Tarih aşağıdan yukarı okunması gereken bir bilim. Yaşananlar arasındaki detaylar ve bunların birbirleri ile olan uzak veya yakın ilişkileri olayları öylesine örer ki, karşımıza çıkan tablo çoğunlukla beklenenden çok daha değişik olur. Satır araları, manşetlere çıkmayan şaşırtıcı birçok gerçekle doludur. Heyecan verici olan, eskilerde o gerçekleri bulmak ve bugüne getirip yorumlamaktır. Bunların insan topluluklarına emrettiği neden – sonuç ilişkileri üzerine düşünmek, konuşmak ve tartışmaktır.
Bu çerçevede, genelde 20. yüzyıl Avrupa’sını özelde Hitler Almanya’sını incelerken, olayları Alman halkının gözünden anlamaya çalıştım. Birçok kitap, biyografi okudum, tanıklıkları inceledim, izledim. Bir toplumun nasıl değişime uğradığını irdelemeye çalıştım. Nazi Liderlerinin çocuklarının – örneğin Edda Göring’in, Gudrun Himmler’in, Wolf-Rudiger Hess’in, Martin Bormann Junior’un, Niklas ve Norman Frank’ın – babalarından nasıl etkilendiklerini, savaş sonrasında neler yaşadıklarını, düşündüklerini inceledim. Kimilerinin kendilerine bırakılan mirasa sahip çıktıklarına, babalarının ve Adolf Amcalarının kendilerine layık gördükleri yıkıntıdan pişman olmadıklarına; kimilerinin ise Nazi dönemini lanetlediklerini öğrendim. Hatta irrasyonelliğin kalıtsal olabileceğine, gücün kudretin verdiği hazzın bulaşıcı olduğuna kanaat getirdim.
OĞLUMA BORÇLUYUM
Katrin Himmler’in kaleme aldığı ‘Himmler Kardeşler’, muhafazakar, otoriter bir çevre içinde büyüyen üç kardeşin Nasyonal Sosyalizmin kendilerine sağladığı verimli ortamda nasıl sinsi sinsi canavarlaşabileceğini açıkça gözler önüne seriyor. Yazarı, Heinrich Himmler’in küçük kardeşi Ernst Himmler’in torunu… Berlin Duvarının yıkılmasından sonra Alman Devlet Arşivlerinin açılması ile, aile büyüklerinin izini sürmeye karar veriyor. Esasında bunu yapmasında çok ciddi bir etken, oğlu… Katrin Himmler, daha önce Holokost süreci ile ilgili yaptığı çalışmalar sırasında, Krakov’da tanıdığı bir İsrailli ile evlenmiş. Daha da ötesi, evlendiği kişi Holokost kurtulanı bir ailenin oğlu… İşte tarihin cilvesi: Öldürmek için ant etmiş birinin küçük yeğeni ile tüm savaş sırasında sahte kimlikle yaşamak ve oradan oraya göçmek zorunda kalan bir ailenin torunu evlenmiş ve bir çocukları olmuş. Katrin 1967 doğumlu, dolayısı ile savaşla bir ilgisi yok, ancak taşıdığı soyadı o denli kirli ki, o denli şaibeli ki, oğluna yazdığı bu kitapla geçmişi anlatmak için yola çıkıyor. Bunu oğluna borçlu olduğunu düşünüyor.
Kitabı bu gözle okur, Katrin Himmler’in yorumlarına geniş açıdan bakarsanız, pişmanlık göremeyeceksiniz, ancak acımasız bir muhasebe ile karşılaşacaksınız. Geçmişi yaşamamış bir neslin ya da geçmişi yaşarken olaylara müdahale edemeyecek kadar küçük olan bir neslin sırtına bırakılan külfetin ne anlama geldiğini idrak etmek de kolay değil. İçlerinde yaşadıkları fırtınalara, çelişkilere uzanmak, olup biteni bir de onların çocuk bakışları ile algılamaya çalışmak, zaten Şoa’da yitip giden nesillerin mirasçılarını “affet ancak unutma” noktasına getirmiyor mu?
Bu çalışmalarım esnasında kesinlikle anlamakta zorlandığım aile hikâyesi, Hitler’in Propaganda Bakanı Josef Göbbels ve eşi Magda’ya ait olanıdır. Magda Göbbels’in biyografisini uzun zaman önce almış, ancak çocuklarını zehirleyerek öldüren bu annenin hayat hikâyesini hiç okuyasım gelmemişti. Ne var ki ‘Diktatörlerin Kadınları’ bu konudaki görüşlerimi değiştirdi. Magda’nın son güne dek Adolf Hitler ile duygusal bir ilişki içinde olması, intihar hikâyesinin arka planında minnettarlık sınırlarını aşan derin bir hayranlık ve sevginin varlığı, ondan öte bunun karşılıklı bir hali ifade emesi: Bunları öğrendiğimde, bu kadını daha yakından tanımak istedim. Kendimi kitaba teslim etmeden önce her zaman yaptığım gibi arka yüzündeki yorumlara baktım.
ARLOSOROF İLE AŞK
Kitabın arkasında şöyle yazıyor: “Magda Göbbels hiç kuşkusuz Nazi liderlerinin etrafında yaşayan en çelişki dolu kadındır. Güzel ve zeki, gençlik yıllarında, daha sonra yişuvun önde gelen isimlerinden olacak Haim Viktor Arlosorof’a derin bir sevgi ile bağlanmış, ancak ileriki yıllarda kendini Nasyonal Sosyalizmin simge isimlerinden Dr. Josef Göbbels ile evli bulmuştur. Altı çocuk doğurarak ideal Alman annesi konumundan, Hitler’in intihar ettiği bunkerde, önce çocuklarının sonra da kendi canına kıyan cani anneye indirgenen marjinal bir kişilik…”
Magda, 1901’de gayrı meşru bir ilişkiden doğar. Annesi zaman içinde, küçük Magda’ya sıcak bir baba şefkati verecek olan Friedlander isimli bir Yahudi iş adamı ile evlenir. Okul çağına gelen Magda annesi tarafından Belçika’daki bir Katolik Manastırına eğitim almaya gönderilir, ancak I. Dünya Savaşı’nın patlaması ile her şey birbirine girer. Tüm Alman vatandaşları ve bu arada Magda, Belçika’dan sınır dışı edilir. Aile panik halinde, zar zor Brüksel’den Berlin istikametine giden bir trene biner… Nefretin zirvede yaşandığı günlerdir o günler. Yol boyunca savaşa tutuşan tarafların birbirlerine olan kinlerine tanık olur. Fransızlar olsun, Almanlar olsun öylesine büyük bir duygu seli içinde cepheye yollanıyorlardı ki, birbirlerine öylesine vahşi duygular içinde bakıyorlardı ki, bunu anlamak mümkün değildi. Yolculuk boyunca duydukları ve gördükleri şüphesiz küçük Magda’yı etkileyecek ve ileriki yaşlarda güçlüden yana olmak onun için bir yaşam felsefesi olacaktı.
Magda Berlin’de Yahudilerin de yaşadığı bir çevreye girer. Savaş başlamış, durum iyiden iyiye sarpa sarmıştır. Çevresinde arkadaşlık kurduğu Lisa Arlosorof’un ağabeyi Haim, genç Magda’nın dikkatini çeker. Arlosorof Ailesi savaş öncesinde Rusya’daki baskıcı Çar idaresinden Almanya’ya kaçmakta bulmuştu çareyi. Ancak işsizlik baba Arlosorof’un kolunu kanadını kırmıştı. Sıkıntılı günleri aşmak için geri döndüğü St. Petersburg’da yakalandığı koleradan ölünce, Haim ailenin geçimini de üstelenmek durumunda kalmıştı. Kendisi parlak bir öğrenci, iyi bir evlat ve sıkı bir Yahudi milliyetçisiydi. Konuşmaları ve etrafına topladığı insanlar üzerinde yarattığı etki Magda’nın Haim’e bağlanmasını sağlar. Arkadaşlıkları gitgide ciddi boyutlara ulaşır. Magda, Haim’in tüm konuşmalarına, tüm toplantılarına gider, onun fikirlerini benimser ve ilerinde Filistin’e göç etme arzusu ile yanıp tutuşan bu gence kayıtsız olmadığını gösterir. Gelin görün ki savaşın son demlerindeki yıkım, Balfur Deklarasyonunun yayınlanmış olmasına rağmen, göçü olanaksız olamasa da zor kılacaktır.
Elbette bugünden gerilere baktığımızda Magda’nın Haim’i terk ettiğini, daha doğrusu birbirlerine olan ilginin zaman içinde solduğunu görüyoruz. Esasen bunun temelinde Magda’nın çok zora gelmekten hoşlanmayan, kısa yoldan etkin olmak isteyen yapısı etkili olur. Haim Arlosorof’un seçtiği yol zorların zorudur, fedakârlık isteyen bir yoldur. Magda’nın böylesi bir hayata hiçbir zaman hazır olmayacağını, biyografisini okuyanlar görecektir.
Binlerce zorluğu aşarak Filistin’e gidecek Haim Arlosorof çok daha sonraları Yahudi Ajansının çalışmaları çerçevesinde çıkacağı Avrupa gezisinde Hitler Almanya’sına gelecek, Yahudilerin bu diyarlardan göçüne gerekli zemini oluşturmak adına, dönemin en güçlü Nazi liderlerinden Propaganda Bakanı Josef Göbbels’in eşi – eski sevgilisi – Magda’dan görüşme talep edecekti. Magda, Haim’den aldığı mesaja önce sempati ile bakacaktı. Ancak muhtemelen eşinden göreceği tehditkâr baskılar sonucu bu görüşme hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.
YENİ UFUKLARA DOĞRU
Magda’nın Göbbels’ten önceki evliliğine de değinmek gerekir. Kendisini yeni okuluna götüren trende tanıştığı yakışıklı, saygıdeğer bir iş adamıdır Günther Quandt. Birbirlerinden öylesine etkilenmişlerdir ki, kendilerini evli bulurlar. Bu evlilik Magda için bir statü atlamasıdır. Artık o fakirlik içindeki hayatına son vermiş, iş çevrelerinde iyi tanınan bir kişinin eşi olarak yaşantısında yeni bir sayfa açmıştır. Ne var ki bu evlilik beklentilerini karşılamamış ve derin mutsuzluklar peşini bırakmaz olmuştur. İşte bu sıralarda, siyasi toplantıların birinde tanıştığı Dr. Josef Göbbels onu yeniden heyecanlandırmış, yeniden hayata bağlamıştır.
Quand’tan ayrılması, Göbbels ile yakınlaşması, bu süreçte Hitler ile tanışması Magda’nın hayatına damga vuracak dönüm noktalarıdır. Hitler’de ve onun tutku ile kitlelere aşıladığı Nasyonal Sosyalist ideolojide bir nefes bulur, derinden bir bağlılık hisseder ve kendisine bu hayatın içinde olma fırsatı verildiğinde, ikinci kez ve yine hiç düşünmeden bunu kabul eder: Hitler’e hayranlığı, onun hep yakınında olma arzusu ile yanıp tutuşması, kendisini, yeni yeni keşfetmeye başladığı bir adamın kollarına atmıştır. Göbbels ile evlenmiştir.
Magda’nın Göbbels ile olan aşkı hep inişli çıkışlı olmuştur. Bir yanda Hitler’in arzu ettiği normlara harfiyen uyan bir Alman annesi vardır. Herkes tarafından takdir gören, yalnız altı çocuk annesi değil, aynı zamanda Ari değerlere bağlı bir kişidir. O Alman toplumunun rol modelidir. Bu nitelikleri ile Hitler’in takdirini kazanır, hatta denilebilir ki, zaman zaman Eva Braun’un çocukluklarından sıkılan Führer, olgun Alman kadını rolünü üstlenen ve bunu son derece iyi başaran Magda’ya yakinen ilgi duyar.
Öte yanda ise kocası tarafından sıklıkla aldatılan, hayatının belirli dönemlerini hastanelerde geçirmeye mahkûm edilmiş, zayıf, geleceğinden korkan, çocuklarının babasından nefret eden, onu terk etmenin planlarını yapan zavallı bir kadın vardır. Defalarca Hitler’i araya koymuş, evliliğini bir yerde Führer’in kefaleti üzerine oturtmuştur. Hitler, Magda’nın şikâyetlerini hep dinlemiş, ona sempati ile yaklaştığını hissettirmiştir. Lakin hem değerli başarılara imza atmış propaganda ustası Göbbels’i kırmamaya özen göstermiş, hem de Magda’yı evliliğini yıkmamaya ikna etmiştir. Son tahlilde, Nasyonal Sosyalizmin bu evliliğin bütünlüğüne ihtiyacı vardır.
Belki de bu hissin kendisinde uyandırdığı duygular Magda’yı 30 Nisan 1945 gecesi Berlin’deki bunkerde Hitler ile son olarak bir araya getirmişti. Biyografisini kaleme alan Anja Klabunke, araştırmalarında hiçbir şekilde Magda’nın gerçek kişiliğine erişemediğini söylüyor. Onu çocuklarını öldürmeye götüren nasıl bir ruh halidir? Yakın arkadaşı Ello Quandt’a “Çocuklarım hiçbir şekilde bugünkü günlerini aramayacaklar. Onlar çok iyi yaşadılar, bizden sonra onları sefalete terk edemem” diyecektir. Kaderini Nasyonal Sosyalizminki ile bir tutacaktır. Örneğin savaştan sonra uzun seneler Federal Almanya Cumhuriyetinde yaşayacak Emmy Göring’in aksine, Magda kendisine huzur ve güven veren, benliğini sarmalayan sistemle birlikte bu dünyadan göçüp gitmeyi yeğleyecektir, yanına en kıymetlilerini, çocuklarını alarak. Savaşın kaybedildiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını anladığı andan itibaren, en ince ayrıntısına kadar planladığı ölümü, kendisi için en iyi kaçış yolu olacaktır.
Kaynakça :
Magda Göbbels – Anja Klabunke
The Himmler Brothers – Katrin Himmler
My Father’s Keeper – Stephan & Norbert Lebert
Diktatörlerin Kadınları – Diane Ducart (Destek Yayınevi)