütün dünya bir sahnedir… Ve bütün erkekler ve kadınlar, sadece birer oyuncu... (William Shakespeare)
Hayatımız bir film midir? Sinemanın matematiği ve yaşamımız arasındaki paralelliği ortaya koyduğumuzda, bu hipotez, bizim gerçeğimiz olabilir mi? ‘Simülasyon Evreni -1’ adlı bir önceki yazımda sorduğumuz bu soruların cevaplarını sinema açısından incelemeye devam ediyoruz.
Sinemada en önemli şey senaryodur. Senaryo, yazarın kendi isteğini, yaşam deneyimlerini, hayallerini yansıttığı kahramanın yol haritasıdır. Sermaye Piyasası Kurulu, Doğuş Holding gibi kurum ve kuruluşlarda yaptığım eğitimlerde ve oyunculuk derslerinde sorduğum bir soru vardır: “Eğer hayatımız bir film ise bu filmin senaryosunun yazarı kimdir?” Sizin cevabınız nedir?
Senaryo yazarının belli başlı zorunlulukları vardır. Bunlardan ilki ‘mekan/ zaman’dır. Yazar olayın geçtiği mekânı kuran ve zamanını belirleyen kişidir. Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi gibi filmlerdeki fantastik dünyaları yaratan yazarın kendisidir. Kendi senaryomuzda yaşadığımız evi, evin bulunduğu şehri, şehrin içinde bulunduğu ülke ya da dünyayı kuran biz miyiz?
Yazarın, verili mekân ve zamanda, kimlerin bir araya geleceğini belirlemek gibi ikinci bir sorumluluğu vardır. Jim Carrey’nin başrolünde oynadığı ‘Biri Bizi Gözetliyor’ gibi medya programlarına eleştiri niteliği taşıyan, ‘Truman Show’ (1998) filminde, yaşamın her aşaması kurgu olan kahramanımız Truman’ın saat kaçta kalkacağı, işe nasıl gideceği, kimlerle karşılaşacağına kadar her detay programın yazarı tarafından önceden belirlenmişti. Ta ki senaryo gereği öldürülen babası rolündeki oyuncu ile karşılaşıncaya kadar... Bugün, dışarı çıktığımızda yolda kiminle karşılaşacağımızı ve bu karşılaşmaların hayatımızı nasıl etkileyeceğini tahmin edebilir miyiz?
Üçüncü zorunluluk ise yazarın yaşanan olaylar karşısında kahramanın hangi duyguları hissedeceğine dair sorumluluğudur. Yazılı sahnede bir araya gelen kişilerin yaşadıkları olaylar karşısında ne hissedecekleri bile yazar tarafından belirlenmiştir. Truman Şov’da kahramanımız denizden korkmaktadır çünkü senaryo gereği babası rolündeki kişiyi denizde çıkan bir fırtınada kaybetmiştir. Bu durumda denize dair hissettiği şey ‘korkudur’.
Dördüncü zorunluluk ise karakterdir. Senaryodaki karakterin kimliğini oluşturan da yazarın ta kendisidir. Karakterimizin gelişim sürecindeki etkimizin ne kadar az olduğunu ‘Karakterin Maskesi’ adlı yazımda detaylı bir şekilde anlatmıştım.
Yaşam senaryomuzda mekân, zaman, kişiler, olaylar ve karakteri oluşturan biz değilsek bu durumda yazarın da biz olduğumuzu söylemek zor görünüyor!
Bazen hayatın kurgusallığını hatırlatan ilginç deneyimler yaşıyorum Arda’nın senaryosunda. Bir filmde izlesem yazar bu işi abartmış diyebileceğim kadar dikkat çekici tesadüfler… Bu tesadüflerden en çarpıcı olanlardan birisi senaryomun yazarının ‘mekân’ seçimi ile ilgili.
Uzun yıllar süren arayıştan sonra tanıştığım yoga sisteminin uluslararası toplantısına katılmak amacıyla 2002 yılında İstanbul’a gelmiştim. Yoga merkezi Teşvikiye Mahallesinde bir apartmanın birinci katıydı.
Aradan yıllar geçmiş 2012 yılında Kadir Has Üniversitesinde sinema ve oyunculuk alanında yüksek lisansa başlamıştım. Derslerimden birisi senaryo yazım üzerineydi ve bir şekilde derse katılamamıştım. Eksik kalan dersi tamamlamak ve notlarımı almak üzere hocam beni ofisine çağırmıştı. ‘Kahramanın Yolculuğu’ kavramı ile ilk defa bu ofiste tanıştım. Adres Teşvikiye Mahallesindeki aynı apartmanın ikinci katıydı.
2017 yılında Nur Saul Barakas’a ‘Rol Arkadaşım Olur musun’ adlı kitabımdan bahsetmiş, ona aydınlanma vermiştim. Konu ilgisini çektiği için benimle röportaj yapmak istediğini söylediğinde severek kabul ettim. Fotoğraf çekimi için Şalom Gazetesi’ne geldiğimizde ise gözlerime inanamıyordum. Çünkü gazete Teşvikiye Mahallesindeki aynı apartmanın üçüncü katında yer alıyordu… Fotoğraf çekildikten sonra gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas ile tanıştığımda ise hayatımı değiştirecek başka bir teklif almıştım ki bu da aynı binanın son katında gerçekleşiyordu: Şalom’da yazarlık!
Hayatımı değiştiren üç önemli olay ve üçü de aynı binada gerçekleşiyordu! Yaşamın kurgusallığı ve bizim yazar olmamamız, özgür olmadığımız ya da seçim yapma hakkımız olmadığı anlamına gelmiyor tabii ki. Bu durumda her ikisi de geçerlidir; hem özgürüz hem de değil. Fakat özgürlüğümüz, senaryodaki verili koşullar içinde rolünü en iyi şekilde oynamaya çalışan bir oyuncunun özgürlüğü kadardır!
Önemli olan izlerin ve işaretlerin farkına varıp, yazarın bu senaryo aracılığıyla bize ne anlatmak istediğini anlamaktır. Tıpkı Truman’ın bir şeylerin yanlış olduğunu fark edip gerçeği aramaya başlaması gibi…