Viktor Apalaçi, sinema tarihinin en büyük belgesel ustalarından, geçtiğimiz haftalarda hayatını kaybeden Claude Lanzmann’ı ve bizzat katıldığı Cannes Film Festivali basın konferanslarını anlatıyor.
Sinema tarihinin belki de en büyük belgesel ustası olan Claude Lanzmann’ın ölüm haberini temmuz başındaki bir yurtdışı seyahatimde öğrendim. Bu iki ay rötarlı yazımda, 1989’da izlediğim ‘Shoah’tan başlayarak, beş Cannes Film Festivalinde basın konferanslarını izlediğim Claude Lanzmann anılarımı anlatmak istiyorum. Günümüzde Shoah inkârcılarının olmadı dediği şeylerin olduğunu kanıtlamayı, Lanzmann kendisine görev edinmişti. Bunun için hayatı boyunca, ülke ülke dolaşıp Holokost kurtulanlarını arayıp konuşturdu, adaletin pençesinden kaçmayı başarmış eski Nazilerin peşine düştü.
Sinema tarihinin en büyük belgesel ustalarından biri olan Claude Lanzmann’ın ölüm haberini temmuz başındaki bir yurt dışı seyahatimde öğrendim.
Bu iki ay rötarlı yazımda ‘dünyanın Yahudi soykırımına bakışını değiştiren adam’ ile ilgili anılarımı anlatmaya çalışacağım.
Cannes Film Festivali’ne katıldığı beş yılda basın konferanslarını izlediğim ustanın, ortak hafızada silinmez bir iz bırakan ‘Shoah’ın İstanbul’daki ilk gösteriminden başlamak istiyorum.
1989’da İstanbul Film Festivali ‘Shoah’ı programına almıştı.
AKM’nin şimdiki otoparkına bakan yan kapısındaki küçük bir salonunda gösterilen 9,5 saatlik film, arada bir öğle yemeği molası verilerek sunulmuştu.
Sabah seansındaki 30 izleyicinin çoğu bu sinema maratonunun ikinci yarısında pes etmişti. Sabır Oscar’ına layık filmi tamamlayan iki izleyiciden biriydim.
Claude Lanzmann 22 yıl aradan sonra, 2011’de ‘Shoah’ın kısaltılmış versiyonunu takdim etmek üzere İstanbul’a gelmişti. İKSV, İstanbul Film Festivali’nin 30. yıl özel bölümünde yer verdiği (Derviş Zaim’in seçimi olan) ‘Shoah’ için yaratıcısı Lanzmann’ı İstanbul’a davet etmişti.
Lanzmann, Alin Taşçıyan’ın moderatörlüğünde yaptığı basın konferansında filmini ‘altı milyon Yahudi’nin yok edilmesini yeniden canlandırmaya çalışan bir film’ olarak takdim etmişti.
Soykırım’ı ‘mükemmel bir cinayet’ olarak tarif eden Lanzmann: “Yanarak yok olması imkânsız kemikler bile havanlarda dövülerek toz haline getirilmiş, sonra yakılmıştı” demişti.
Belgesel ustası, günümüzde Şoa inkârcılarının olmadı dediği şeylerin olduğunu kanıtlamayı kendine görev edinmişti. Bunun için hayatı boyunca ülke ülke dolaşıp Holokost kurtulanlarını arayıp konuşturdu, adaletin pençesinden kaçmayı başarmış eski Nazilerin peşine düştü.
Sadece ‘Shoah’nın hazırlanma sürecinde altı yıl boyunca tanıkları aradı. Yaptığı röportajları ve tanıklıkları 350 saatlik ham görüntüye kaydetti.
Film kurgulanınca süresi 9,5 saate düştü.
CANNES FESTİVALLERİNDE LANZMANN
Claude Lanzmann ilk kez Cannes’a 1970’te, başrollerini Marie-José Nak ile Bernadette Lafont’un oynadığı, Michel Drach’ın yönettiği ‘Elise ou la Vraie Vie’ adlı filmin senaryo yazarı olarak katıldı.
30 yıl aradan sonra dört filmi (16 yıl içerisinde) Cannes’da yarışma dışı olarak gösterildi.
Yönetmen olarak katıldığı ilk festival olan Cannes 2001’de ‘Sobibor’ adlı belgeselde, Sobibor’dan kurtulabilen Yehudi Lerner ile yaptığı söyleşileri kurguladı.
Lanzmann 1970’te başlayan sinema kariyerinde üç yıllık araştırmalarını ilk filmi ‘Pourquoi Israel’de anlattı.
Bu belgesel dünyanın dört bir yanından gelen Yahudilerin İsrail devletini inşa etme sürecine odaklanıyordu.
Festival ‘Sobibor’u 2001’de Cannes Classics bölümünde programına almıştı.
Lanzmann’ın Cannes’da en çok gürültü çıkaran filmi, 2013’teki ‘Le Dernier des Injustes’ idi. Sebebine gelince Lanzmann, Ambassadeurs salonunda yapılan bir davette karşılaştığı Steven Spielberg’i, herkesin önünde azarlamıştı.
‘Schindler’in Listesi’ filmini eleştiren az sayıda insanlardan biri olan Lanzmann, Spielberg’e, “Filminin mesajı ile mutabık değilim. Yahudiler gaz odalarında can verdiler. Birkaçını kurtaran bir adam olan Oscar Schindler adlı Alman’ın öyküsü gerçekleri değiştirmiyor. İnsanları yanlış yönlendirdiği için Holokost ile ilgili bu tür filmlerin yapılmasını yanlış bulduğumu her ortamda söylerim” demişti.
Cannes yöneticilerinin yıllardır jüri başkanlığı yapması için peşinden koştukları Steven Spielberg’in bu görevi üstlendiği 2013’te, Lanzmann tarafından ‘Bir Alman’ı yüceltmeni hiçbir zaman affetmeyeceğim” diye azarlanması, festivalde derin yankı yapmıştı.
Etrafına karşı her daim saygılı, mütebessim ve kibar olmakla tanınan Spielberg, ustasından gelen bu tepkiyi, suratına maske gibi yapışan bir tebessümle sükûnet içinde dinlemiş, hürmette kusur etmemişti.
121 BİN YAHUDİYİ KURTARAN HAHAM
‘Le Dernier des Injustes’, Lanzmann’ın, Terezin getosunda Yahudi Konseyi Başkanlığı yapan Viyanalı Haham Benjamin Murmelstein ile 1975 yılında yaptığı söyleşilerden oluşuyordu.
Murmelstein, Naziler tarafından kampta Yahudiler arasındaki düzeni sağlamakla görevlendirilmişti. Savaştan sonra işbirlikçi sıfatıyla yakalanan ve hapse atılan, daha sonra Çek yetkililer tarafından aklanarak beraat eden Murmelstein Lanzmann ile bir haftayı aşkın söyleşisinde suçluluk duygusu hissediyordu.
Almanya’nın 1938’de Avusturya’yı işgal etmesinden sonra Murmelstein, yedi yıl boyunca Adolf Eichmann ile giriştiği mücadelede, 121 bin Yahudi’nin hayatını kurtararak göç etmelerini sağlamıştı.
Lanzmann 38 yıl sonra yaptığı üç saat 40 dakikalık süresi ile yönetmenin bu en uzun üçüncü filminde, Terezin’e yaptığı ziyarette Viyanalı haham ile yaptığı sohbetleri yorumluyordu.
Lanzmann, ‘Napalm’i Cannes’da takdim etmek üzere Cannes’a geldiği 2017’de 92 yaşındaydı. Gizemli ülke Güney Kore’ye 1958, 2004 ve 2015’te yaptığı üç seyahatte gizlice yaptığı çekimleri içeriyordu ‘Napalm’.
Film 60 yıl önce Koreli hastabakıcı bir kızla, Fransız delegasyonunda bulunan bir gencin yaşadığı aşkı da anlatıyordu. Yabancı dil bilmeyen iki aşığın iletişim kurmada kullandıkları tek kelime olan ‘Napalm’ filme adını vermişti.
LEGİON D’HONNEUR NİŞANI
2006 yılında Claude Lanzmann’a bir insanlık suçunu unutturmamak, hafızalarda taze tutmak üzerine kurulu sinema kariyerindeki başarısı için Legion D’Honneur nişanı takıldı.
Bu Fransız hükümetinin sanatçıya layık gördüğü ilk nişan değildi. Nazi işgaline direniş gösteren Fransız gençlerinden biri olan Lanzmann, Gestapo’nun eline geçmesine rağmen Auschwitz’e gönderilmekten kurtulmayı başarmıştı. Fransız Mukavemet Hareketi madalyası ‘Officier de la Legion d’Honneur nişanını daha önceleri almıştı.
Lanzmann Avrupa’daki Nazi rejiminin bir ırkı yok etmek için giriştiği soykırımı ‘Shoah’ta dile getirmek için, 12 yıl boyunca İsrail’de yaşayan Holokost kurtulanları ile Polonya’da yaşayan görgü tanıkları arasında mekik dokudu.
Temerküz kamplarında görev yapan Alman subaylar, gaz odalarından kurtulabilenler, Tebrinka’da yaşayan Polonyalı köylüler ve tarihçilerle yapılan söyleşiler, hiçbir arşiv görüntüsüne yer vermeyen ‘Shoah’ta yer aldı. Dönemi için yenilikçi bir eser sayılan film, 1985 Berlin Film Festivalinde Uluslararası Eleştirmenler Birliği (FIPRESCI) Ödülünü Fransa’da César Ödülünü kazanmıştı.
Polonyalılar II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi komşularını Gestapo’ya ihbar edip veya bizzat öldürüp mallarını gasp etmişlerdi. Bu konudaki ketumiyetleri bilinen Polonyalıları konuşmaya ikna eden Lanzmann’dan sonra, birçok film ve romanla Polonyalılar ayıplarıyla yüzleşip günah çıkardılar.
11 yıllık emeğin ürünü olan bu film ilk kez Polonyalıların işledikleri insanlık suçunu itiraf etmelerini sağladı.
Film 2012’de Yahudi Soykırımını Anma Günü’nde TRT’de iki saatlik bölümlerle gösterilince ilk kez bir Müslüman ülkede yayınlanmış oldu.
Savaştan sonra Sorbonne’da felsefe tahsili yapan, 1952’de tanıştığı Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’ın yazdığı sol eğilimli ‘Les Temps Modernes’in yazı kadrosuna katılan, 1986’da bu derginin yönetmenliğini üstlenen Lanzmann, gazetecilik hayatını Le Monde, Elle ve France Soir’da sürdürdü.
Yorulmak bilmez bir yaratıcı olan Lanzmann, son filmi ‘Les Quatres Soeurs’da soykırımdan kurtulan dört kadın ile yapılan söyleşileri anlattı.
Ancak filmin vizyona girişini göremedi.
Filmin vizyona girdiği 4 Temmuz 2018 gecesinde doğduğu şehir olan Paris’te hayata gözlerini yumdu.