Yaşanmış olaylarla ve tarihsel gerçeklerden ilhamla kaleme aldığı ‘Paslı Anahtar’da Uluç Özüyener, Selanikli Sefarad bir ailenin nesillere uzanan hikâyesini anlatıyor. Yunan Bağımsızlık Savaşı’nda Selanikli Yahudilerin yaşadıklarını; Trakya Olayları, Struma Faciası, Varlık Vergisi gibi trajedileri, hikâyesine arka plan yapan Özüyener ile kitabının karakterlerini, kendi ailesini ve bir sembol haline gelen paslı anahtarı konuştuk.
Sefaradların hikâyesi ile tanışmanız ilk ne zaman, hangi vesile ile oldu? Bu konuda kitabı yazmaya iten neydi?
‘Sefarad’ kelimesini üniversite yıllarıma kadar duymadığımı itiraf etmeliyim. Fakat ‘Dönme’ kelimesini çocukluğumda aile içinde konuşulurken duymuştum. Hatta bir keresinde bu kelimeyi ne evde ne de evin dışında kullanmamam için tembih edildiğini de hatırlıyorum. Halbuki evimizde pek yasaklar olmazdı. Bu tembih hem anlamsız gelmişti, hem de bende merak uyandırmıştı.
Küçüklüğümden beri eski olan her şey ilgimi çekmiştir. Dedemin çakmağını, kol saatini, babaannemin el aynasını, kimden kaldığını bilmediğim birkaç kitabı ve nicelerini odamda ahşap bir sandıkta saklardım. Fakat bende en çok heyecan uyandıran eski hikâyelerdi. Bir yandan çocukluğumda anlatılan Selanik hikâyeleri diğer yandan telaffuz etmememiz gereken ‘kötü’ bir sözcük... Ya bilinmediğinden ya da konuşulmaktan haz duyulmadığından, hep bir tarafı eksik kalan, zihnimde biriktirdiğim bulmaca gibi birçok hikâye, ben olgunlaşıncaya kadar keşfedilmeyi bekledi.
Beni kitap yazmaya iten öncelikle çocuklarım. Köken kimseyi özel yapmamakla birlikte bizi biz yapan hikâyeleri öğrenmekten mahrum bırakılmamalıyız. ‘Paslı Anahtar’ı yazmamdaki diğer bir sebep ise araştırmalarım sırasında karşıma çıkan toplumsal trajedilerin anlaşılmaya çalışılmasını arzu etmem. Hatta bu maksatla romanımın İspanya ve Portekiz’de yayınlanması için arayış içindeyim.
Kitabınızdaki hikâye, Selanik’ten ayrılma, Trakya Olayları, Struma Faciası, Varlık Vergisi, Aşkale gibi birçok tarihi trajediye yer veriyor. Kişisel olarak, sizi en çok etkileyen ‘hikâye’ hangisi oldu? Diğer bir deyişle en çok hangi karakter sizde daha derin bir yara bıraktı?
Yazma süreci karmaşık olmakla birlikte benim için ilk aşama önce bir dünya yaratmak ve sonra kendimi o dünyaya yerleştirmek. Böylece mekânlarda yaşadığımı hissediyor, kahramanlara yaklaşabiliyorum. Fakat bazen kendi yarattıklarım beni etkisi altına alabiliyor. Bunu çok sevdiğim İstanbul’un tasviriyle başladığım G’ler ve D’ler bölümünde yaşadım. Bu bölümün ilerleyen sayfalarında, adeta haksızlıklar silsilesi olan Varlık Vergisi ve Aşkale çalışma kamplarını yazarken farkında olmadan Necdet karakterine bürünüp Avi’ye yardım etmek ve onu yaşatmak istedim. Ancak hikâye buna izi vermedi.
Yazarken en çok zorlandığınız bölüm hangisi oldu?
Bahsi geçen olayların tarihleri ne kadar eskiyse yazması o kadar güçleşiyor. Bunun iki ana sebebi var: Birincisi, kulaktan kulağa aktarılan sözlü tarihin netliğini yitirme olasılığı, doğruluğunun teyidinin güçleşmesi. İkincisi ise, hikâyelerin tarihin gidişatıyla uyumunun biraz daha araştırma gerektiriyor olması. Dolayısıyla romanın başında nispeten zorlandığımı, ancak ilerleyen bölümlerde biraz daha rahatladığımı söyleyebilirim.
Tarihi olayları araştırırken nasıl bir yol izlendiniz?
Eskiden iyi bir roman okuyucusu iken, son birkaç yıldır ilgi alanım tarih kitapları oldu. Haliyle kütüphanemdeki romanların sayısı gitgide azalırken, engizisyon kayıtlarına, İberya’daki iç göçlere, Selanik’e, Sefarad tarihine ve engizisyon sonrası Akdeniz tarihine yönelik kitapların sayısı arttı. Aslında hobi olarak başladığım köken araştırmalarımın biraz daha genel tarihe yayılarak güzel bir ‘takıntı’ haline dönüştüğünü söyleyebilirim. Yani aslında bugüne kadar okuduklarım ‘Paslı Anahtar’ı bir kitaba dönüştürmek için değildi. Aksine, ‘Paslı Anahtar’ bildiklerimin küçük bir kesitini yansıtan, uzun bir öğrenme sürecinin meyvesi. Bu öğrenme sürecinde yazılı kaynaklara ek olarak pek çok mülakatı da unutmamak gerekir.
Kitap kapağında kullandığınız görselin de ilginç bir hikâyesi var sanırım, paylaşır mısınız?
Birçoğumuzun hayatında uzun hikâyeleri özetleyen, büyük anlamlar yüklenmiş sembolleri vardır. Mesela tuttuğumuz takımın anahtarlığı; çocuk yaşlardan itibaren izlenmiş maçların, efsane futbolcuların, unutulmaz gollerin ve coşkuyla kutlanan şampiyonlukların olduğu uzun bir hikâyenin sembolü olarak her zaman cebimizdedir. Ne kadar paslı anahtar ve Şile Feneri’nin kıyısına vuran tahta oyuncak bu romanda göze çarpan güçlü semboller olsa da, kapak fotoğrafındaki sokak, Sefaradların bütün hikâyesini özetleyen, büyük anlamlar yüklediğim duygu dolu bir sembol.
1492 öncesinde oradan oraya savrulan hayatlar, vatan bildikleri İberya’da yaşamlarını sürdürebilmek için sürekli bir şehirden diğerine kaçmak zorunda kalmışlar. Bu durum köklere dair sorulan “Neredensin?” sorusuna cevabı güçleştiriyor. “Biraz Toledoluyuz, sonra Geronalı, a bir de Lizbon’a gidenler olmuş” gibi cevaplar tarihin bilinmezliğini; bilinen kısmının da düşündüğümüzden daha karmaşık, bir o kadar da vahim olduğunu gösteriyor.
Bir gün Portekiz’den İspanya’ya giderken tahta bir köprünün üzerinden geçiyordum. Aynı zamanda iki ülkenin doğal sınırı olan aşağıdaki nehrin birbirine bakan iki yakasında çalı çırpı, kıyıda ise iskeleye bağlanmış bir sandal vardı. Sonra bu nehre bakan dar, parke taşlı ve dik yokuşlu sokağın başına, yani kitabın kapak fotoğrafını çektiğim yere gittim. Ansızın ailelerin sırtlarındaki bohçalarıyla can hıraş karşı tarafa geçme çabası gözümün önüne geldi. Evet, tarihte de aynen böyle olmuş. Bu insanların çoğunun tek bir şehirden olmadığı gerçeğine dayanarak İberya’dan ayrılışın uzun hikâyesinin sembolü bu fotoğraftaki yokuş oluverdi. Bu yokuş benim için eski bir dost gibidir ve her sene mutlaka uğrarım. Son gidişimde Paslı Anahtar’ı da yanımda götürdüm.
Kitabın teşekkür bölümünde, 1800’lü yıllarda yaşamış, hiç tanımadığınız büyükannenizle-büyükbabanıza teşekkür ediyorsunuz. Onların hayat hikâyesi size nasıl bir ilham kaynağı oldu?
Aslında beni bu teşekkür metnini yazmaya iten onların inişli çıkışlı hayat hikâyesinden öte, başka bir ayrıntıydı. Yıllardır okuduğum araştırma kitaplarında, makalelerde ve soy ağaçlarında Atiye Hanım’ın, ismi telaffuz edilmeden, ‘adı bilinmeyen kız kardeş’ olarak anılmasıydı.
Yeni nesillerin devamını sağlayan hayat mücadeleleri benim için büyük ilham kaynağı. Beni ‘Paslı Anahtar’ı yazmaya iten, geçmişte yaşamış, özellikle ailemden, pek çok ilham kaynağı oldu. Kitabın baştan sona bunun izlerini taşıdığını okuyucular hemen fark edecektir.
Kitabın yayınlanmasından sonra nasıl tepkiler aldınız?
Yazarken “Kim ne der?” kaygısı yaşamadığım için, benim için öncelik beni etkileyen ayrıntıların peşine düşmek ve aklımdan geçenleri en iyi ifade eden kelimeleri seçmek oldu. Dolayısıyla neredeyse romanın basımına kadar okuyucunun muhtemel tepkilerine dair hiçbir şey düşünmedim. Haliyle basıldıktan sonra bana ulaşan yorumlar sürpriz oldu. Yorumlar genel olarak kurgunun iyi ve tasvirlerin güçlü oluşuna vurgu yapıyor. Diğer yandan bir sonraki kitabın ne hakkında olacağı en çok merak edilen konulardan biri.