“Şu anda 13 yaşında ve bir yelkenlinin önünde oturmuş olarak denize açılmak isterdim” dediğinde seksen beş yaşındaydı. Bu nefis hayali küçük bir kolaja aktardığımda çok mutlu olmuştu. O gün sohbetimizin akışı içinde okumakta olduğu bir kitaptan1 bahsetmişti Şerif Mardin.
Efruzi (Ephrussi) adında Odessa kökenli, ticaret, nakliyat ve bankerlikle uğraşan Yahudi bir ailenin öyküsünü konu alan kitap, II. Dünya Savaşı’na kadar Paris ve Viyana’da muhteşem saraylarda, görkemli bir hayat sürerlerken tüm servetlerini yitirmelerinden, Nazi kamplarında yok edilen aile üyelerine kadar bir yükseliş ve yıkılışın hikâyesiydi. Rothschild’ler kadar ünlüydüler ve bu konu bana Türkiye’den giden Camondo Ailesini hatırlatmıştı. Ailenin koleksiyonerliği üzerinde de durmuştu Mardin, çünkü öykü içinde başka bir öykü daha vardı. 19. yüzyıldan beri servet sahibi birçok aile gibi Efruzilerin de bir sanat koleksiyonu vardı; ama bu koleksiyon gerçekten dünya çapında bir üne sahipti. Aynı zamanda sarayın ufak bir köşesinde, ailenin 1870’lerden itibaren biriktirdiği, Japon ‘Netsuke’ minyatür porselen heykelciklerinden oluşan bir başka nadide koleksiyon daha vardı. Tüm sanat eserlerinin Naziler tarafından gasp edilmesi, ölüm, yağma derken, Viyana’daki sarayın sadık hizmetçilerinden Anna’nın, hayatı pahasına, 264 parça heykelciği bir yatağın içinde saklaması sayesinde bu küçük ve değerli aile mirası günümüze ulaşabilmişti. Bir geleneğin veya sahip olunan şeylerin ne badireler atlatarak kuşaktan kuşağa aktarıldığı üzerine konuşmuştuk.
Bu öyküyü anlatırken yüzündeki duygu ifadelerini taptaze bir şekilde hatırlıyorum Şerif Bey’in. Merak, şaşkınlık, takdir, hüzün duygularını son derece içtenlikle yaşıyordu; onca tecrübesine rağmen bu kadar sade ve doğal kalabilmesine şaşırdığımı da hatırlıyorum.
Okurlarım arasında dostu, öğrencisi, arkadaşı olanlar varsa da hatırlayamayanlar veya ilk kez adını duyanlar için kimdi Prof. Dr. Şerif Mardin?
Sosyal Bilimler disiplinlerinin kalın duvarlarının uzağında bu ülkenin toplumunu en gerçekçi biçimde gözlemleyebilmiş bir sosyolog, siyaset bilimci ve entelektüel bir tarihçiydi.
Galatasaray Lisesinin ardından Stanford Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümünü bitirdi. John Hopkins Üniversitesinde lisansüstü eğitimini, yine Stanford Üniversitesinde doktora çalışmasını tamamladı. Ankara, Sabancı, Boğaziçi üniversitelerinde siyaset bilimi ve sosyoloji dersleri verdi. Harvard, Princeton, Columbia, Oxford gibi birçok saygın üniversite ve kuruluşta çalıştı.
Şerif Mardin, bu toplumun mizacını anlayarak, modernleşme sürecindeki dinamiğini tüm yönleriyle analiz etmişti. Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesine eleştirel yaklaşırken, ‘din’ gibi netameli bir kültürel alanı incelemişti.
‘Mahalle Baskısı’ tanımıyla çoğunluk onu keşfedene kadar, sosyoloji bilimine kattıklarının kendi kuşağında takdir edilmemesinin ardında, şüphesiz alışık olmadığımız türden bir bilim insanı profili yatıyordu. Türkiye’de imparatorluktan cumhuriyete geçerken toplumun düşünce ve davranış dünyasını ideolojik kampların tuzağına düşmeden, batı metotlarıyla incelemiş ve en keskin seküler-muhafazakâr ayrışmasını yaşadığımız şu günlerin geleceğini on yıllar öncesinde dile getirmişti. Mardin’in sosyolojisi, kişisel yetenek, zekâ ve çalışkanlığının yanı sıra; konuları disiplinlerarası boyutlarıyla görebilen entelektüelliği ve Osmanlı aydını bir aileden gelen bilgi birikimi üzerine kuruluydu.
Popülerleşerek günlük dile giren Mahalle Baskısı sözü, muhafazakârlığın iktidar eliyle ve güç temsiliyetiyle artışının seküler kesimin hayat tarzına (ki bunun tersi de düşünülmelidir), farklı inanç ve geleneklerin yaşam alanlarının daralmasına yol açabileceği konusunda bir uyarıydı. Mahalle, hoşgörüsüzlüğün türediği bir yerdi ve saf kötülüğe doğru ilerleyebilecek bir fitili ateşleyebilme potansiyeline sahipti.
İslam ve modernleşme gibi o güne kadar yan yana gelmesi mümkün görünmeyen iki kavram üzerinden, her iki kampta da şaşkınlık yaratan düşüncelerini ortaya koydu Bediüzzaman Said Nursi incelemesinde. İslami kanat, Nurculuğun zeminini güçlendirecek saygın bir müttefik bulma hevesine kapılmışken, ilerici kanat ise on yıllarca bastırılmış ve merdiven altına itilmiş bir geleneği su yüzüne çıkardığı için eleştirmişti. Oysa Nursi’nin söylemi üzerinden, kültürün içine gizlenmiş olarak ‘otorite’ kavramının politik bir fayda sağladığı tespitinde bulunuyordu. Mardin ilerici-gerici kutuplaşmasının çok uzağında, son derece bağımsız bir kişilikti ve düşünceleri Türkiye’nin siyasal bilimler seviyesinin üzerindeydi.
Dünyada, Türkiye’de gördüğünden daha büyük saygı gördü. Geçmişten gelen bir alışkanlık olarak mevcut gerçeklere kapalı zihin dünyamızın toplumsal bir topografyasını çizmiş olması, bu alanda çalışacak gelecek kuşaklar için çok büyük şans.
Kişisel olarak ‘sivil toplum’ konusundaki ilk aydınlanmamı Mardin’e borçluyum. Siyasetle ilgili bir kavram olarak dilimize giren bu terimin vurgusunun ‘şehir adabı’ olduğunu; haklar, özgürlükler ve sorumluluklar bağlamında ‘kamu çıkarı’ temeline dayalı ‘milli çıkar’ kavramlarının farklı tarihi evrelerden geçmeleri nedeniyle bizde batıdakinden çok farklı ve temelsiz olduğunu idrak etmiştim.
Çağımın ve içinde yaşadığım toplumun karakterini anlamaya çabalayan bir sanatçı olarak birkaç sergimde, özellikle Oryantalizm, batılılaşma, modernleşme, aile, muhafazakârlık gibi kavramlar üzerine düşünürken Şerif Mardin’in analizleri rehberim oldu. Bu ülkeyi anlamaya ve sorunlara çözüm aramaya niyetli herkese çok önemli bir tarihsel çalışma ve düşünce mirası bıraktı.
Yakın tarihimizi öğrenerek, yüzyıllık yaralarımızı sararak, farklı kimlikleri izole etmeden ortak bir şimdide sağlıklı bir sivil toplum yaratabilme ihtimalimiz olduğuna dair inancımda da payı vardır.
Diğer taraftan, her devirde evlatlarını yiyen bir toplumla, binlerce iyi yetişmiş, nitelikli akademisyenini gözden çıkararak ve nicelerini beyin göçüyle yitirerek, var olan niteliği de hızla düşmüş bir eğitim sistemiyle geleceğe nasıl umutla bakabileceğiz? Bakacağız, bakmak zorundayız, önüne oturacağımız yelkenlinin götürdüğü yere kadar.
6 Eylül 2017’de, 90 yaşında hayata veda eden Şerif Mardin’i tanımak benim için büyük bir şanstı, ölümünün birinci yılında saygı ve özlemle anıyorum..
1 ”The Hare with Amber Eyes”, Edmund de Waal (Efruzilerin torunu ve Londra’da seramik sanatçısı)
KAYNAKLAR:
- “Türkiye’de Toplum ve Siyaset”, Şerif Mardin
- “Şerif Mardin: Sociological rebel with a cause”, Andrew Finkel
http://t24.com.tr/k24/yazi/serif-mardin,1402